‘Kayseri’nin gelişmesinde emval-i metruke vurgunu çok önemli rol oynuyor’

Ermeni meselesine dair çalışmalarda İstanbul’da yürüyen karar süreci kadar, bu politikanın ve kararların yerelde nasıl uygulandığını öğrenmek de giderek önem kazanıyor. Kocaeli Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Dr. Oya Gözel Durmaz, Kayseri’de bu sürecin nasıl yürütüldüğü üzerine önemli bir çalışma yaptı. Tarih Vakfı’nın Perşembe Konuşmaları çerçevesinde 19 Mart’ta Kayseri’de emval-i metrukenin el değiştirme süreci üzerine sunum yapan Gözel Durmaz’la Kayseri’de 1915’e giden yolu, 1915’i ve sonrasını konuştuk.

Kayseri 1915’e gelene kadar Ermeni ve Rum nüfusun yoğun olarak yaşadığı bir yer. 1915’ten önceki Kayseri nasıl bir yer?

1914’teki nüfus sayımı sonuçlarından öğrendiğimize göre, Kayseri’nin toplam nüfusu 260 binden biraz fazla. 1915 öncesinde, Kayseri nüfusunun yüzde 20’sini Ermeniler, yüzde 10’unu ise Rumlar oluşturuyor. Apostolik, Protestan ve Katolik Ermenilerin toplam sayısı yaklaşık 52 bin. Osmanlı nüfus sayımlarından edindiğimiz bu bilgi, Ermeni Patrikhanesi’nin kayıtlarıyla da örtüşüyor. Kévorkian ve Paboudjian’a göre, Kayseri bölgesinde yedi manastır, kırk kilise ve 56 eğitim kurumu bulunuyordu. Katolikler ve Protestanlar yaklaşık 3500 kişilik bir nüfusa sahipler. Nüfus kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, 2000 kişilik Protestanların çoğu Ermenilerden oluşuyor, çünkü tehcire dâhil ediliyorlar. Arşivlerden bulduğum kayıtlarla artık 1915’den önceki nüfusun kayıtlarını köylere kadar çıkarmış durumdayız. 1915’in ve mübadelenin etkisiyle bu nüfus yapısı tamamen değişiyor ve neredeyse bütünüyle Müslüman bir şehir ortaya çıkıyor.

Hıristiyanlarla Müslümanların bir arada yaşadığı dönemde nasıl bir şehir hayatı var?

Genelgeçer bir kalıp olarak kullanılan Ermenilerin çoğunlukla ticaretle uğraştığı argümanı bir bakıma Kayseri’de de geçerli. En bilineni Gülbenkyanlar olmak üzere Kayseri’den Gümüşyan, Frenkyan ve Manukyan gibi birçok büyük tüccar ailesi çıkıyor. Bu ailelerin birçoğu Avrupa’yla ticaret yapıyor. Küçük ölçekli tüccarlar ve zanaatkârlar da var elbette. Fakat Kayseri’de köyde yaşayan ciddi bir Ermeni nüfusu olduğunu da belirtmek gerekir. Kayseri’de toprak çok verimli olmadığından tarım da gelişmemiştir. Bu durum dolayısıyla Kayseri dışarıya çok göç veriyor. Hıristiyanlar da, Müslümanlar da mevsimlik işçi olarak büyük şehirlere çalışmaya gidiyorlar. Hatta ABD’ye de büyük bir göç dalgası yaşanıyor.

II. Abdülhamid döneminde gerçekleşen katliamlar nasıl etkiliyor Kayseri’yi?

Bu katliamlar Kayseri’de de etkili oluyor. Vilayet-i Sitte’nin (Erzurum, Van, Mamüretül Aziz, Diyarbekir, Sivas, Bitlis) dışında kalmasına rağmen bu katliamların vuku bulduğu bir yer Kayseri. Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi şiddet körükleniyor ve Ermeni reformu tasarılarına yönelik tepki 1895 yılı Kasım ayında Ermenilere yönelik saldırılara dönüşüyor. Devlet kurumlarının da parmağı olduğu bu katliamlar, Ermeni mahallelerine saldırılarla başlıyor. Ölü sayısı net değil, birkaç yüz ile 1000 arasında değişen sayılar zikrediliyor.

