OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Kürt sorununda yeni arabulucu: Alparslan

Geçen haftasonu AKP’nin 4. Olağan Kongresi’nde Başbakan’ın yaptığı uzun konuşmayı dinledik. Genel olarak söylendiği gibi, beklentileri karşılamayan, yeni bir şey söylemeyen, hamaset dozu yer yer epey yükselen bir konuşmaydı. Türkiye’nin en yakıcı sorunu olan Kürt meselesi hakkında da yine somut bir proje duyamadık. Başbakan sadece, ‘Kürt kardeşler’den, teröre “yeter artık” demelerini beklediklerini söyledi. Desinler, desinler de, ne desinler? PKK’ya dönüp “Artık Kürtçe sit-com seyredebiliyoruz, silaha gerek kalmadı” mı desinler? Bunca kan ‘Tom ve Jerry’yi Kürtçe seyredebilmek için mi döküldü? Yanlış anlaşılmasın, bu tür adımları ne küçümsüyorum ne de önemsiz buluyorum ama meselenin bununla bittiğini sanmak veya bunun karşılığında Kürtlerden diğer her şeyden vazgeçmelerini veya bazı tavizler vermelerini beklemek, gerçekçi olmadığı gibi ahlaki de değil.

Başbakan ‘Kürt kardeşler’den bir adım atmalarını istiyor ama adamlar zaten üç milyondan fazla oy verip sivil siyasete, Meclis’e temsilci göndererek adım atmıyorlar mı? Bu kadar insan, kime, neye oy verdiğini bilmeden, şuursuzca davranmıyor herhalde. Öyleyse, böyle bir kitle, bu adamlara, bu şekilleriyle oy veriyorsa, artık “Bunu beğenmedim, daha güzelini gönder” demenin gerçek hayatta pek bir karşılığı yok. Temsilci diye gelenler hoşumuza gitmeyen sözler söyleyip, hoşumuza gitmeyen davranışlarda bulunabilirler, onları kıyasıya eleştirebiliriz ama onların temsilciliğini yadsıyamayız. Bu, siyasetçi için, yönetici için artık bir vakadır, sorunun çözümünde kullanacağı sosyolojik bir veridir, beğense de beğenmese de.

Bu durumu değiştirmek istiyorsa, ‘Kürt kardeşler’i PKK’dan ayıracak kararları almak ve uygulamaya geçirmek, hükümetin elinde (değil mi?). Üstelik, Başbakan’ın şikâyet ettiğinin aksine, bunlar için herhangi bir yapıyı muhatap almasına gerek de yok. Bunları pekâlâ AKP kendi içinde veya ‘aklına güvendikleriyle’ tartışabilir ve karar alabilir. Madem beğenmiyorsunuz, bırakın BDP ne yaparsa yapsın, ama siz atmanız gereken adımları atın. Bunlar aklın, vicdanın, doğru idarenin gerekleri zaten. Yalnız biraz acele etmekte fayda var, zira sonuç alacak adımların çıtası her geçen gün biraz daha yükseliyor.

Kongre konuşmasının her bölümüne sirayet etmiş, dolayısıyla fazlasıyla dikkat çeken bir özelliğine de değinmeden olmaz. Benim kulaklarımla tanık olduklarım arasında birinci olabilecek, Türk tarihi ve siyaseti çalışmaları sebebiyle okuduklarım arasında da üst sıralarda yer alabilecek derecede emperyalist ve irredentist bir metindi. Konuşmanın her satırında alperenler at koşturdu. Hani, konuşmayı salonda dinleyenlerin eline çıkışta birer kılıç-kalkan verseniz “Allah Allah” nidalarıyla nereye sefer edeceklerini bilemeyecekler, o derece. Allah’tan bu son kongresi; yoksa şiir sevdiği belli Başbakan bir dahaki kongrede Nihal Atsız’dan, “Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile? / Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı” dizelerini okuyabilirdi; zira yaptığı bu konuşmaya bakılacak olursa oradan bir adım uzakta. Haksızlık mı ediyorum? Belki de ediyorumdur ama en azından Yahya Kemal’den “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” şiirini okurdu gibime geliyor.

Bu söylemin neye faydası var Allah aşkına? Alparslan’ı rehber edinmek bugün hangi derdimize derman olacak? Alparslan maazallah kalkıp dünyanın bugünkü halini görse, koşa koşa mezarına geri döner. Onun için, bırakalım da rahat uyusun.

Bu diskur samimi bir dünya görüşü olarak mı yoksa Başbakan Erdoğan’ın ve AKP’nin popülaritesini artırmayı amaçlayan popülist bir araç olarak mı öne sürülüyor? (Popülarite de galiba uyuşturucu gibi, dozu devamlı artırmazsan bünye tatmin olmuyor). Bu ifadeler, bir kongre konuşmasında dinleyenleri etkilemek, heyecanı yükseltmek amacıyla söylenmiş, günlük politikada geçerli olamayacak, dolayısıyla çok ciddiye alınmaması gereken sözler olarak görülebilir; ama hiç de öyle değil, çünkü bir yandan Türklere/Müslümanlara tarih üzerinden bu gazı verip, bir yandan da Kürt sorunu gibi bir meselenin çözümünde gerekli esnek ve empatik tavrı göstermelerini bekleyemezsiniz. Kulağına, “Sen ki atları bilmem kaç kıtayı çiğnemiş cengâverlerin torunusun” sözü fısıldanmış biri, daha dinler mi, yok anadilinde eğitim hakkı, yok yerinden yönetim falan? Tarihe bu tür bir bakış, tarihteki Türk-Müslüman imgesi böyle biçimlendirilmeye devam ettikçe ve pompalandıkça, gerek Kürt meselesi, gerek Ermeni meselesi gibi, ötekine doğru bir yaklaşım gerektiren sorunların çözülmesi çok zor. Anlaşılan, Avrupa Birliği kriterleri unutuldukça ‘ortaokul tarih kitabı kriterleri’ bilinçüstüne çıkıyor.

Hep söylerim, Türkiye toplumunun en büyük güncel sorunu, tarihiyle kurduğu ilişki biçimidir.