Artigiana’nın kadınları

174 yıllık Artigiana Düşkünler Evi’ne Anneler Günü’nü vesile ederek gittik ama annelikten çok 1915’i, 6-7 Eylül’ü, Varlık Vergisi’ni ve eski İstanbul’u dinledik. Tabii bir de ‘erkek milleti’nin kadınlara ettiğini…

FUNDA TOSUN                                                                             Fotoğraflar: Erhan Arık
fundatosun@agos.com.tr

174 yıllık geçmişi olan Artigiana Düşkünler Evi, 1838 tarihinde Triesteli Giacomo Anderlich tarafından kurulmuş. Ermeni, Rum, Türk, İtalyan, Fransız, Alman, her milletten insanın kaldığı huzurevine Anneler Günü’nü vesile ederek gittik, anne olmak üzerine konuşmayı umut ettik, ama annelikten çok 1915’i, 6-7 Eylül’ü, Varlık Vergisi’ni ve eski İstanbul’u dinledik. Tabii bir de ‘erkek milleti’nin kadınlara ettiğini...

Müjgan Hanım:

‘Adamlar o kadar çok yalan söyledi ki’

Müjgan hanım hiç evlenmemiş bir avukat. Çocukları “tesadüfen” çok sevdiğini, kendisinin çocuğu olmadığı ama hürriyetinin olduğunu söylüyor.

Ben şu anda 83 yaşında bir hatunum. Avukatım. Ceza avukatlığı yapmadım. Bir keresinde, ilk aldığım davada, hapishaneden içeri girdim, hoşuma gitmedi. Serseriler laf attı. Almadım bir daha ceza davası. Şimdi sonunda ailemde kimse kalmadı, sırası gelen gitti birer birer, ben de buraya geldim. Hiç evlenmedim. Bakıma muhtaç bir annem vardı, fırsat bulamadım ve evlenmedim. Kapıdan döndük, evlenemedik. Sevdim tabii ama evlenmedim. Eşimin dostumun çocuklarını sevdim, kuzenlerim var onlar boyuna çocuk yapar onları severim. Çocuğum olmadı ama hürriyetim oldu. Çok fazla boşanma davasına baktım ve evlenmekten daha da soğudum. Adamların söylediği yalanlar o kadar çoktu ki. Ben çocukları tesadüfen çok severim ama olmadı. Anne olmadım yani.
 

Huriye Hanım:

‘Bir yanım eksik şanssız   bir anneyim’

Huriye Hanım, çok iyi olduğunu söyleyerek başladığı sözüne “iyi değilim” diye devam ediyor. Kızıyla arasında geçenlerden dolayı çok mutsuz olduğunu söyleyen Huriye hanım; bir yanım eksik, şansız bir anneyim diyor.

Çok iyiyim. İyi değilim. Ben şimdi kalp hastasıyım. Altı damar değişti. Pil var kalbimde ama sporcuyum. Seksen yaşındayım. Yüzücüyüm. Bir kızım var, isteyerek doğurdum. Dame de Sion’u bitirdi. Eşimi genç yaşta kaybettim, bütün sevgimi ona verdim. Sonra üniversiteyi Amerika’da okumak istedi. Gitti ve orada psikopat bir Amerikalıyla evlendi. Adam psikopat çıktı o kadar tahkikat yaptırmamıza rağmen. Çok cimri. Diyelim kızım hamile kayısı alacak, biz burada alışmışız tabii, kızım tam seçiyor alacak. Hamile, eline tokat vuruyor, beş dolar alamazsın diyor. Benim eşim tüccardı Sultanhamam’da, çok iyiydi durumumuz. Yüzmeyi çok severim. Ben de her şeyimi sattım, kızımla beraber gittim. Paralarımı aldı Amerikalı. Sonra kızımı alkole alıştırdı. Kızım alkolik oldu. Aslında adamın durumu gayet iyi, Amerikanın sayılı zenginlerinden, bankacılar bile ceket ilikliyor önünde. Ama diyordu ki, “ben şeytanın oğluyum”. Kızımın iki oğlu olmuştu, sonra alkolik oldu. Sonra döndüm. Biz beş kardeştik, babadan gelen bir kalp rahatsızlığı vardı. Beş sene önce buraya geldim. Ben buraya gelmeden önce kızım Amerika’dan geldi dedi ki “divorce” olmak istiyorum, yani “ayrılmak”. Dedim ki “Kızım iki çocuğun var. Onlar çok değerli, ne olursa olsun annelerisin, başında dur” dedim, sonra o gitti. Aslında boşanmalarını istedim ama istemedim, yani vesile olmayayım dedim. Sonra kızım büyük bir alkolik oldu. İntihar etti, alkolik olduğunu kabul etmiyor ben relax olmak için içiyorum dedi. Sonra divorce oldu. Sonra geldi buraya başka bir adamla evlendi. Bunu ben Madam Tahusi’den duyuyorum. Şimdi tamamen dargınız. Ve büyük oğlu uçak mühendisi, anne babanın divorce’una çok üzülüyor. İki sene önce silahla kendini öldürüyor. Yes. Kızım geldi yanıma bir kere, “biliyor musun oğlum senin yüzünden öldü” dedi. Bu yüzden dargınım. Tabii bir anne olarak çok üzülüyorum. Kızımı kaybettim ona üzülüyorum, beş lisan bilir, öyle naziktir ama hep beni suçluyor. Oysa ben ona hiç karışmadım. Ne dediysem, “Hayır mamicim ben biliyorum” dedim. Şimdi evladım var, evladım yok. Eşim ben 39 yaşındayken vefat etti. Sonra “no” hiç evlenmedim. Eşimin annesi Hay, babası Fransız. Benim de annem Selanikli Rum’muş, evlenirken dönmüş Müslüman olmuş. Babam tüccardı ama sonra iflas edince, ne deniliyor emniyette, bu gizli MİT mi deniyor. Köşkümüz vardı, Caddebostan’da hep oraya yabancı misafirler gelirdi. Üniversiteler hakkında konuşmalar olurdu, Kürt meseleleri hep o zaman kulağıma girmişti. Ben babama âşıktım. Eskiden başka türlüydü. Dostluklar, komşuluklar. Ben bazen ağlardım, kalkan balığı yerdik. Babama derdim biz bunu yiyoruz ama bazıları hiç yiyemiyor. O da bana derdi ki, “Kızım insanlar sınıf sınıf, kalite kalite, herkes doyamaz” Böyle güzel bir yaşamım oldu. Büyük bir Allah var, ona inanıyorum. Ölürsem yaksınlar beni istiyorum, toprağın içine girmek istemiyorum. Böyle bir insanım. Şansız bir anneyim sanki bir tarafım yok.

