#KampArmenYıkılmasın

Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi ve gönüllü avukatlar kampın iadesi veya zararın tazmin edilmesi için hukuki mücadele başlatıyor. Satışın iptali kararının düzeltilmesi ve Mayıs sonu için öngörülen yıkımın engellenmesi için bir kez daha mahkemeye başvurulacak.

Ermeni toplumunun devlet tarafından el konan mülkleri arasında, sembolik anlamı en güçlü olan yerlerden biri, Kamp Armen olarak bilinen Tuzla Çocuk Kampı. 1915 sonrasında Anadolu’da Ermeni okulu kalmayınca İstanbul’un yollarını tutan, kimsesiz, yoksul Ermeni çocuklar bu kampta eğitim gördü. Aralarında Hrant Dink, Rakel Dink ve milletvekili Erol Dora’nın da bulunduğu, yaklaşık 1500 çocuğa ev sahipliği yapan ancak son dönemde kendi haline terk edilen kamp, şimdilerde yıkım tehlikesiyle karşı karşıya.

Hukuki mücadele sonuçsuz kaldı

Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’nın satın aldığı kamp arazisi, 1936 Beyannamesi gerekçe gösterilerek, çocukların emeğiyle inşa edilen tesisiyle birlikte, devlet tarafından ilk sahibine iade edilmiş ve kampa el koyma süreci, Yargıtay’ın 1987’de yerel mahkeme kararını onaylamasıyla tamamlanmıştı.

Kampın iadesi için vakıf yönetimi bütün hukuki yolları denedi ancak sonuç alamadı. Boş aldıkları arazinin üzerine yapılan tesisler için tazminat ödenmesi için açılan davalar dahi sonuçsuz kaldı.

2011 yılında Vakıflar Kanunu’nda yapılan değişiklikle azınlık vakıflarının el konan mülklerinin iadesi süreci başlayınca, Tuzla Çocuk Kampı için de Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne (VGM) başvuru yapıldı. Ancak VGM, Tuzla Kampı’nın satışının hukuki olarak iptal edilmiş olmasını gerekçe göstererek, dosyayı ‘el konmuş mülk’ olarak değerlendirmedi ve bu sebeple kampın iadesi ya da tazminat ödenmesi söz konusu olmadı. Kamp, Mayıs ayı içinde yıkılmaya başlayacak.

Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi ve gönüllü avukatlar kampın iadesi veya zararın tazmin edilmesi için yeniden hukuki mücadele başlatacak. Satışın iptali kararının düzeltilmesi ve yıkımın engellenmesi için bir kez daha mahkemeye başvurulacak.

Atlantis Uygarlığı’nın hikâyesi

Hrant Dink, içinde yetiştiği, sonrasında da eşi Rakel Dink’le birlikte yöneticiliğini yürüttüğü Tuzla Çocuk Kampı’nı ‘Atlantis Uygarlığı’ olarak tanımlamıştı. Bu tanım, kampın el emeği özelliğine vurgu yapıyor. Kampın tarihçesi şöyle:

Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi, dört-beş öğrencinin kaldığı yetimhanenin mevcudu artmaya başlayınca, kilisenin bodrumundaki yetimhanenin taşınması için bir arazi almaya karar verdi. Kilise vakfı yönetimi, 1962 yılının Kasım ayında, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve İstanbul Valiliği gibi, ilgili bütün devlet kurumlarından gerekli izinleri aldıktan sonra, Tuzla Kampı’nı Sait Durmaz’dan satın aldı ve tapuyu vakıf adına tescil ettirdi. Ardından, çocuklar bütün yaz çalışarak, yüzlerce öğrencinin gelip gideceği kampı kendi elleriyle inşa ettiler.

Nasıl el kondu?

Bu arada, 6 Temmuz 1971’de, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, oy birliğiyle, vakıf senetleri bulunmayan cemaat vakıflarının 1936 beyannamelerinin vakıf senedi olarak kabul edilmesini onayladı. Böylece, beyannamelerinde bağış kabul edeceklerine dair açıklık bulunmayan cemaat vakıflarının doğrudan ya da vasiyet yoluyla gayrimenkul edinemeyecekleri, yasal hükme bağlandı.

8 Mayıs 1974’te, Yargıtay Genel Kurulu’nun, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin verdiği kararı onamasıyla, emsal teşkil edecek içtihat gelmiş oldu. Bu kararın ardından açılan davalarla, cemaat vakıflarının 1936 yılından sonra edindikleri taşınmazların büyük çoğunluğuna el kondu.

23 Şubat 1979’da, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kartal 3. Asliye Hukuk Hâkimliği’ne başvurarak, Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’nın elindeki tapunun iptal edilmesini ve eski sahibine geri verilmesini istedi. Dört yıl süren davanın sonunda, mahkeme, kamp arazisinin vakfın elinden alınıp eski sahibine verilmesine karar verdi. Böylece, Sait Durmaz, 1962’de boş olarak sattığı araziyi, hiç para ödemeden, üstünde kurulu olan kamp tesisleriyle birlikte geri aldı. Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı, yıllar önce her türlü yasal işlemi yerine getirerek satın aldığı malı, sanki çalmış gibi, eski sahibine iade etmek zorunda bırakıldı.

