Anadolu’daki arkeolojik kazılara Ermeniler de dahil olmalı

Ermeni Mimar ve Mühendisler Derneği'nin (HAYCAR) bu akşam düzenleyeceği ‘Yakın-Uzak Komşu Ermenistan’a Yolculuk’ etkinliğinin Ermenistan'dan gelen konuğu, Ermenistan Ulusal Mimari Müze ve Enstitiüsü’nün başkanlığını üstlenen Aşod Haygazun Krikoryan'la dünden bugüne Ermeni mimarisini konuştuk.

Son yıllarda Anadolu’nun birçok noktasına seyahatler düzenleyen Ermeni Mimar ve Mühendisler Derneği (HAYCAR), 6 Şubat Cuma akşamı Feriköy Vartanants Kilisesi Şirinoğlu Salonu’nda, ‘Yakın-Uzak Komşu Ermenistan’a Yolculuk’ başlıklı bir etkinlik düzenliyor. Geçtiğimiz yıl Ekim ayında Ermenistan’da düzenlenen ‘Yerevan Ermeni Mimari Bienali’ne katılan HAYCAR’lılar, bu yolculuktan elde ettikleri izlenimleri ve bilgileri, bu vesileyle paylaşacaklar. 

HAYCAR mimarlarından Zakarya Mildanoğlu, yolculukla ilgili hazırladığı slayt sunumuna ilişkin duygularını şöyle tarif ediyor: “Binlerce yıl öncesinden süzülüp gelen taş işçiliğinin eşsiz örneklerine ve UNESCO tarafından Dünya Kültürel Mirası ilan edilen mabet, kilise ve manastır gibi yapı komplekslerini ziyaret ettik, bir anlamıyla ‘hacı’ olduk.” Mildanoğlu, sunumunda Ermeni yapı sanatına ilişkin bilgiler de verecek.

Etkinliğin bir de Ermenistan’dan konuğu var. 1990’dan bu yana, Ermenistan Ulusal Mimari Müze ve Enstitiüsü’nün başkanlığını üstlenen Aşod Haygazun Krikoryan, Ermeni mimarisindeki sembolizmle ilgili bir sunum yapacak.

Tarih konusunda da alışılmışın dışında söylemleri olan mimar Aşod Haygazun Krikoryan ile dünden bugüne Ermeni mimarisine ilişkin konuştuk.

Bu seyahatinizdeki başlıca amacınız nedir?

2014 Ekim ayında, Ermenistan’da, tüm dünyadan Ermeni mimarların işlerinin sergilendiği ve yarıştığı ‘Yerevan Mimari Bienali’ düzenlendi. Çeşitli kategorilerde HAYCAR mimarları da bienale katıldı. Gelmemdeki amaçların arasında, bu kapsamda ödül alan mimarlara ödüllerini takdim etmek de yer alıyor. HAYCAR gibi bir mesleki derneğin varlığı, İstanbul ve Türkiye için çok önemli. Buna benzer Ermeni mimarlar ve mühendislere ait bir dernek de Tahran’da vardı ve İran’da alanındaki tek örnekti. HAYCAR, bu anlamda kurulan ikinci dernek oldu. Bu yıl uluslararası jüri, bienale katılan bazı HAYCAR üyelerinin çalışmalarını ödüle değer buldu. Örneğin, Alin Pontioğlu’nun Ani Kenti’ndeki Surp Pırgiç Kilisesi’nin restitüsyonuna ilişkin projesi, en iyi restorasyon projesi olarak belirlendi. Ödüller, Diaspora Bakanlığı ve Şehircilik Bakanlığı tarafından veriliyor.

"Amacımız dünyadaki Ermeni mimarlar arasında mesleki birliği sağlamak. Bu sayede, farklı yerlerdeki Ermeni mimarların ortak eserler üretmesini de mümkün kılacağız."

Başkanı olduğunuz Ulusal Ermeni Mimarlar Birliği ve Enstitüsü ne gibi faaliyetler düzenliyor?

