İnançlara hakaret, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir mi? Konu inanç olduğunda, aynı inancı paylaşmayan kişilerin birbirlerinin eğilimlerini küçümsemeye ve kınamaya akıllarının yeteceğini söylemek mümkün olmaz. Dolayısıyla, doğrudan kişileri hedef almayan genel inanç sistemlerine yönelik bazı eleştiri, kınama ya da karşı çıkışlar ifade özgürlüğü kapsamında ele alınsa bile, o genel sistemi kendine mal etmiş kişiler olduğu düşünüldüğünde kişi hak ve özgürlüklerine saldırı olduğu değerlendirilmesi yapılabilir.
Bununla birlikte, inançlara yönelik saldırılara hukuki kılıflar bulunması, zaten baştan yanlış yerden hareket edilmesi demektir. Zira esas soru, inançlara neden hakaret etme ihtiyacı duyulduğuyla ilgilidir.
Son yıllarda, Avrupa başta olmak üzere birçok yerde Müslümanlara karşı ciddi bir toplumsal tepki var ve bunun siyaseten karşılığını bulduğu yerler mevcut. Bu sosyolojik gerçekliğin sadece ülkelerin iç siyasetine değil dış politikalarına da yön verdiğini söylemek gerekiyor. İran’ın küresel sistemin dışına itilmeye başladığı dönemde Salman Rüşdi’nin ‘Şeytan Ayetleri’ kitabı Birleşik Krallık ile İran arasında kalıcı bir krize, ‘karikatür krizi’ de Avrupa’da yaşayan Müslümanların hoşgörüden uzak insanlar güruhu olduğu izleniminin yayılmasına yol açmıştı. Bu girişimin ardından cami ve minare inşaatları, hatta minarelerin boyları üzerinden yürütülen tartışmalar, Türkiye’nin AB müzakerelerine ket vuracak aşamalara taşınmıştı.
Ardından başlayan ‘burka’ tartışması, bir yandan Avrupa’daki göçmenler üzerinde baskı doğmasına yol açmış, ardından da tüm Ortadoğu’nun ‘burka’dan kurtarılması gerektiği yönündeki anlayış zemin bulmuştu. Fransa ve Birleşik Krallık’ın Libya müdahalesini bile bu gözle açıklayan kesimler hâlâ mevcut.
Benzer tartışmalar Obama iktidara gelirken ABD’de de yaşanmış, ancak Amerikalılar Bush siyasetinin verdiği zarardan bir an önce kurtulmak için tereddüt etmeden, siyahi, ve ailesinde Müslümanlar bulunan birini iktidara getirmişlerdi. Ancak şimdi yine seçimler var ve Obama’nın İslam dünyasını askerleriyle dağıtmak yerine onlarla işbirliğini seçmesinden ziyadesiyle rahatsız olan Cumhuriyetçiler, Obama’yı karalama yöntemi olarak ortaklarının yanlış seçildiği temasını işliyorlar.
ABD’nin Ortadoğu’da zayıf kaldığını, kazanımlarını yitirdiğini, Obama’nın iktidarlar yerine muhalifleri desteklemesinin kaosa yol açtığını iddia eden Cumhuriyetçiler, zamanda Obama’nın Filistin devleti kurulması konusundaki ısrarından da hiç hazzetmemekteler.
Bu iki yaklaşım arasındaki farkların küresel gelişmeleri de derinden etkileyeceğine kuşku yok. En azından, Obama’nın yeniden seçilmesi halinde İslam ülkeleriyle ilişkilerin gelişmesi ve Müslümanlarla diyalog konularının devam edeceği, bunun da Avrupa’da İslam karşıtı siyaset üretmeyi sınırlayacağı düşünülebilir. Ancak Cumhuriyetçiler, kazanmak uğruna tüm Ortadoğu’yu ateşe vermeyi göze alabileceklerini sergilemiş durumdalar. İslam’ı aşağılayan, adına film bile denemeyecek bir propaganda malzemesini hazırlayıp tedavüle sokanlar, bu görüntülerin infial yaratmasını sağlayacak ortamı da hazırlamış görünüyorlar. Müslümanların büyükelçi katledecek kadar Amerikan düşmanı olduğunu göstererek Obama’nın yanlış ortaklar seçtiğini ima eden bu provokasyon, aynı zamanda çatışma ortamına katkı sağlamayı amaçlamış olmalı.
Bununla birlikte, Ortadoğu’da halkların bu tür tepkiler vereceklerinden emin olan kesimler olduğu hatırlatılmalı. Dolayısıyla iç ve dış siyasetin toplumlara hata yaptırmak üzerinden yeniden inşa edildiğini ve bu çerçevede insanların inançlarının tahrik edildiğini söylemek mümkün.