OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Solun yanlış kanalı - 2

Geçen hafta Türkiye’de sol siyasetin, dolayısıyla işçi haklarının ‘geri’ kalmasının nedenlerinden birinin, sol düşünce ve siyasetin bu topraklardaki tarihi olduğunu söylemiştik. Buradaki en büyük sorunlardan birinin ise, kendini sol sayan teorisyenlerin ve aktivistlerin, sol ile Kemalizm’i bağdaştırma ya da Kemalizm’den sol siyaset çıkarma çabalarının olduğunu ve bunun da, enerji ve zaman kaybının yanı sıra, sol düşüncenin yanlış bir yola girmesine sebep olduğunu belirtmiştik.

Bir açıdan bakınca, bu insanların Kemalizm’e kayıtsız kalmaları veya onu görmezden gelmeleri mümkün değildi. O, otoriter ve totaliter bir rejim olarak orta yerde duruyordu. Sol veya değil, herhangi bir ideolojinin Kemalizm’e dair bir sözü olması kaçınılmazdı. Ya düşüncenizi bir şekilde Kemalizm’e uyduracaktınız, ya da Kemalizm düşüncesiyle, kadrolarıyla ve iktidarıyla doğrudan bir çatışmayı göze alacaktınız. Eh, hele 1920’lerde insanların neredeyse sabah duruşmasını, akşam infazını yaptıklarını düşünecek olursak, Kemalizm’le çatışmaya girmek de her babayiğidin harcı olmasa gerektir. Nitekim, sol düşüncenin önemli kimi isimleri, hapiste geçirdikleri süreler içinde Kemalizm’in ne kadar doğru, Türkiye’ye ne kadar uygun, ne kadar da ‘sol’ olduğuna ‘ikna’ olmuşlardır. Örneğin, 1920’lerin başında Moskova’da gördüğü eğitimden ‘inanmış’ bir komünist olarak dönen Şevket Süreyya Aydemir, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’ndaki faaliyetlerinden dolayı 1925 yılında tutuklanıp, İstiklal Mahkemesi’nce on yıl hapse mahkûm edilmiş, bir buçuk yıl yattıktan sonra tahliye edilmiştir. Bu sürede, Türkiye için çıkar yolun (yoksa, kendinin hapisten çıkmasının yolunun mu demek lazım?) Kemalizm olduğuna kanaat getirmiştir. Onu suçlayamam; sekiz buçuk sene daha hapiste yatma ihtimalim olsa ben de bazı şeylere çok kolay ikna olurdum.

Sol düşüncenin önemli isimlerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı’da da benzer bir düşünce değişikliğini gözlemleyebiliriz. O da 1925’te (ne sene ama!) Türkiye Komünist Partisi’ndeki faaliyetlerinden dolayı (görünür sebep, daha doğrusu bahane Şeyh Sait isyanı tabii ki) tutuklanır ama bu tutukluluğu kısa sürer. 1929’da tekrar tutuklanır; bu sefer dört buçuk yıla mahkûm olur. Bu dönemler, Kıvılcımlı’nın çok net ve sert Kemalizm karşıtı ifadeler kullandığı zamanlardır. Örneğin şöyle diyor (imlasına dokunmadım):

“...Kemalizm (deyince), derebeyi artıkları+tefeci sermaye+finans kapital+finans kapital devleti bloku akla gelir. Bu dört öğe birbirini tamamlayarak birbirinden ayırt edilemez bir bütün halinde kaynaşarak biricik Kemalizm sistemini yaratır. Türkiye’de Kemalizm yaşadıkça bu dört başlı biricik soygun ve çapul canavarı köylülüğün canını ve kanını emecektir.” (Arif Ulaş Bilgiç, “Doktor Hikmet Kıvılcımlı”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce, Cilt 8, Sol, İstanbul: İletişim Yay., s. 587-588.)

Gayet kesin ifadeler, değil mi? Bunu yazan birinin Kemalizm’den hiçbir olumlu beklentisi olmadığı sonucu kolaylıkla çıkarılabilir. Halbuki, yukarıdaki alıntıyı yaptığım makalenin yazarı Bilgiç’in de dediği gibi, bu dönemden sonra Kıvılcımlı’nın Kemalizm’i eleştirdiğini pek göremeyeceğiz; hatta 1950’li yıllarda Kemalizm’le uzlaşma, hatta onun en önemli temsilcisi olan orduya siyaseten ‘ilerici’ bir rol biçme çabası içinde olduğunu göreceğiz. Kıvılcımlı’nın da fikrini hapishanede değiştirdiğini söylemek mümkün; zira 1938 yılında Kemal Tahir ve birkaç kişiyle birlikte, ne ironiktir ki, Bahriyeli askerlerin darbeye teşvik suçundan yargılandığı Donanma Davası’nda 15 yıl hapse mahkûm olur, 1950’ye kadar hapiste kalır. Çıktığında Kemalizm’e eskisi kadar olumsuz bakmamaktadır.

Tabii, bir de, Doğan Avcıoğlu gibi, Kemalizm’le sosyalizmi daha gönüllü biçimde bağdaştıran solcular vardı. Ona göre, Kemalizm’in asıl amacı sosyalist bir düzen ve bu düzen içinde kalkınmaydı. Bunu gerçekleştirmek için her yol meşruydu. Hele Ekim 1969’da Avcıoğlu’nun liderliğinde yayımlanmaya başlanan ‘Devrim’ dergisinde, iktidarı parlamenter sistemin öngördüğü meşru yollardan farklı biçimde ele geçirmenin, yani askeri bir darbenin propagandası açık açık yapılıyor, Mustafa Kemal’in de demokrasinin ‘şekilsel’ tarafına ‘takılmadığı’ söyleniyordu. Bu ‘şekilsel’ demokrasiyi tarif etmek için, Avcıoğlu’nun meşhur ettiği bir tabir vardı: Cici demorkasi! (Bu bilgiler için, birçok başka kaynağın yanı sıra, Gökhan Atılgan’ın, yukarıda zikrettiğim ciltteki ‘Yön-Devrim Hareketi’ başlıklı makalesine bakılabilir). Böylece, kitlelerin yanında durması gereken sol, çok rahatlıkla devletin yanında konumlandırılmış oldu. Ama tabii, gene halkın iyiliği için!