OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Taziye notları

 

Başbakan’ın 1915’le ilgili mesajı birçok yoruma konu oldu. Bu yorumların birçoğunda ölçü kaçtı. Bu mesajla, “Türkiye ve şu andaki hükümet artık soykırım konusunda yapabileceklerini yaptı, şimdi sıra ‘öbürlerinde’ ” havası yaratıldı. Beklenen karşılık –artık neyse o– alınamayınca, muhtemelen şu laflar ortada dolaşlamaya başlayacak: “Gördünüz mü, biz tarih boyunca gösterdiğimiz yücegönüllülüğü, alicenaplığı gene gösterdik ama bunlar nankör. Bizden günah gitti.”

Bir kez daha tekrarlayalım, yapılan bu açıklama değerlidir, tarihidir ve bu işin tarihi yazılırken bir kırılma noktası olarak tanımlanacaktır. Taziye insani bir yaklaşımdır ve ne olursa olsun teşekkürü hak eder. Açıklamadaki, “Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir” cümlesi de, şimdiye kadarki hoyrat ve nobran tutumdan ziyade insani bir tavra işaret ediyor. Bunların hepsi güzel; yalnız, unutmayalım, bu adımı bu kadar ‘büyük’ yapan, mesajın kendisi değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konudaki geçmiş berbat performansıdır. Devlet olarak, “Bir şey olmadı ki. Buralarda zaten Ermeni yoktu ki, geçerken uğramışlar”dan başlayıp “Asıl Ermeniler Türklere soykırım yaptı”ya uzanan bir geçmiş performansınız varsa, ölenlere taziye dileyince birden bire Nobel’e aday oluverirsiniz! Yanlış anlaşılmasın, Erdoğan ‘Ermeni-Türk barışması’nın mimarlarından biri olmayı başarırsa Nobel Barış Ödülü de anasının ak sütü gibi helaldir ama bilmiyorum, sadece taziyeye ödülü veriyorlar mı, içerden birine sordurmak lazım. Belki başka şeyler de yapmak gerekebilir. Ha, bir de –Charlie Rose’a verdiğiniz röportajda– “Ermenilere yapılana soykırım diyemeyiz, çünkü bugün Türkiye’de yaşayan Ermeniler var” sözleriyle ifade ettiğiniz tezi de, jüri, dünyayı barış dolu bir yer gibi gösterme motivasyonunuza yorarsa ne âlâ, yoksa işiniz biraz zor gibi. Zira, bunu söylediğinizde “Dünyada şimdiye kadar soykırım olmamıştır” demiş oluyorsunuz, farkındasınız,değil mi?

“Şimdi sıra karşı tarafta, bizim gösterdiğimiz cesareti onların da göstermesini bekliyoruz” denirken beklenen şey nedir, tam olarak anlayabilmiş değilim. Ayrıca, bu adım hangi Ermenilerden bekleniyor? Diaspora, Ermenistan ve Türkiye Ermenilerinin ayrı ayrı yapacakları bir şeyler mi var?

Mesajın 1915 ve sonrasında Ermenilerin başına gelenleri tarif etme biçimi ve yerleştirmeye çalıştığı pozisyon bilinmedik değil: ‘Acılardan bir acı’. Açıklamada sözü edilen acıların hiyerarşisi olmayacağı ve böyle bir kıyaslamanın acının öznesi açısından bir anlam ifade etmeyeceği ifadesi, son derece doğru. Öldürülenler, tecavüze uğrayanlar ve onların torunlarının hissiyatı açısından, bu korkunçlukları yapanların, merkezi bir politika gereği mi yoksa intikam hırsıyla mı yaptığı, hiçbir şeyi değiştirmez tabii. Amma ve lakin, bir devletin vatandaşlarını imha etmek maksadıyla geniş bir coğrafyada uygulamaya koyduğu bir plan ile başıbozukların ve ‘serbest radikaller’in görece kısıtlı bir bölgede giriştikleri vahşet, hukuken, siyaseten ve ‘ilmen’, birbirinden çok farklı olgulardır. Bunlara, denklemin iki tarafında yer alıp birbirini ‘götüren’ değişkenler muamelesi yapamazsınız. Evet, tüm acıları anlayalım ve hiyerarşiye tabi tutmayalım ama o acılara sebep olan vakaların hukuki ve siyasi nitelikleri pekâlâ birbirinden farklı olabilir. Cephede vuruşurken ölmüş askerin de, amele taburlarında çalıştırılırken dere kenarında boğazı kesilen adamın da anaları aynı ağlar, yürekleri aynı yanar ama biz tartışırken bunlara aynı şey veya terazinin iki kefesi muamelesi yapabilir miyiz? Yapamayız.

Açıklamada, ayrıca, “... I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayr-ı insani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türkler ile Ermeniler arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır” deniyor. Doğru ama, bilmem farkında mıyız, bu duygudaşlıkların kurulmasına engel olan şey aslında o zamanlar yaşananlar değil, sonrasında Türkiye devleti ve kamuoyu tarafından bu olaylara ve kurbanlara karşı takınılan tavır ve izlenen politikalar, yani literatürdeki ismiyle inkârcılık. Örneğin, taziye 99. yılda değil de faraza 50. yılda gelseydi, duygudaşlık konusunda şu ana dek muhtemelen epey yol kat etmiştik.

Tekrarlanan ‘tarih komisyonu’ önerisi hakkında da birçok soru var sorulması gereken, ama önce bu konuda zaten var olan devasa literatürü Türkçeye bir kazandırsak da sonra baksak, komisyonluk bir iş kalmış mı...