Bardizag’dan Transilvanya’ya bir Ermeni rahibin hikâyesi

Soykırıma dair tanıklıklarını, 1930 yılında yayımlanan ‘Kırmızı Ay’ adlı eserinde anlatan Magardici Bodurian’ın hayatını, ‘Kırmızı Ay’ı ve Transilvanyalı Ermenileri, Leipzig Üniversitesi’nden tarihçi Balint Kovacs’la konuştuk.

Ermeni Soykırımı’nın ardından sağ kalan Ermenilerin izine, Amerika kıtasından Avustralya’ya, Avrupa’dan Asya’ya kadar, dünyanın hemen her yerinde rastlamak mümkün. Bazı bölgelerdeki Ermenilerin geçmişi, soykırımdan çok öncesine, 15., 16., 17. yüzyıla dayanıyor. Bazı tücarlar, iş için gittikleri yerlerden dönmemiş, yaşamlarını o bölgelerde sürdürmüşler. Bunun örneklerini Transilvanya’da da görmek mümkün. Ancak Magardici Bodurian, tüccar değil, soykırımdan kurtulmuş bir çocuk. Babasının öldürülmesinden kısa bir süre sonra, annesi ve kardeşiyle birlikte Transilvanya’ya göç etmiş. Soykırıma dair tanıklıklarını, 1930 yılında yayımlanan ‘Kırmızı Ay’ adlı eserinde anlatan Bodurian’ın hayatını, ‘Kırmızı Ay’ı ve Transilvanyalı Ermenileri, Leipzig Üniversitesi’nden tarihçi Balint Kovacs’la konuştuk.

Magardici Bodurian’ın kimliği ve hayatı hakkında neler biliniyor?

Osmanlı İmparatorluğu’ndan kaçmış, din adamı olmuş ve Transilvanya’daki Frumosa şehrine yerleşmiş biri. Ermeni Soykırımı’na ilişkin ‘Kırmızı Ay’ adlı bir kitap yazıp, 1930’da Janos Bodurian imzasıyla Macarca yayımlamış.

İstanbul yakınlarındaki Bardizag köyünde, 1898 yılında doğduğunu, babasının halı tüccarı olduğunu ve Bodurian henüz bebekken öldürüldüğünü biliyoruz. Babası öldürüldükten sonra, annesi ve kardeşiyle birlikte Romanya’ya, Constanta kentine göç etmiş. Yazar, bir zeytin fıçısı içinde denizi aşarak ulaşmış Constanta’ya. Venedik’teki Aziz Lazarus Manastırı’nda dinî eğitimini tamamladıktan sonra, 1928’de, iki yıllığına, Frumosa bölgesine rahip olarak atanmış. Görevini başarıyla yerine getirmiş olmalı ki, 30 yıl boyunca bu şehirde kalmış. O Frumoso’da kalınca, kardeşi de Bükreş’ten Transilvanya’ya gitmiş. Daha sonra, anneleriyle birlikte, şimdiki Reghin’e yerleşmişler.

Balint Kovacks

Bodurian, Bükreş’te yaşarken kollu pres makinesi satın almış ve bölgedeki belgeler artık hızlı bir şekilde burada basılmaya başlanmış. ‘Kırmızı Ay’ serisiyle birlikte, o dönem üç kitap daha yayımlanmıştı. Ansiklopedi araştırması için Yerevan’a gitmiş, orada da bir hastalığa yakalanarak vefat etmiş.

1959 yılında Bodurian, Madenataran’da çalışmak için Sovyet Ermenistanı’na gitmiş. 12 bölülmden oluşacak olan Ermeni Ansiklopedisi’ni tamamlamaya niyetlenmiş; ancak bagajı kitaplarla doluymuş ve Romanya istihbaratı bunu fark etmiş. Bükreş güvenlik güçleri, sebebi bilinmeyen bir nedenden ötürü içinde birçok yazısı ve arşiv belgeleri olan Bodurian’ın kaynağına el koymuşlar. Yerevan’a vardıktan kısa bir süre sonra amansız bir hastalığa yakalanan Bodurian, o yılın ardından da hayatını kaybetmiş.

Kitabın ismi nereden geliyor?