Bahsettiğim bienal ve sergi açılışı, o yıl ilk kez kutlanan ‘Mimarlar Günü’nde düzenlendi. Amacımız, dünyadaki Ermeni mimarların birbirleriyle iletişime geçmesini sağlamak ve bu mesleki birliğin koordinasyonunu oluşturmak. Bu sayede, Ermenistan’da veya dünyanın farklı bir yerinde, Ermeni mimarların ortak eserler üretmesini de mümkün kılacağız. Bu bağlamda, Ermenistan hükümetinin desteğiyle Ermeni mimar ve inşaat mühendislerinin kapsamlı bir arşivini de oluşturmaya çalışıyoruz.

İstanbul özelinde, Osmanlı İmparatorluğu dönemine ilişkin çok sayıda derleme mevcut; Cumhuriyet döneminde ise bu eksik. Şu anda, Cumhuriyet dönemi mimarlarına ilişkin çalışma yapıyoruz.

Anadolu’daki Ermeni kültürel mirasının canlandırılması için sizce neler yapılabilir?

Anadolu’daki anıtsal değer taşıyan Ermeni mirasının canlandırılması, son derece karmaşık bir konu. Son 30 yılda yapılması gereken ilk şey, nelerin korunmuş olduğunu tespit etmekti. Bazı engeller kalkıp biraz seyahat özgürlüğü oluştuğunda, anıtsal bir yapıtın yüz yıl önceki hâlini ve şimdiki hâlini yan yana gösteren fotoğraflar çekmek gibi bir akım ortaya çıktı. Tarihi bir tespit yapmak için bu önemli, fakat yeterli değil. Asıl yapılması gereken, buranın ne ifade ettiğini anlamak. Harabeye dönüşmüş yapının değeri neydi? Bunu tespit edebilmek için araştırma yapmak gerekiyor. Araştırma yapabilmek için de ortak akademik çalışmalar gerekiyor. Ermenistan ve Türkiye arasında bunun temelleri, henüz ‘yavaş yavaş’ atılıyor. Sonuçta iki ülke arasında diplomatik ilişkiler mevcut değil.

Daha kapsamlı ortak çalışmalar nasıl yürütülebilir sizce?

Ortak araştırma, iki tarafı da ilgilendiren değerlerin seçiminde eşit koşulları tanıma ilkesiyle mümkün olabilir. Taraflardan birisi bu ilkeye uymuyorsa, araştırma yapılamaz.  Mesela bugün arkeoloji dünyasında çokça konuşulan ‘Göbekli Tepe’ kazıları var. Kazıları Almanlar yürütüyor ve bu çalışmaları Türkiye’deki tarihi bir eseri ortaya çıkarmak üzere yapıyorlar. Türkiye ve Almanya devletleri arasında böyle bir ortaklık var. Öte yandan, bu iki tarafın da kültürel açıdan Ermenistan’ı üçüncü bir taraf olarak görme arzusu yok. Oysa, Ermenistan’ın bu yönde çok büyük katkıları olabilir. Urartuların, Ermeni kültürünün bir parçası olduğuna dair Türkiye’de şüpheli yaklaşımlar var, fakat literatürde böyle bir şüpheye rastlanmıyor; pek çok saygın bilim insanı bu konuda hemfikir.

Göbekli Tepe’deki bulguların Urartularla ilgisi var mı sizce?

Göbekli Tepe’nin M.Ö. 12 binli yıllarda yapıldığına dair tespitler var. Ermenistan’da ise henüz ‘Homo sapiens’ten bahsedilmeyen zamanlardan, M.Ö. 15 binden kalma yapıtlar var. Ermeni tarihçiler arasında tanınan bir isim olan Rahip Ğevont Alişan, ‘Ermenilerin Eski İnanışları’ adlı çalışmasında, Hıristiyanlık ve çok tanrılı dinler dönemi dışında, tek tanrılı bir dine inanılan bir dönemden de bahsediyor. Katmanlar arası ilişkileri incelediğinizde, aynı kültürel yapının devam ettiğini fark ediyorsunuz. Bugün Göbekli Tepe’nin ilk uygarlık örneği olduğu dile getiriliyor. Oysa, birinci değil, ikinci uygarlık örneğidir. Akademi ve müzemizin bu yönde çok sayıda yayını var. Bunların başka dillere tercüme edilmemiş olması, maalesef çok büyük bir kayıp. Sonuç olarak, Anadolu coğrafyasındaki birçok kazı için önemli katkılar sağlayacak birikimimiz ve bilim insanlarımız var. 