Ticari burjuvazinin ilişkilerini de göz önünde bulundurursak, Kayseri Adana’nın arka bahçesi diyebilir miyiz?

Evet, Adana’yla olan pamuk ticareti çok önemli şehir için. Kayseri, uzun bir dönem, Adana’dan gelen pamuğun Anadolu’ya dağıtıldığı merkez oluyor. Ancak 19. yüzyılda, İngiltere’den gelen dokuma ürünleriyle bu ticaret önemli ölçüde geriliyor. Yine de Kayseri, bir ticaret merkezi olma işlevini yitirmiyor. Kayserili tüccarlar da Anadolu içindeki önemli konumlarını uzun yıllar devam ettiriyorlar.

Adana’yla bu ilişki, 1909’da Adana’da yaşanan katliam sırasında şehri nasıl etkiliyor?

1909 Adana Katliamı sırasında, Kayseri’de vuku bulan kayda değer bir olay yok aslında. Kayseri Mutasarrıfı Cemal Bey’in ortaya çıkan gerginliklere hemen müdahale edip bir olay yaşanmasını engellediği ifade ediliyor.

1915’e gelirken, Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında gergin bir ortam var mı?

Bunu ancak o dönemi yaşamış insanların anılarından tespit edebiliyoruz. Ahmet Hilmi Kalaç’ın anılarından anladığımız kadarıyla, genel olarak bir mücadele iklimi oluşmuş. Örneğin, manifatura ticaretinin Ermenilerin ve Rumların elinde olduğundan ve buna karşılık, bu alanda varlık göstermesi için Müslümanlara ait bir şirket kurulduğundan bahsediyor. Müslümanlar ve Hıristiyanlar ekseninde bir ayrışmanın keskinleştiğini anlayabiliyoruz. Ancak bunu çok net olarak tespit edebileceğimiz vakalar görülmüyor.

1915 öncesi Kayseri’nin genel görünümü (1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler’, Raymond Harutiun Kévorkian ve Paul Paboudjian, Aras Yayıncılık, İstanbul 2013)

1915’teki tehcir süreci nasıl başlıyor?

1915’in Şubat ayında Everek’te Kevork Defciyan isimli bir Ermeni’nin evinde bomba imali sırasında bir patlama oluyor. Bu olayla birlikte şehirde bir kovuşturma başlatılıyor. Pek çok yerde silahlar ve bombalar bulunuyor veya bulunduğu iddia ediliyor. Böylece bu kovuşturma daha sonra şehrin tüm Ermeni ileri gelenlerini kapsayacak şekilde genişletiliyor. Zeki Bey, Develi kaymakamı olarak atanıyor ve bu tahkikatın başına geçiriliyor. Zeki Bey, daha sonra Zor’a gönderilecektir ve orada birçok Ermeni’nin katledilmesinden sorumlu kişi olarak da biliniyor bugün. Bu kovuşturma kapsamında, birçok Ermeni tutuklanıyor ve Divan-ı Harp’te yargılanıyor. Anılardan öğrendiğimiz kadarıyla, bu kovuşturma dönemi çok sert geçiyor. İşkenceler ve ölümler yaşanıyor. Dolayısıyla tehcir kararından önce, Ermenilere yönelik tahkikat başlamış oluyor şehirde. Kayseri’nin ileri gelen Ermenileri de bu süreçte tasfiye ediliyor.

Kayseri’den büyük kitlelerin sürgünü ne zaman başlıyor?

Öncelikle Haziran ayında, Kayseri’nin bazı köylerinde, örneğin Develi’nin Küçük İncesu köyünde yaşayan Ermeniler, ‘Hınçakların merkezi’ denerek, Aksaray’a sürülüyor. Yine Derevenk gibi başka köylerden sürgünler de oluyor. 5 Ağustos’ta ise Katolikler hariç olmak üzere Kayseri Ermenileri için genel tehcir emri geliyor. Sancaktaki tüm Ermenilerin Suriye’ye göç ettirilmesi isteniyor. 15 Ağustos’ta Protestanlar ve asker ailelerinin tehcirden muaf tutulması emri verilse de, tehcirden sonra Kayseri’de kalabilen Ermenilerin sayısına baktığımızda tehcirden muaf tutulan Protestan ve Katoliklerin büyük çoğunluğunun emir gelmeden şehirden yollanmış olduklarını görüyoruz.

