“Beyrut’tan öte Lübnan var mıdır?” sorusuna cevap vermek çok zor. Çoğu zaman, Lübnan’ın kuzeyinde ya da güneyinde savaş yaşanırken, başkent Beyrut’ta hayat olduğu gibi devam eder, geceleri eğlence yerleri tıka basa dolu olur, sabahları bankalar kapılarını açar, insanlar alışverişlerini yaparlar. Önyargılı, genellemeci ve yalnızca burjuvalara odaklanan bir yaklaşımı yansıtsa da, aslında tarihsel ve sosyal kökleri olan bir imge bu.
IŞİD, Nusra Cephesi, Özgür Suriye Ordusu, ve Esad rejimine muhalif olan her odak, Lübnan’ı savaşın ilk günlerinden beri lojistik amaçlarla kullandı. Muhalifler, Lübnan’da belirli bir güce ve etkiye sahip olmadan Suriye’de vurucu bir eylem yapılamayacağını erken fark ettiler ve Lübnan’a ilişkin stratejilerini, bu durumu hesaba katarak kurdular. Türkiye, Irak ve Ürdün de Suriye ile sınırı olan ülkeler, ama Lübnan’ın hem Şam’a yani rejimini başkentine, hem Suriye’nin sahil bölgesindeki şehirlere yani rejimin sırtını dayadığı Alevi bölgelerine, hem de Homs’a yani başkentten sahile giden yoldaki en büyük merkeze çok yakın olması, Lübnan’ı muhalefet için vazgeçilmez kıldı. Bu anlamda, Lübnan tümüyle muhalefetin eline geçseydi, Suriye rejimi belki de çoktan çökmüş olurdu.
Ancak Lübnan düşmedi. Lübnan’ın birçok bölgesi düştü; ilk olarak, güneydeki Sayda/Sidon şehri muhalefet için üs olarak kullanıldı; sonra, kuzeydoğuda küçük bir şehir olan Arsal, âdeta bağımsız hale gelip, muhalefetin özgürce nefes aldığı bir yer oldu; son olarak da, Lübnan’ın ikinci büyük şehri, kuzeydeki Trablus, IŞİD’in merkezi oldu, ve hatta, IŞİD’in bu şehirde birçok destekleyicisi olduğu öne sürüldü. Ancak Lübnan düşmedi, çünkü Beyrut düşmedi. Beyrut, o gizemli gücü sayesinde (ya da çok açık bir şekilde Batı’nın gözbebeği olduğu için), savaşın dışında kaldı. Aksine, Lübnan’sız bir Suriye savaşı olmayacağı gibi, savaşın önce Lübnan’da bitebileceğinin sinyalleri geldi. Belki savaş tamamen bitmeyecek, ama Nusra Cephesi gibi, IŞİD’in de sonu Lübnan’da gelmek üzere.
IŞİD Kobanê’de kaybetti ve bunun, örgütün yapılanması üzerinde büyük etkisi olacak. Ama, hemen hemen aynı günlerde yaşanan başka bir süreçte, Lübnan ordusu, Trablus’ta, IŞİD’in en büyük şehir yapılanmasını yok etmişti. Üç gün süren bir operasyonla, tüm komuta ve yerleşim merkezleri etkisiz hale getirildi, IŞİD mensupları şehirden çıkarıldı. Irak’taki Musul ve Suriye’deki Rakka’da hâlâ güçlü olan IŞİD, Trablus’la birlikte, denize açılan tek kapısını kaybetmiş oluyor. Ve böylece, Türkiye IŞİD’in, nefes alabileceği tek kanal haline geliyor.
Peki, neden böyle oldu? Lübnan ordusu, Türkiye ordusu ya da Suriye ordusu gibi ordulardan değil. Aradaki farkı burada uzun uzadıya anlatmak mümkün değil, ama şöyle diyebiliriz: Lübnan ordusu, önemli bir siyasi karar alınmadan, yani bölgesel ve belki küresel bir anlaşma olmadan, tanklarını büyük bir operasyon için üslerinden çıkarmaz. Çıkaramaz. Lübnan ordusu Trablus’a bu tür bir kararla gitti ve IŞİD’e savaş açtı. Bir yandan bölgesel dengelerin IŞİD’e karşı odaklanması, diğer yandan Beyrut’u Suriye savaşından korumak için, Lübnan ordusuna güçlü destek veren, tabii ki yine Amerika oldu. Operasyonun tamamlandığı gün, Washington’dan orduya övgüler yağdı.
Beyrut’un Lübnan’dan uzak kalıp, biraz olsun huzurlu yaşamak istemesi de, Amerika’nın ve genel olarak Batı’nın güvencesi altında. Lübnan savaşın en önemli parçalarından biri olsa da, Beyrut öyle değil. Beyrut’un, Lübnan’ın genel siyasi durumundan kopuk kalması, Beyrutluların bu yöndeki arzusuna olduğu kadar, diğerlerinin Beyrut’taki havayı bozmaması şartına da bağlı. Dolayısıyla, IŞİD’in süresinin dolduğunu ilk olarak Beyrut’tan öğreneceğiz. Bu, savaşın bittiği anlamına gelmez; yeni bir boşluğun doğduğu anlamına gelir. Lübnan ordusu mu dolduracak o boşluğu? Kobanê’ye Peşmerge geldi; Lübnan’da ise, henüz belli değil.