Ani’de bazı çalışmalar yapıldığını duyuyoruz. Bu çalışmalara dahil olabiliyor musunuz?

Türkiye ve Ermenistan arasında Ani’ye yönelik talepler, ICOMOS üzerinden sürdürülüyor. Diplomatik ilişki olmaması, bu kanal üzerinden yürümeyi zorunlu kılıyor. Bizler, Ermeni uzmanlar olarak bu çalışmalarda yer almayı çok isterdik. Bu mümkün olamasa da, HAYCAR’ın sürece katılımı çok kıymetli. Ani’deki çalışmalardan haberdarız. Burada da önemli olan, orada ne arandığı meselesi… Ani’de, M.Ö. 8 bin yıla kadar uzanan katmanlar mevcut. Eğer siz, Selçuklulara ait olanları ortaya çıkarmak istiyorsanız, diğerlerinin üzerini örtersiniz. Oysa, derinlikli araştırmalar yapılması gerekir. Maalesef böyle bir yaklaşım, yalnızca bizim için değerli, başkaları için anlamsız.

Ermeni mimarların eserleri binlerce yıl öncesine uzanıyor

Mimarlar arası işbirliğine dair tarihte de örnekleri var mı?

Alman arkeologlar, son dönem kazılarda elde ettikleri ilginç bir bulguyu yayımladı. Bugün Irak’ta bulunan Uruk şehrinin kralı, M.Ö. 3 bin yılından kalma bir yazıt göndermiş.  Yazıtta şöyle deniyor: “Kuzey’deki Ararat Krallığı’ndaki kardeşlerimizin, bize inşaat malzemesi ve mimar göndermemesinin sebebi nedir? Hediyelerle bir elçi gönderin ve bunun sebebini öğrenin.”

Peki, bu bize neyi gösteriyor? Depremde zarar gören Ayasofya kubbesinin onarımı için, Ani’den Dırtad Usta getirilmişti. Bizans güçlü bir imparatorluk olduğu dönemde, neden Ermenistan’dan bir mimar getirmek istemişti? O dönemde, bu ustaların arasında bir birlik vardı ve bugünkü diplomalarla kıyaslayabileceğimiz belgelere sahiptiler. İmparatorluk deneyimlerine  güvenerek, Dırtad’ı davet etmişti. Ermeni mimarların ve taş ustalarının, çok geniş bir coğrafyada eserler ürettiğine dair çok sayıda bulgu var. Uruk Kralı’nın yazıtı Bizans döneminde bilinen bu birlik, binlerce yıl önceden beri yürürlükte olduğunu gösteriyor.

‘Ermenistan’daki mimarinin son 20 yılı arayışlardan ibaret’

Günümüze dönersek, Yerevan’da nasıl bir durum söz konusu? Şehrin mimarı Aleksandr Tamanyan’ın çizgisinden çıkıp, başka bir kimliğe mi büründü şehir?

Şehir, nefes alan bir organizma olarak çok karmaşık bir düzene sahiptir. Bana soracak olursanız, Yerevan’dan bahsederken, tek bir mimardan söz etmek doğru değil. Tamanyan’ın planı, 1920’lerden itibaren görünür hale geldi. Şehir mimarisinin kökleriyse, çok daha öncelerine gidiyor. Sovyet döneminde bu plana uyuldu ve şehir merkezi korunarak, ihtiyaçlar doğrultusunda geliştirildi. Bağımsızlıktan sonra, Demir Perde’nin kalkması ve serbest piyasanın gelmesiyle, yeni bir mimari stil oluştu. Ulusal, yöresel ve uluslararasının iç içe geçtiği bir tarzdı bu. Ermenistan’daki mimarinin son 20 yılını, arayışlardan ibaret olarak değerlendiriyorum. Maalesef, burada bir bütünlükten söz edemeyiz. Fakat, artık bu çılgın arayıştan daha sakin bir döneme geçildiğini söyleyebilirim.

Etiketler

Ermenistan mimar HAYCAR


Yazar Hakkında

1979 İstanbul doğumlu. Toplum bölümünün editörü, demokratikleşme, insan hakları, inanç özgürlüğü ve azınlık vakıflarıyla ilgili haberler yapıyor.