Kayseri’de bir Ermeni evi. (‘1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler’, Raymond Harutiun Kévorkian ve Paul Paboudjian, Aras Yayıncılık, İstanbul 2013)

Tehcirden sonra şehirde kaç Ermeni kalabiliyor?

Aslında tehcir sonrasında Kayseri’de kalabilen Ermeni sayısı, diğer şehirlerle karşılaştırıldığında bir hayli yüksek. Çünkü bir korunma mekanizması olarak ihtida (din değiştirme) yüksek oranda gerçekleşiyor şehirde. Tehcirden muaf tutulanlar aslında Katolikler, Protestanlar ve asker aileleri. Ancak muaf grupların dışında Kayseri’de yaklaşık 3500 Ermeni kalıyor. Hatta yerelden gelen bir takım şikâyetler uyarınca merkezden bu sayının neden yüksek olduğuna dair yazılar gidiyor Kayseri’ye. Kayseri’deki yerel yönetimin cevabı da her seferinde ‘Kalanların artık Müslüman olduğu ve şehirde Ermeni kalmadığı’ yönünde oluyor. Anılardan bir takım koruma ve kollama mekanizmalarının işlediğini çıkarabiliyoruz. İhtida bu mekanizmaların en önemlisiydi. Dönemin Belediye Başkanı Ahmet Rıfat Çalıka ve Divan-ı Harp reislerinin de içinde bulunduğu bu mekanizma Kayseri’de işliyor. Suriye bölgesinde de Cemal Paşa’nın benzeri bir mekanizmayı işlettiğini son dönemde yapılan çalışmalardan anlıyoruz. Toplamda 6761 Ermeni tehcir edilmeyip Kayseri’de kalıyor. 44 bin kadar Ermeni ise sürgün ediliyor.

Kurtarıcı hikâyeleri var mı elimizde?

Bunlardan bir tanesine sahibim. Bunu Stephen Sıvacıyan’ın anılarından öğreniyoruz. Sıvacıyan’ın amcası Garabed Kasakyan, Kayseri Belediyesi’nde sandık emini olarak görev yapıyor ve Kasakyan’ın sürgün edilmemesi için belediye başkanı Ahmet Rıfat Çalıka mutasarrıftan özel izin alıyor. Çalıka, anılarında kendisi gibi pek çok Müslüman’ın komşuları veya tanıdıkları olan Ermenileri koruyarak tehcire gitmelerini engellediklerinden bahseder. Fakat sancakta kalan Ermeniler bir süre sonra şöyle bir durumla karşı karşıya kalıyor. Dâhiliye Nezareti’nden ‘kalan Ermenilerin dilerlerse ihtida edebileceği’ emri geliyor ve Kayseri Mutasarrıflığı bunu oldukça farklı biçimde yorumluyor. Mutasarrıf Zekai Bey, asker aileleri dâhil kalan tüm Ermenilerin din değiştirmesini zorunlu kılıyor. Dolayısıyla Kayseri’de tehcir edilmeyen tüm Ermeniler Müslüman oluyorlar.

Şehir içinde yaşanan katliamlar var mı bu dönemde?

Buna ilişkin çok fazla anlatı yok. Ancak Divan-ı Harp’te yargılanan Ermenilerin bir kısmının konvoylar halinde şehir dışına çıkarılarak, Gemerek-Şarkışla yolunda katledildiği söyleniyor. Aynı şekilde, Amele Taburu’nda bulunan Ermenilerin de bu şekilde öldürüldüğü iddiaları var ama şehir içinde katliamlar yaşandığına yönelik bilgi yok elimizde. Dolayısıyla tabana yayılan bir katılımdan bahsedemeyiz.

I. Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı’nın mağlup olmasıyla birlikte, Ermenilerin geriye dönebilmesi mümkün oluyor. Bu şekilde, Kayseri’ye dönen Ermeniler var mı?

