HERKÜL MİLLAS

Herkül Millas

ALGI(LA)MAK

Azınlığın paradoksal halleri

Azınlık üyesi olarak doğmuş ve büyümüş olmama, sık sık kendimi öyle görmeme ve böyle belirlememe rağmen, bazen bu kimlikle pek barışık olmadığımı seziyorum. Benim ‘azınlık grubumu’ çok içe kapanık, kendimi de onlara göre dışa açık hissediyorum. Kendi grubuma mesafeliyim; yabancıyım, ayrı dünyalardanız adeta. ‘Çoğunluğun’ beni görme biçimiyle de barışık değilim; beni yalnız bir ‘azınlığın üyesi’ olarak görmeleri de ters geliyor. Onların bu algısıyla da rahatsız oluyorum, çünkü bu algı çok önemli; beni nasıl gördükleri hayatımı, doğrudan etkiliyor. Benim ve ailemin hayatı hep, başkalarının ‘biz’i nasıl gördüklerine göre şekillendi.

Çoğunluğun ‘biz’i nasıl gördüğü, benim kendimi nasıl gördüğümden daha önemli. Belki de –diye düşünüyorum arada–, kimliğimi ben seçmedim; başkaları dolaylı, hatta bazen doğrudan ve bana danışmadan bu kimliğin ne olduğuna karar verdi ve bana yakıştırdı. Sonunda, azınlık üyesi olduğumu kabul ettiğimde ‘bir gruba üye olmamın’ ne anlama geldiği pek açık değil. Grupla uyum içinde değilim, kimliğimi ben seçmedim, istemesem de grubun üyesi sayılıyorum vb. Belirsizlikler çok. Tek emin olduğum, ‘ait olduğum’ azınlığın pek az üyesiyle anlaşabildiğimdir. Çoğunluk sayılan pek çok kimseyle daha güzel anlaşıyorum. Yani, anlaşamadıklarımla bir bütünmüşüm, anlaşabildiklerimle yabancı! Kısacası, paradoksal bir durum bu ‘azınlıklık’.

Azınlığın çoğunluğu –yani pek çok üyesi– herhalde benim hissettiğim tuhaflığı ve çelişkiyi hissetmiyor. “Biz azınlığız, etrafta da çoğunluk var” deyip her şeyi normal görüyorlar galiba. Ama benimle aynı sıkıntıları paylaşan arkadaşlarım da olmuştur. Yahudi bir arkadaşım anlatmıştı. Askerliğini yaparken, Yahudi olduğu için ondan kantini işletmesi istenince, “Ben iyi bir Yahudi değilim” demiş. Malum, “Yahudiler para işlerini iyi kıvırırlar” inancı yaygındır. Shakespeare’in Shylock’undan ve çok daha eskilerden beri bu böyle bilinir. İstanbul’da Rum ve Ermeni, Batı Trakya’da Türk, Müslüman vb. bu tür stereotip ve önyargı kalıpları içinde algılanır, çoğunluk tarafından. Bu algılar sezildiğinde ve “Ben azınlık üyesi değilim” veya arkadaşımın dediği gibi “Ben iyi, yani ‘tipik’ bir Yahudi değilim” dendiğinde kastedilen şudur: “Ben senin algıladığın Öteki gibi değilim!”

Çoğunluğun ‘azınlık’ algısı, azınlık üyesine ters gelir. Bir örnek: Birkaç ay önce Trabzonspor Başkanı İsmail Hacıosmanoğlu, şike davası bağlamında Trabzon’a haksızlık yapıldığını ifade etmek için “Ne yani? Biz Rum takımı mıyız, Ermeni takımı mıyız?” diyor. Eleştirilince de “Kastım içimizde yaşayan Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlarımızı üzmek değildi” diyor. Yani kusurunu, birilerini ‘üzmek’ olarak algılamış; azınlıkları nasıl algıladığının farkında değil hâlâ! Sonra da ‘düzeltiyor’ lafını: “Benim o sözleri söylemekteki amacım siyasi partilerin Trabzonspor’a yabancı futbol takımı muamelesi yapmalarına tepki göstermekti. Keşke ‘Biz Fransız takımı mıyız, İspanyol takımı mıyız?’ diye sorsaydım, amacımı daha iyi ifade etmiş olurdum.” Aslında itirafı acıklı; “Azınlık veya yabancı takımlara haksızlık yapılabilir ama ‘biz’e haksızlık etmeyin” diyor. İşte bu anlamda azınlık olmak istemiyorum demek istiyorum. Ama azınlık üyelerinin ‘çoğunluğuna’ da benzemek istemiyorum – cemaatinin sınırları içinde, ülkenin sorunlarına yabancılaşmış, kendi dar dünyasında bir münzevi durumu.

Aslında dünya hızla değişiyor, ülkelerin sınırları eski değerlerini kaybetmekte. Artık pek çok ülkeye pasaportsuz, vizesiz gidilebiliyor. Avrupa Birliği içinde yerleşmek, iş tutmak, para transferi yapmak gibi sınırlamalar bütünüyle kalktı. İletişim ve medya olanakları da, daha yirmi yıl önce hayal bile etmediğimiz boyutlara vardı. En uzak bir ülkede olanlar, anında oturma odamızda, canlı izlenebiliyor. Buna ‘küreselleşme’ diyenler var; “Dünyamız kocaman bir köye dönüştü” diyenler var. Farklı kültürler kaynaşıyor, toplumlar birbirine daha yakın, daha benzer oluyor.

Bu değişen dünyamızda ‘azınlık’ gerçeğinin son dönemde değişmeyip, yüz yıl önce olduğu gibi kalmasını beklemek tuhaf olurdu. Azınlığın günümüzde sezilen paradoksal durumları, eski ile yeninin çatışmasının sonucu herhalde. Azınlıklar dünyasında ve statüsünde yeni olan durumlar var. Eskiden (‘eski’, ülkeden ülkeye değişiyor) azınlıklar eşit vatandaş sayılmazdı. Bu yüzden ezilir, hor görülür veya uluslararası antlaşmalarla ‘korunurlardı’. Şimdi devletler, azınlıktır/değildir demeden, bütün vatandaşların insan haklarını korumak zorunda. Bu durum azınlık statüsünün gerekliliğini azalttı. Artık çoğunluğa göre bir farklılık sergileyen bir birey, azınlık statüsü altında koruma ve hak arayışına girme ihtiyacı hissetmiyor (veya bu ihtiyaç artık aynı güçte değil); uluslararası bir yükümlülük olan insan haklarına atıf yapabiliyor.

Bu durum onu kendi azınlık cemaatine karşı da daha bağımsız kılıyor. Çünkü kendini güvende hissetmek için yeni dayanaklar buluyor veya farklı odaklardan kaynaklanan dayanakların varlığını da seziyor. Bu yüzden azınlık cemaatlerinin içinde daha bağımsız davranan, farklılaşan azınlık üyeleri görüyoruz. Belki daha önemlisi, azınlık/çoğunluk ayrışması zayıflamakta, başka ilkeler ve kimlikler çerçevesinde yeni bloklaşmalar oluşmakta. Kimi azınlık üyelerinin, kendi cemaatlerine (bu her ne demekse) değil, çoğunlukla ilişkili çevrelerde daha rahat hissetmeleri de belki böyle açıklanabilir. Yani, aklıma takılan soru şu: Geleneksel anlamda azınlık olmak son mu buluyor?