Silva Hanım:

‘Abone olurum  ama ya ölürsem…’

Sürekli gülen bir kadın. Agos’tan geldiğimizi öğrenince önce fiyatımızı sordu. Sonra sürekli alırsa ayda ne kadar ödemesi gerektiğini… Abone olursa daha ucuza geleceğini söyleyince “Ya ölürsem!” deyip kahkahayı koyverdi. Silva Hanım 24 Nisan 1915’ten bir gün sonra doğmuş.

96 yaşındayım. 25 Nisan 1915’te doğdum. İzmit’te doğmuşum, bebekken buraya gelmişiz. Hani şey olmuş ya, ne derler kırım mırım bir şeyler olmuş ya. (gülüyor) Çok güzel bir kızmışım. Yürürken annemin kucağında, insanlar hep istemiş: “Sen ölüme gidiyorsun” ver kızını da kurtulsun. Annem vermemiş, demiş ki “Ben ölürsem o da ölsün” sonra da hep derdi “İyi ki de vermemişim şimdi ah vah ederdim yoksa kızım nerede, yaşıyor mu diye…” İşte öyle kurtulmuşuz, gelmişiz İstanbul, Yeşilköy’e.

Sonra bir de Eylül olayları oldu ama bize bir şey yapmadılar. Geldiler kapımıza kadar. Merdivenli taşlı bir evde oturuyorduk. Öyle bir vurdular ki mermer kırıldı şakır şakır. Kocam aşağı indi ne oluyor dedi. Demişler ki ne milletsin. O da demiş ki “Ermeni”. “Ha yok demişler, Ermenilere bir şey yok Rum’lara var. Sen gir evine” (gülüyor) Ama o yokuşu görme Gedikpaşa’nın buz dolapları hep sokağa atıldı. Neyse geçti, gitti…

Bir kız bir oğlum var. Otuz sene önce vefat etti. Kızım şu anda 72 yaşında, oğlum 65 yaşında. 1938’de evlendim, 39’da kız kucağıma geldi. Onlar Almanya’da; gitmelerini istemedim ama gittiler. Senede bir gelirler yanıma. İyi ki de doğurdum, çocuklarım çok iyidir.

İsguhi Hanım:

‘Belki anne olmak isterdim’

İsguhi Hanım’ın annesi babası Ekim devriminden sonra Anadolu’ya gelen Ermenilerden. Hiç evlenmemiş, çocuğu da olmamış. Neredeyse büyün ömrünce çalışmış ve ailesine bakmış. Yedi dil biliyor. Birkaç yıl öncesine dek tercümanlık yapıyormuş.

