OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Benim güzel yargım, sana ne yaptılar?

Son olaylarla birlikte herkes yargının, bırakın adalet dağıtmayı, çürüdüğünden bahseder oldu. Güzide yargı mekanizmamızın bünyesine virüsler girmiş, onu çalışamaz hale getirmişti. Elhak doğru, doğru da, ne zamandan beri? Benim bildiğim bu ülkede “mahkemeye düşmek” deyimi çok eskidir (Allah düşürmesin). Bizim önceliği adalet, insan, hak ve özgürlükler olan bir yargımız hiç oldu mu ki? Hayır, maalesef olmadı. Türkiye Cumhuriyeti’nde yargının önceliği, hele konu siyasiyse, hiçbir zaman adalet ve insan olmadı. Yargının, özellikle yüksek yargının önceliği her zaman devleti korumak, işlevi ise tehlike olarak tanımlanan kesimleri adalete aykırı da olsa bertaraf etmek, sindirmek ve etkisizleştirmekti. Yargı her zaman belli bir devlet ideolojisinin tetikçisi oldu. Bu ülke, devletin çıkarı söz konusu olduğunda adaletin ikinci plana itilebileceğini kendi ağzıyla söyleyen hâkimler gördü.

Uzağa gitmeyin, daha birkaç sene evvel, zamanın cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, gayrimüslim vakıfların mülklerinin iadesiyle ilgili yasayı veto gerekçesi olarak, bu vakıfların “haddinden fazla” güçlenmesinin devletin zararına olacağını söylememiş miydi? Yani, “Adaletin gereği olsa da, bunlara mallarını iade etmek devletimizin aleyhine olabilir, onun için vermeyelim” demeye getirmişti. Ve unutmayalım, Ahmet Necdet Sezer, senelerce Yargıtay’da ve Anasaya Mahkemesi’nde ‘adalet dağıtan’ konumundaydı. O Yargıtay ki, 1970’lerde gene gayrimüslim vakıf mülkleriyle ilgili, Sezer’le hemen hemen aynı mantık içinde kararlar vermiş, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir kısmını ‘yerli yabancılar’ olarak niteleyen hukuk ucubesi tanımlar kullanmıştı. 2000’lerin başında Boğaziçi Üniversitesi’nde siyaset bilimi yüksek lisansı yaparken, hocalarımdan birine bu kararlardan bahsedince bana inanmamış, “Olmaz öyle şey, vatandaş yabancı olarak nitelenir mi, sen yanlış hatırlıyorsundur” demişti. Hocam bana inanmamakta haklıydı aslında, çünkü ‘normal ve normatif’ bir yargı düzeninde bu olacak iş değildi; ne var ki biz normal bir yargıda düzeninde yaşamıyorduk, hâlâ da yaşamıyoruz. Kararları bulup ona gösterdiğim anda yaşadığı şaşkınlığı da unutamam.

1990’lar boyunca Türkiye’de gerek ilk derece, gerek yüksek mahkemelerin, Kürtlerle, onlara yapılan zulümle, faili meçhullerle alakalı kararlarını da, yargının Türkiye’deki işlevinin örnekleri olarak zikretmek mümkün. Gün geçmiyor ki, o veya bu mahkemenin de parçası olduğu bir kumpasla üstü örtülen bir cinayet, katliam, işkence haberi çıkmasın. Örnekler bitmez. Hrant Dink’in hem hayattayken kendisine açılan davalarda, hem de katledildikten sonra, öldürülmesiyle ilgili davada yaşanan skandallar geçmiş falan değil, hâlâ yaşıyoruz. Onun için, bu ülkenin mahkemelerinden her şey çıkmıştır, adalet hariç.

Bütün bunları “Böyle gelmiş böyle gider” demek için veya var olan durumun vahametini azaltmak, onu sıradanlaştırmak maksadıyla söylemiyorum. Yargının durumunun eskiden beri içler acısı olduğunu, adil yargı açısından cumhuriyetimizin dönülecek bir asr-ı saadeti, bir altın çağı olmadığını hatırlatmak için yazıyorum bunları. Bir de, devletle herhangi bir anda, herhangi bir nedenle ters düşeceklere bir hatırlatma yapıyorum: Önce gayrimüslimlerin ve daha sonra Kürtlerin başına gelenler sizin kristal kürenizdir; idarenin, bürokrasinin, yargının size neler yapabileceğini görmek istiyorsanız oraya bakın, zira hepsinin yapılmışı var. İlk günah sizi hiçbir zaman terk etmeyecek, tekrar tekrar yaşayacaksınız, ta ki siz onu görene dek.

Bir de bütün bu toz duman içinde tedavüle sokulan ‘kullanışlı aptallar’ lafı çıktı. Kimi hükümet kalemleri, bunu, meseleyi yolsuzluk operasyonu zannederek ‘cemaatin oyununa gelip’ seçilmiş hükümete karşı kurulan komplonun bir parçası haline gelen yorumcular için söylüyor. İşin trajikomik ve ironik tarafı, benzer bir tanımlamayı, tam olarak bu ifadeyi kullanmasalar bile, AKP karşıtı çevreler, referandumda hükümetin oyununa gelerek “Yetmez ama evet” diyenler için yapıyorlardı. Daha ayrıntılı konuşuruz ama şimdilik şu kadarını söyleyeyim: İnsan yorumlarını, eylemlerini, doğruluğuna inandığı ilkeleri her kaydüşart altında savunmak üzerine yapsın da, varsın ‘aptal’ olsun, varsın kullanılsın. Yorumlarını, kendisinin ya da şu veya bu kesimin, kişinin, örgütün çıkarını maksimize etmek için yapanların kurnazlığı sizin olsun. Zira, zekâdan ahlakı çıkarınca geriye kalan şeydir kurnazlık.