Baronun yamacında bir buçuk yıl

KARİN BAL 

Agos’a ilk gittiğim günü hiç unutmam. Kapıdan içeri girdim, iki tane tonton baron, kâğıtlarla ve kitaplarla kaplı, dağınık masalar... Sarkis Seropyan’la o gün tanıştım. Aradan 1,5 yıl geçti ve ben bugün Baron’suz kaldım. Kanadım kırılmış gibi hissediyorum. Bana her zaman cesaret veren, “Yapabilirsin” diyen baronum artık çok uzaklarda, ışıklarda uyuyor. Ben ona hastalığı bile konduramazken onun yokluğuna alışmak, masasında, yanından ayırmadığı, biri gelip almasın diye gözü gibi baktığı kitaplarının arasında çalışmak hiç kolay olmayacak. Uzun yıllar uzak kaldığım ve okuldayken “Ne işime yarayacak?” dediğim Ermeniceyi yeniden kullanmamı ve hep daha fazlasını öğrenme isteğimi, Ermeniceyle birlikte önümde açılan uçsuz bucaksız Ermeni tarihini Baron’uma borçluyum. Kimliğimi, benliğimi ve köklerimi daha iyi tanımamı, anlamamı sağlayan ve bana bunun için benim de yapabileceğim şeyler olduğunu gösteren, Baron Seropyan’dır. 

Agos’taki ilk günlerimde beni en çok hayrete düşüren, Baron Seropyan’ın yanına gelen sayısız eş dost ve çoğunlukla tanıdık bile olmayan ziyaretçilerin akınıydı. Gelen herkesin meramı farklıydı; kimi akademik tezi için, kimi akrabalarını aramak için, kimi de sadece “Biliyor musun, benim ninem/dedem Ermeni’ymiş” demek için gelirdi yamacına. Agos’a gelen her kim olursa olsun, ilk olarak onu ziyaret ederdi. Bazen tüm gün hiç durmadan anlatır, anlatır, anlatırdı. Sanki onu hayata bağlayan, bildiklerini durmadan karşısındakilerle paylaşmaktı; üstelik, her seferinde aynı heyecan ve istekle... Bana sık sık, “Bir gün ölürsem, cenazeme işte bu yardım ettiğim, işlerini gördüğüm kişiler gelecek” derdi. Gerçekten de öyle de oldu Baronum, sevdiklerin, yardım eli uzattıkların son yolculuğunda oradaydılar. Bir kez daha haklı çıktın.

Agos’un Ermenice sayfaları, onun hikâyelerindeki kahramanlarının kaleleri gibiydi; gazetenin ilk gününden beri ayrılmaz bir parçası ama bir o kadar özerk. Gazetenin ofisinde, Ermenice sayfaların hazırlandığı bölüme ‘Hayasdan’ (Ermenistan) adı takılmıştı. Odamızdaki ufak gibi görünen taş parçalarının bile onda hatırası, hepsinin ayrı hikâyesi, yaşanmışlıkları vardı. Saklamayı çok severdi. Yeni binamıza taşınmak için odayı toparlarken de, bana kolay kolay hiçbir şeyi attırmadı. Eski ve tozlanmış bir konyak şişesini elimde tutarak “Atıyorum Baron” dedim. “Sen onun içindekinin ne olduğunu biliyor musun? Arasan da bulamazsın. Karabağ toprağı o” dedi. Taşa toprağa bayılıyordu. Anadolu’da gezmediği köy kasaba yok gibiydi. Bu sene beni de götürecekti gezisine, Nemrut’a çıkacaktık birlikte; kısmet olmadı. Her şeye rağmen, ben çok şanslı bir azınlıktandım. Baron Sarkis gibi dolup taşan birinin yamacında 1,5 sene geçirdim. 80 yaşında olmasına rağmen çalışma şevki, hepimize örnek olacak cinstendi. Son âna kadar kalemini bırakmadı, öğrenmekten, bildiklerini aktarmaktan hiç bıkmadı. Bana öğrettiği her şey için ömrümün sonuna kadar ona minnettar kalacağım.

Eğer gittiğin yerden beni duyabiliyorsan, merak etme Baronum, buralar bize emanet.