Kaç yaşında olduğum zor bir soru. Kaç görünüyorum… 90. Hiç evlenmedim. Çalıştım hep. Ermenice, Türkçe, Fransızca, Almanca, İngilizce, Rusça ve İtalyanca biliyorum. Neden evlenmedim? Hastalarım vardı. Annem de hastaydı, babam da hastaydı evlenemedim. Sevdim tabii, insanız sonuçta. Ayrıldığımı söylemedim çünkü barıştığı mı da söylememiştim. Muamma. Bugün de olsaydı aynı şekilde davranırdım. Çocuğum olmadı tabii. Başkasını sevdim mi bilmiyorum çok derin sorular bunlar. Gönül sever… Belki anne olmak isterdim bilmiyorum hiç düşünmedim.

Işıl Hanım:

‘Şimdiki terbiye usulünü sevmiyorum’

Işıl hanım, oldukça bakımlı bir kadın. Dame de Sion’da okumuş. Disiplini ve kendi deyişiyle “sörlerin” yönetimini çok seviyormuş. Şimdiki terbiye usulünü değil, dayağı sevdiğini söylüyor.

Kendi işimizde çalıştım. Et lokantalarımız vardı. Eşimin azizliği yüzünden battık. Zamparalık yüzünden. Ayrıldım. Böyle adam saklanır mı? Ahlaksız adam şimdi sürünüyor. Evlilikten nefret ediyorum. İki oğlum var. Genç anne olmak hem iyi hem fena. 18 yaşında evlendim. Çocukları hiç sevmezdim. Bence anne kutsal bir varlık. Bence anne seni doğuran bir insandır. Onun dışında kimseye anne denmemeli. Ben gelinlerime yasakladım. Kayınvalideme falan da demedim hiç. Baba, bilemiyorum artık. Şimdiki terbiye usulünü sevmiyorum. Ben bilmem vallaha dayağı severim ama şöyle her dakika her an değil. Bir psikolog arkadaşım bana demişti ki, mesela sokakta bir şey istedi, iki tokat at, bir daha yapmaz bunu. Doğru. Ben çocuklarıma çok güzel terbiye verdim.

Elpiniki Hanım:

‘Küçük Paris’i gördüm’

Elpiniki Hanım’ın bir oğlu var ama uzakta. Sohbetimiz annelik üzerine yoğunlaşamıyor. Çünkü en büyük özlemi, Küçük Paris dediği eski Beyoğlu.

Fener’de doğdum. Sonra orada okudum. Birkaç sene öğretmenlik yaptım. Sonra evlendim. Çok güzel çocukluk yaşadım. Bahçelerimiz vardı. Çok mutlu oldum. Bir oğlum oldu. O Londra’da bir üniversitede profesör. Bak, şimdi siz bilirsiniz Agos’tasınız. 6-7 Eylül de çok fena olaylar oldu ve şimdiye kadar hep korkuyla yaşadım. Bizim çocukken tüm mahalleler ayrıydı. Rum, Ermeni, Yahudi mahalleleri ayrıydı. Kimse birbirinin mahallesine girmezdi. Ben çok sevinçliyim ki eski Beyoğlu’nu gördüm. Küçük Paris’ti. Şapkasız, eldivensiz çıkılmazdı Beyoğlu’na. Kokusuz çıkılmazdı. Şimdi koket giyinen bir kadın görürseniz aman hazine bulmuş gibi olursunuz. O zaman böyle değildi.

Zeynep Hanım:

‘Buranın edebi ekalliyetlerden’

Zeynep Hanım evlenmiş ama çocuğu olmamış. Şu anda çok mutlu olduğunu söyleyen Zeynep Hanım, 80 darbesinin gerekli olduğunu, ancak Varlık Vergisi’nden “pek hazmetmediğini” söylüyor.

84 yaşındayım. Annem Selanikli, babam Üsküplü. Öğretmenlik yaptım. Hiç çocuğum olmadı ama çok çocuğum oldu. İçimdeki çocuk özlemini öğrencilerimle giderdim. O zamanlar vefa vardı, edep vardı. Çok güzel verdik çok güzel aldık. 79’da büyük patırdılarda, yani sağ sol kavgalarında emekli oldum. Bizim çocuklar biraz çok solcuydu. Derse girmezlerdi, o sene mezun olanlar ne öğrendiler hiç bilmiyorum. Bir sene sonra düzeldi Türkiye. Ben emekli olduğuma pişman oldum. İhtilal gerekiyordu. Ölümler, patırdılar olmasaydı. Ama bu Varlık Vergisi’ni doğru bulmuyorum, pek hazzedemedim yani. O kadar ekalliyetleri neden zor durumda bıraktınız? Ne lüzum vardı? Benim kayınpederim de vermiş, sonra parası kalmamış sürmüşler. Ne lüzum vardı ki. Kocam vefat etiğinde 70 yaşındaydım, sonra evlenmedim, ne lüzum var dedim. Burada çok mutluyum. Burası Birlemiş Milletler gibi. Her milletten insan var. Buranın edebi ekalliyetlerden geliyor. Çünkü biz Türk milleti çok asiliz, ama ne bileyim biraz…