‘Bu, devletin utancıdır’

Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Pastörü Kirkor Ağabaloğlu, Tuzla Kampı’nın durumunun, devlet açısından bir utanç olduğunu belirterek, “Kilisemizin malı devletin elinde. Açıkça gasp edildi. Bu bir utançtır ve devlet bu utançtan kurtulmalı” dedi.

Kampa el konmasının ardından bütün hukuki yolları denediklerini, ancak davanın 2011 yılında Vakıflar Kanunu’nda yapılan düzenleme kapsamına da girmediğini söyleyen Ağabaloğlu, devletin bu konuda yasal düzenleme yapması gerektiğini söyledi.

Ağabaloğlu, bugüne kadar verilen mücadeleyi şöyle anlattı: “Buranın yıkılacağı söyleniyor ama resmî bir tebliğ yapılmış değil. İçimiz sızlıyor, tedirgin oluyoruz. Yıllarca, o zor koşullarda her yolu denedik. Hrant Dink yazı yazdıktan sonra, o dönem tapuyu elinde bulunduran kişi onu arayıp görüşmek istedi. Gittik görüştük. O zamanın parasıyla 1 milyon dolar vermiş. “Yetimlerin yeri olduğunu bilmiyordum. Paramı verin, yine sizin olsun” dedi. İyi niyetliydi ama kendi mülkümüze ikinci kere para vermek ağır gelir. Bu parayı devlet vermeli onlara. 2011’de yapılan yasal düzenleme, aslında devletin suçunu kabul etmesidir. Tuzla Kampı’nın durumu hukuksal bir boşluğa denk geliyor. Bu boşluk mahkeme kararıyla doldurulabilir.”

Ağabaloğlu, her türlü hukuki desteğe açık olduklarını belirtti.  

Kamp anıları

Tuzla Kampı’nda kalanlar her yıl bir haftasonu kampta buluşuyor. Bu yıl da 26 Nisan Pazar günü yaklaşık 200 kişi Tuzla Kampı’ndaydı. Harabe halindeki kampta, o gün yeniden çocuk sesleri duyulmaya başladı. Bunun son buluşma olabileceği tedirginliği herkesin yüzüne yansımıştı. Tuzla Kampı’nda yetişenler, çocuklarına, torunlarına kamp anılarını anlatıyordu.

Çocukların emeği 

Zakar Karakütük, kampta uzun süre kalanlardan. İlkokulda Elazığ’dan İstanbul’a doğrudan kampa uzanan bir yolculuğu var: “İstanbul’a 1962’de geldim. 63’ten 84’e kadar hep kamptaydım. Hem çocukluğum, hem gençliğim burada geçti. Yöneticilik de yaptım. Dolayısıyla, kampın hayatımda çok farklı bir yeri var. İlk zamanlarımızda sabahtan akşama kadar çalışırdık. Hava güzelse, günde iki kere denize giderdik. Çalışmaktan oyuna pek zamanımız kalmıyordu. Bina yapıldıktan sonra rahatladık biraz. Biz geldiğimizde burada hiçbir şey yoktu. Başlangıçta 50-60 kişiydik, zamanla sayımız 100’ün üzerine çıktı.”

Karakütük, harap haldeki kamp binasının bahçesinde bulunan Atatürk büstünü göstererek “Darbeden sonra askerler gelip ‘Burası okulsa Atatürk büstü olacak’ demişti. Büstü ben kendi ellerimle yaptım. Her yerinde emeğim var. Burayı şimdi bu şekilde görmek çok üzücü.” 

Kampın, çocukların Ermeniceyi unutmamasında büyük payı olduğunu söyleyen Karakütük, “Hrant Güzelyan’ın burayı yaparken bir amacı vardı. Çocuklar okuldan sonra, yazları, gittikleri yerde Ermeniceyi unutmasınlar diye inşa edildi burası. Anadolu’dan gelen çocuklar için çok önemli bir yerdi.”

‘Her şeyi ellerimizle yaptık’

Ohannes Tecel, 1962’de Sivas’tan İstanbul’a gelip yaklaşık dört yılı kampta kalmış. Kamp Armen’in ellerinden alınmasının verdiği üzüntüyü, “Anneni, babanı aniden kaybetmek gibi bir şey bu” sözleriyle tarif etmeye çalışıyor. 

Garo Şen de altı yılını kampta geçirmiş. Çocuklarına, kaldıkları odaları gösterip, nasıl çalıştıklarını en ince ayrıntısına kadar anlatıyor: “Buraları kendi ellerimizle yaptık. Güzel zamanlar geçirdik. Hayatımıza yön veren bir yerdi. 12 yaşında, el arabalarıyla kum taşırdık, taş taşırdık. Kampta su yoktu, geceleri tulumbayla su çekerdik. Kovalarla çiçekleri tek tek sulardık. Burası bizlerin hayata daha güçlü tutunabilmemizi sağladı.”

Kategoriler

Okullar Gençler



Yazar Hakkında

1985 doğumlu. Güncel politika, insan hakları, azınlık mülkleri ve Kürt meselesi üzerine haberler yapıyor. Musa Anter Gazetecilik Ödülleri 2008 yılı en iyi haber ödülü sahibi.