 Çok yüksek sayılarda olmasa da, şehre dönen Ermeniler var. 1919 yılının başında Rum ve Ermeni Patrikhaneleri’nin derlediği sayılara göre, toplamda 255 bin civarında Rum ve Ermeni’nin geri döndüğünü biliyoruz. Bunların 103 bin kadarı Ermeni. Kayseri’ye dönen Ermeni sayısı ise sadece 47. Geri dönenlerin toplam sayısı 1919’un sonlarına doğru artıyor, dolayısıyla Kayseri’ye dönen Ermeni sayısının da biraz daha yükselmiş olduğunu düşünebiliriz ancak yine de çok yüksek sayılar olmadığını tahmin edebiliyoruz. Zaten dönenlerin çoğu, Adana veya İstanbul gibi daha rahat ve güvenli yaşayabilecekleri yerlere gitmeyi tercih ediyorlar.

İhtidadan geri dönüş süreci yaşanıyor mu?

Kesin sayı veremesem de, Kayseri’de din değiştirmiş Ermenilerin neredeyse tamamının Hıristiyanlığa geri döndüğünü düşünüyorum. Bunu da savaş sonrası nüfus verilerinden çıkarıyorum.

Savaşın sonrasında, Kayseri’de kalabilen Ermeniler de diğer şehirlere gidiyorlar mı?

Evet, çünkü savaş sonrasında özellikle iç bölgelerde ciddi bir güvenlik sorunu yaşanıyor. Bu da bölgelerden kaçışta çok etkili oluyor. Aynı zamanda, Adana’da ve Ermenistan sınırına yakın bölgelerde Ermeniler ile Müslümanlar arasında çatışmaların başlaması, asayişin sorunlu olduğu bölgelerde yaşayan Ermeniler arasında yeni bir katliam olabilir korkusu yaratıyor. Mutasarrıflığın raporlarından, göç edenlerin ciddi sayılarda olduğunu görüyoruz. Hatta bu göç hareketi öyle bir noktaya varıyor ki Kayseri’de bulunan Amerikan misyonerleri şehirde fakirler ve yetimler hariç gayrimüslim kalmayacak duruma gelindiğini yazıyorlar.

Talas Hayırseverler Cemiyeti’nin Kadınlar Kolu

Nihayetinde Kayseri’de kaç Ermeni’nin kaldığını biliyor muyuz?

1927’deki nüfus sayımına baktığımızda, Kayseri’de toplam 3200 civarında gayrimüslimin kaldığını görüyoruz. Söz konusu toplamda kendine Ermeni diyenlerin sayısı ise 1978 kişi.

Milli Mücadele döneminde Kayseri’de Ermenilere karşı tutum nasıl?

Birkaç ufak saldırının yaşandığını biliyoruz. 1915’i yaşamış bir nüfus grubu için bu saldırıların ne kadar küçük olsa da, mesajının ne olduğu çok aşikâr. Kuva-yı Milliye güçlerinin Ermenilere yönelik saldırıları ve Ermenilere ve Rumlara yönelik adi suçlar da mevcut. Bunların hepsinin yarattığı yeni bir katliam korkusu, Kayseri Ermenilerinin şehirden kaçışını tetikliyor. Yunanistan ile yapılan nüfus mübadelesiyle birlikte ise Kayseri bütünüyle Müslümanlaşmış bir şehir haline geliyor.

Kayseri’de mülklerin el değiştirmesi süreci ne zaman yaşanıyor?

Şehirde mülklerin el değiştirmesi, I. Dünya Savaşı sürecinde gerçekleşiyor. 1915’te tehcirin başlamasından hemen sonra emval-i metruke düzenlemeleriyle mülk transferi yaşanmış oluyor. Müslüman mülteci ve muhacirin emval-i metrukeye yerleştirilmesi, bu sürecin önemli bir ayağı. Kayseri’ye büyük ölçüde Rusya’nın Doğu Anadolu’yu işgalinden kaçan yaklaşık 30 bin Müslüman mülteci ve muhacir yerleştiriliyor. Öte yandan, savaş süresince Kayseri’de bulunan Ermenilere ait Yosefyan mağazasındaki mallara askeri ihtiyaçlar için el konuluyor. Halkın çeşitli ihtiyaçları da emval-i metrukeden sağlanıyor. Bunun dışında, yeni hapishane ve yeni okullar yapılmasında da Ermeni gayrimenkullerinden sıklıkla yararlanılıyor. Son olarak da, bu sürecin önemli bir ayağını Müslüman burjuvazinin desteklenmesi oluşturuyor.