Yazar bunu, eserin girişinde şu satırlarla anlatıyor: “1916 yılıydı. Ararat’tan çok çok uzaklarda, Arabistan çöllerinde, açlık çeken binlerce Ermeni hâlâ kaçmaktaydı. Buğulu gözleri cennete yöneldiğinde, ölümü karşılamaya hazırlardı işte. Sonra bir çocuk kalkıp annesine sordu: ‘Anne, Ay’a bak, neden böyle kırmızı?’Annesi şöyle cevap verdi: ‘Büyük bir savaş var oğlum! Büyük Savaş’ta dökülen kanlar, ki çoğu Ermenilerin damarlarından aktı, göller oluşturdu. Gölün rengi Ay’a yansıyor.’ Sevgili okuyucum, şimdi size, Kırmızı Ay’ın şahitliğinde, Büyük Savaş sırasında yaşanan birkaç olayı anlatacağım.”

‘Kırmızı Ay’da ne anlatılıyor?

Kitaptaki hikâyelerin çoğu Bodurian’ın hayatıyla ilintili. Yazar, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Transilvanya’da aynı dönemde yaşanan olayları, yarı kurgusal olarak ya da doğrudan, başından geçtiği şekliyle anlatıyor. Bazı hikâyelerde, Doğu Avrupa’nın başka şehirlerindeki Ermeni kolonilerinden söz ediyor.

Bazı tarihi varsayımlar da eserin içinde kısa anlatılar olarak yer alıyor. Bunlardan biri, Müslümanlaşmış Ermeniler hakkında. Noémi isimli bir Ermeni kızın hikâyesinde, Müslümanlaşmış Ermenilerin durumuna değiniyor. Anne ve babası, kaçıp hayatta kalabilmesi için onu evlatlık verirler. Sonrasında soykırımda katledilirler. Halep’teki bir yetimhaneye verilen Noémi’nin erkek kardeşi 1992 yılında ablasını bulur… Bu bölümde bile kurgu ve gerçek öylesine birlikte işlenmiştir ki, hikâyenin hangi kısmı gerçekte yaşanmış, hangi kısmı yazarın hayalgücünden doğmuş, çözülemez bir halde. İki durumda da, 1931 yılında Müslümanlaşmış Ermenilerin kaderini anlatan bir edebi eser, bir kaynak olması önemli bir durum. Bir diğer bölümse soykırım süreci, sürgün. Kitaptaki bir hikâye, ailesini kaybeden ve bir şekilde yetimhanelere sığınan çocukları konu ediniyor. Yıllar sonra bu çocuklar, fabrikalarda çalışırken birbirilerini buluyorlar. Fırat Nehri’nde boğulanların hikâyelerini  anlatıyor. Sonrasında birçok ölüme sebep olan epidemik hastalığı hakkında yazıyor. Bir başka hikâyede ise ölümden kurtulduktan sonra çocuğu olmayan bir Kürt aile tarafından bulunup evlat edilen iki kardeşi anlatıyor. Öte yandan, kitapta Gomidas için de bir parantez açılmış. Gomidas’ın şarkıları, özellikle de ‘Der Voğormia’, Bardizag halkı tarafında iyi bilinir. Bu aslında hangi toplulukların göç etmeden önce kiliselerinde shakaran (bir tür ilahi) söylediklerini de göstermektedir. 

Kitap, Macaristan’da popüler bir eser miydi?

Kitap, ilk olarak evde, basit bir matbaada basılmış. Bu da kamusallaştırma ve veri saklama-yenileme bakımından bazı zorluklar oluşturmuş. Fakat yine de evet, eser oldukça duyulmuş ve beğenilmiş olmalı ki, 1930, 1931 ve 1932  yıllarında yeni basımları yayımlanmış. Ayrıca 1933’te kitabın Ermenice tercümesi ‘Karmir Lusin’ adıyla okuyucuyla buluşmuş.

Kitap, 1990’dan bu yana farklı düzelemelerle raflardaki yerini aldı. 2000 yılında ‘Kırmızı Ay’ın kopyası basılırken, 2013’te kitabın yeni basımı çıktı. İki basım da Magardici Bodurian Vakfı tarafından finanse edildi. Magardici Bodurian Vakfı, yazarın ismini yaşatmak için ailesi tarafından kuruldu.

Bodurian’ın eseri, bugün Macaristan ve Transilvanya’da bu alanda okunan üçüncü eser. Bunların ilki, Franz Werfel’in ‘Musa Dağı’nda Kırk Gün’, ikincisi de Antonia Arslan’ın ‘Tarlakuşları Çiftliği’ adlı kitap. Ancak şunu belirtmekte fayda görüyorum; 1931 yılı başlarında Ermeni Soykırımı’na referansla yazılan Macarca bir kitabın basılmış olması, cidden kayda değerdir. 

