BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

İz bırakamıyor muyuz?

Biz, cemaatte sanat manat konularına gönül verenler, bir avuç, ‘yüreği avucunda’ emekçiler, hele hele tiyatrocular, yeterince iz mi bırakamıyoruz acaba? Çabuk unutuluyoruz. Abartmayı mı bilmediğimizden, yoksa kayıt kuyut işlerini mi aksattığımızdan böyle oluyor? Ölüp gidince, onca emekle, onca sevgiyle ortaya çıkan ve onca alkış alan işler gibi, adın da silinip gidiyor. Gerçekten ‘iki kalas bir heves’ mi acaba tiyatro? Kalasların yıkılmasına mı bağlı her şey? Ya da zamanın dönüştüren rüzgârına? Hiç mi kalmaz belleklerde; alınanlar, verilenler, duygular ve o duygulara neden olanlar? Bilemiyorum ki, seçtiğim sözcükler, verdiğim örnekler, yeterli oluyor mu, olabilir mi içimdeki burukluğu ifade etmeye? Geçen hafta Agos’ta çıkan, Mıhitaryan Derneği’yle ilgili bir yazı yol açtı bu burukluğa.

Birçokları gibi benim de hayatımda önemli bir yeri vardı o çatının. Ta lise çağlarımdan, ‘orkestralar geçidi’ yapıldığı ve sevgili Marten Yorgantz’la aynı orkestrada şarkı söylediğimiz yıllardan. O yıllarda Arto Berberyan da o ‘ağparig’lerden (abilerden) biriydi. Adı yalnızca bir resim altı notunda geçiyor. O da yazdığı oyunun ödül almasından hatırlanmıştır belki. Tüm yazıda, başka hiçbir yerde yok adı. Elimde değil, hafiften bir cız etti içim. Ben de defalarca sahneye çıktım o çatının altında, ama elli yılı aşkın geçmişi olan bir mekânın tek tek anılması mümkün olmayan nice tiyatro emekçisinin yanında benimkinin lafı bile olmaz. Ve de tabii ki bir derneğin, zamanın nereye sürükleyeceği meçhul, dönüştürücü rüzgârına kapılışını anlatırken, o emekçilerden hangi birini anacaksın? Ama Arto başka.

Onun teri duvarlarına geçmiş, temeline sinmiştir o binanın. Derneği evinden önce gelmiştir daima; iyi bilirim, çünkü onunla evlendim. Karagözyan da öyle oldu zaman içinde, ki o da başka bir burukluk nedeni ve de başka bir yazı konusu. Sahnesine adını verdilerdi bir ara. Ne oldu? Binayı yıktıklarında, bukanın (sahne çerçevesi) üstünde duran, üzerinde adının yazılı olduğu plaketi almayı bile akıl etmedi kimse. Allah’tan, omuzdaşlarımızdan sevgili Murat Cavak, son anda fark edip yıkıntılar arasından çıkarıp alıyor da, evine götürüp anılarına katıyor onu. Yoksa yitip gidecekti.

Ayrıca, Mıhitaryan’dan söz edilirken hatırlanan ‘Genç Oyuncular’ ekibinin kurucularından olduğu halde, yalnızca ‘… gibi oyuncular’ kısmında saklı kalmış adı. Oluyor bunlar. Dedim ya, kayıt kuyut bırakılmadığından belki, gençler bilmiyor. Geçen sezon ‘Anuş Olmak’ projesine el verdiğimde yine sıkça girdim çıktım nice anı barındıran o çatının altına da, oradan biliyorum. Gençler bilmiyor. Gençler yüzeysel, gençler dijital... Onun gibi insanların bıraktığı izler de biraz derinde kalıyor belki, ve pek de uygun değil dijital ortama. Siliniyor zahir... Ne yapsak, nasıl etsek ki, ‘aferin’den başka ödülleri olmayan gönül insanları unutulmasa? Beni de unutacaklar demek... Kitaptı, yazı çiziydi, kalır belki biraz ama tiyatronun kalasları yıkılınca, uçup gider her şey. Neyse, daha o günlere vakit vardır umarım. Aslında günümüzün esas sorunu yüzeysellik. Hayır, dikkatli olsalar, o kadar batmayacak yüzeysellik.

Mesela, gazetenin aynı sayısında, Boğaziçi Üniversitesi’nde, Getronaganlı ve Karagözyanlı öğrencilerin katıldıkları etkinlikle ilgili bir haber de var. Hani, Molière ile Baronyan’ı buluşturan etkinlik... Boğos Çalgıcıoğlu’nun adına sıkça yer verilmiş. Eh, evet, tabii ki biraz el verdiydi ama hiç de yönetmedi. Getronaganlı çocukların oynadığı Ermenice ‘Cimri’yi Serda Arslan yönetti. Adı bile yok. Niye? Çok da başarılı bir işe imza attı ve beni çok gururlandırdı. Ayrıca, Özgür Eren ‘Haşmetlû Dilenciler’ oyununun yönetmenliğini yaptığı gibi, oyunda anlatıcı olarak da yer aldı. Yani Boğos’un her oyundan önce çıkıp birer konuşma yaptığı külliyen yanlış. O yalnızca ‘Cimri’ oyunundan önce, yani en başta çıkıp biraz bilgi verdi, o kadar.

Buna karşılık, Şirinoğlu Salonu’nda yapılan, Hagop Siruni’yi anma etkinliğinde Getronagan Lisesi öğrencilerinin sunduğu danslı tiyatro gösterisinde, yaşam öyküsünden bir kesiti oyunlaştıran ve yöneten Boğos Çalgıcıoğlu olduğu halde, hiç lafı edilmemiş. Son derece başarılı olan dansları da Banu Açıkdeniz hazırladı, onun da adı yok. Niye?

Bakınız gençler; bizde bu sanat manat işleri özveriyle yapılıyor, alkıştan ve ‘aferin’den başka ödülü de yok. Bizim gibilerin gereksiz pohpohlanmaya değil, hak ettiği takdire ihtiyacı olur ancak. Lütfen bu konularda biraz daha duyarlı olun ve isim hataları yapmamaya özen gösterin, gönülle iş yapan yaratıcı insanları kırmayın. Ölmüş olanları da öyle hemencecik unutmayın.