Müslüman burjuvazi nasıl kuvvetlendiriliyor?

Savaş döneminde Köy İktisat Bankası ile Kayseri Milli İktisat Anonim Şirketi isimli iki anonim şirket kuruluyor. Savaş öncesinde Kayseri’de anonim şirket yokken, savaş sırasında bunların kurulması çok önemli. Müslümanların ortak olduğu bu gibi şirketlerin gelişmesinde emval-i metruke kritik rol oynuyor. Ermeni mağazalarındaki mallar müzayedeye çıkarılıyor ve bu şirketler tarafından çok ucuza satın alınıyor. Örneğin Kayseri’de 2 bin liraya alınan mallar, bir hafta sonra 10 bin liraya satılmıştır. Dolayısıyla ortada çok ciddi bir vurgun söz konusu. Hıristiyanlardan Müslümanlara sermaye transferi, birden zenginleşmeyi de beraberinde getiriyor. Söz konusu şirketler savaş boyunca ana sermayelerini çok ciddi anlamda artırıyorlar. Savaş sonrasında ise işlevsiz kalıyor ve dağılıyorlar.

Kayseri Yerel Hayırseverlik Cemiyeti yürütme konseyi toplu halde. (5 Ekim 1902)

Bu şirketler kimler tarafından kuruluyor?

Genellikle İttihatçılardan oluşan yerel eşraf kurucuları. Kayseri Milli İktisat Anonim Şirketi’nin kurucuları: Kürkçüzade Ömer, Taşçızade Mehmet, İmamzade Raşit, Hacılarlızade Mustafa, Çalıkağazade Rıfat (Ahmet Rıfat Çalıka), Katipzade Nuh Naci ve Drazzade Mazhar Nurullah. Söz konusu bu kişilerin ilk dördü aynı zamanda İttihat ve Terakki üyeleriydi. Köy İktisat Bankası kurucularına geldiğimizde hepsinin İttihat ve Terakki üyesi olduğunu görüyoruz: İmamzade Mehmet, Uşşakizade Osman Zeki, Mehdizade Mazhar, Gözübüyükzade Sabit ve Bahçecizade Hacı Mehmet.  

Kayseri, şu anda da büyük bir ticaret merkezi. Bu ticaretin ilk sermayesi Hıristiyanların malları ve mülkleridir diyebilir miyiz?

Tam böyle demek doğru değil. Çünkü savaş öncesinde şehirde önemli bir Müslüman burjuvazi var. Ancak bu burjuvazinin gelişmesinde emval-i metruke vurgunu çok önemli bir rol oynuyor elbette ki. Bunun üzerinde yükseliyorlar, ancak yine de bu dönemden önce de ellerinde zenginlik var. Ancak savaş sonrası Çalıka’nın elinde bulunan tehcir suçları listesine göre, bu vurguna dâhil olan insanların Ermenilere ait mağazalara girip içindeki malları aldıklarını biliyoruz. Böyle bir zenginleşme süreci var.

Sonra yargılanıyorlar mı?

Hem katliamlara katılanlar hem de emval-i metruke üzerinden servet sağlayanların yargılanması için bir süreç başlatılıyor. Ancak bu girişim, yerel koruma süreciyle akim kalıyor. Normalde İstanbul’daki Divan-ı Harp’te yargılanması gereken isimler, merkeze gönderilmiyor. Zaten Milli Mücadele başlayınca mahkemeler de işlevsiz kalıyor ve söz konusu isimler de Milli Mücadele’ye destek vererek bu işten kurtuluyorlar.



Yazar Hakkında

1986 doğumlu. İnsan hakları, güncel politika ve tarih haberleri yapıyor.