Bodurian adına kurulan bir vakıftan bahsettiniz…

Bodurian ailesinin bazı üyeleri büyük ve büyük büyükbabalarının Ermeni olduğunu, 1990 yılının başlarında öğrendiler. Bu kadar geç öğrenmiş olmalarına rağmen, yaşadıkları merak ve heyecan duygusu, Ermeni tarihini Macarca edebileştiren ve yayan bu yazarın onuruna bir vakıf kurulmasına vesile oldu. Vakfın başkanı János (Hovhannes) Bodurian, Magardici Bodurian’ın kardeşinin oğlu, yani yeğeni. Kendisi, şimdilerde Transilvanya’nın önemli konservatuarlarından olan Odorhei Secuiesc Müzik Okulu’nda müdür olarak görev yapıyor. 

Ermenilerin Macaristan’a göçünden bahsedebilir misiniz?

Ermenilerin Ortaçağ’dan beri Karpatyan Havzası’nda bulundukları bilinir. 17. yüzyılın ikinci yarısında Moldova’dan üç bin aileden oluşan kalabalık bir nüfusla, Transilvanya’ya yerleşmişler. Tarihî kaynaklara göre ise sadece birkaç yüzlük nüfusun içinden bazı ailelerin buraya yerleştiği yansımıştır. 1672 yılında, dönemin Transilvanya Prensi Mihály Apafi, bu bölgedeki ailelere yerleşmeleri için farklı ayrıcalıklar ve haklar tanımış. Ermenilerin bu bölgeye yerleşmeleri önemli görülüyormuş, çünkü çoğu tüccar ve zanaatkar olan bu halkın, bölgenin ekonomisi için oldukça değerli bir rolü olduğuna inanmışlar. Verilen ayrıcalıkların çoğunun nedeni de aslında buymuş. Zaten Ermeniler, zamanla ticaret alanında baskın çoğunluğu oluşturmuşlar. Burası kendilerinin de davalarını, yasalarını, ticaret işlerini ele alan bir bölge olmuş. 

Transilvanyalı Ermeniler hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Transilvanya’ya soykırımdan kurtulan birçok Ermeni göç etmiş. Bunlardan bazıları, Ermeni Katolik rahipler ve İstanbullu Mıhitaristlermiş. Birçok yetim, Transilvanya’nın Gherla kentindeki yerel yetimhanelere yerleştirilmiş.

Arşiv kaynaklarını araştırdığımızda bölgeye eskiden yerleşen ve soykırım döneminde gelen Ermeniler arasındaki farkı açıkça görebiliyoruz. Yeni göç dalgasıyla birlikte, halk arasında yeni bir düşünce doğmuş; örneğin, yeni göç edenler kendi gelişleriyle birlikte Ermeni ruhunun yeniden doğacağına inanmışlar, çünkü kendileri Ermenilerin geleneksel kumaşı olan ipeği üreten yeni bir koloni örgütlemişler. Zamanla ‘eski Ermeniler’ ile ‘yeni Ermeniler’ arasında bir çekişme oluşmuş ve bu durumun sonucunda, Mıhitaristler Transilvanya’yı terk etmişler.

Son olarak, bize kendi hayatınızdan bahseder misiniz?            

Leipzig Üniversitesi’nde tarih dersi veriyorum. Ortadoğu Avrupa Tarih ve Kültürü Bölümü’nde Prof. Stefan Troebst’in süpervizörlüğünde araştırma görevlisiyim. Kendisi, Ortadoğu Avrupa Ermenileri hakkındaki araştırma projesinin koordinatörlüğünü üstlendi.

Aynı zamanda Macaristan’da Peter Pazmany Katolik Üniversitesi’nde ders veriyorum. Doktoramı 2010 yılında tarih alanında yaptım. Tez konum, 17. ve 18. yüzyılda Transilvanya’daki Ermenilerdi. 

Budapeşte’de iki uluslarası sergi organize ettim. Biri 2012 yılında Budapeşte Tarih Müzesi’nde küratörlüğünü yaptığım ‘Ararat’tan Çok Uzakta’ sergisi, diğeri de 2015 yılında yine küratörlüğünü üstlendiğim ‘Ermenilerin  I. Dünya Savaşı’ndaki Trajedisi-  100 yıl önce Yaşanmış Ermeni Soykırımı’ sergisi. Bu sergi, Budapeşte’deki Macar ve Ermeni ulusal kütüphaneleri kaynaklarıyla organize edildi. 



Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.