Kaybolan Karamanlıcanın hikâyesi ve muhacirlerin şiirleriyle Mübadele

Editörlüğünü Evangelia Balta ve Aytek Soner Alpan’ın üstlendiği, 25 şiirden oluşan ‘Muhacirnâme: Karamanlı Muhacirler için Şiirin Sedası’ kitabı, Karamanlıcaya ve unutturulmaya çalışılmış bir sürgün ıstırabına buyur ediyor bizi. Kitabın editörlerinden Aytek Soner Alpan ve kitapta çizimleri bulunan Semih Poroy'la konuştuk.

Kimi zaman kayıp bir tarihi, resmî anlatının kaydetmeye değer bulmadığı bir dönemi edebiyat tamamlar. Editörlüğünü Evangelia Balta ve Aytek Soner Alpan’ın üstlendiği, 25 şiirden oluşan ‘Muhacirnâme: Karamanlı Muhacirler için Şiirin Sedası’ kitabı, Karamanlıcaya ve unutturulmaya çalışılmış bir sürgün ıstırabına buyur ediyor bizi. Kısa bir süre önce İstos Yayınevi tarafından basılan kitapta karikatürist Semih Poroy da çizimleriyle yer alıyor. Kitapta bulunan 25 şiir, hem orijinal dilinde, hem Türkçe hem de İngilizce olarak basılmış.

Kitabın tanıtımı 13 Mayıs Cuma günü Sismanoglio Megaro’da yapıldı. Bu şiirlerin konu edindiği tarihi, Karamanlıca denen dilin önemini, araştırmaya muhtaç boşlukları ‘Karamanlı Muhacirler için Şiirin Sedası’na ilişkin olarak, editörlerden Aytek Soner Alpan’la konuştuk. 

Kitaptaki şiirleri seçerken hangi özelliklere öncelik verdiniz? Kaç şiir arasından bir eleme yaptınız?

Aytek Soner Alpan

Esasen kitaptaki şiirler bir seçime tabi tutulmadı. Ancak şiirlerin önemli bir ortak özelliği var: Şiirler, 1924-1926 arasında Atina’da basılan Prosfygiki Foni yani Muhacir Sedası isimli çift-dilli gazetede doğrudan muhacirler tarafından yazılarak yayımlanmış şiirler. Şiirler, günümüzde pratik bir şekilde Karamanlıca denilen, ancak daha doğru bir ifade ile söyleyecek olursak, ‘Yunan harfli Türkçe’ ile basılmış. Hem Yunanca hem de Yunan harfli Türkçe yayın yapması itibariyle tek diyebileceğimiz bu gazetenin Yunanistan Milli Kütüphanesi’nde mevcut nüshalarında yayımlanmış ve benim doktora araştırmam esnasında bulduğum tüm şiirleri biraraya getirdik. Yalnız şunu belirtmem gerekir ki, Muhacir Sedası’nın kullandığımız koleksiyonu bilinen en geniş koleksiyon olmasına rağmen, tam değil ve 1927 yılına kadar olan sayıları içeriyor. Literatürdeki yaygın kanının aksine gazetenin, kendisi de bir Konya muhaciri olan Hariton Polatoglu tarafından 1926 değil, 1934 yılına kadar yayımlandığını biliyoruz. Dolayısıyla belki gelecekte bu gazetede yayımlanmış yeni şiirler bulabiliriz. Yani bu şiirleri önemli olmalarından ötürü biraraya getirdik.

Şiirler ne gibi bir önem taşıyor?

Yunanistan ordusunun Anadolu’da yenilgiye uğramasıyla, zaten önemli bir bölümü öncesinde yerlerinden edilmiş olan Anadolu ve Trakya Rumlarının büyük çoğunluğu Yunan ordusunun geri çekilmesini takiben memleketlerini terk etmek zorunda kalıyor. Yunan tarihyazımında ‘Küçük Asya Felaketi’ denilen bu sürecin akabinde bir de insanları asırlardır yaşadıkları topraklardan koparan muhaceret felaketi yaşanıyor. Kalanlar ise kadim yurtlarından ‘mübadele’ ile koparılıyor. Yunanistan açısından bu çifte felaketin ülkenin o dönemki toplumsal, siyasal, ideolojik ve iktisadi yapısında geri döndürülemez etkileri oluyor ve bu durum, derin krizlere neden oluyor. İşte Muhacir Sedası’nda yayımlanan bu şiirler de muhacirlerin bu derin krizleri nasıl deneyimlediğini anlatıyor. Yaşadıkları sürgünden başlayarak Yunanistan’da karşılaştıkları koşulların zorluğunun, beklentilerinin, siyasal eğilimlerinin, hayalkırıklıklarının, eski vatanlarına ve yaşamlarına duydukları özlemin ve nostaljinin derin izlerini bu şiirlerde bulmak mümkün. Bu açıdan şiirler oldukça önemli bir tarihsel kaynak. Zira, konu üzerine olan literatürün önemli bir bölümü sürece, Yunan yahut Türk ulus-devletlerin gözünden bakıyor ve bu bakış açısı muhacirlerin bireysel ve kolektif deneyimlerini ya ıskalıyor ya da görünmez kılıyor. Muhacirlerin sesi, mevcut tarih yazımında pek duyulmuyor. Bu nedenle, ismiyle müsemma Muhacir Sedası’nda basılmış bu şiirler büyük anlam taşıyor.

Karamanlıca şiirlerden oluşan toplu bir arşiv bulunuyor mu?

Türkçe-dilli Rumlar tarafından yazılan şiir yaygın bir tür değil. Zaten Karamanlıca eserlerin çok azını orijinal eserler oluşturuyor. Ermeni harfli Türkçede olduğu gibi pek çoğu çeviri, önemli bir bölümü de Ermeni harfli Türkçe üzerinden yapılan çeviriler. Bildiğimiz kadarıyla Yunan Harfli Türkçe ile basılmış tek bir divan var, o da Simeonaki Degirmencoglu’nun çevirdiği ‘Dîvân-ı Tâlib’. Bunun dışında önemli bölümü manzum olan ‘Aşık Garip Hikâyesi ve Hürriyet Şarkıları’ ya da ‘Şah İsmail’ ve ‘Gülüsar Hanım Hikâyesi’ gibi halk destanları -ki her ikisinin Ermeni harfli Türkçe baskısı da mevcut- Yunan harfli Türkçe ile basılmıştır. Dediğim gibi bunların sayısı son derece sınırlı. Ancak 1845’te başlayan bir tarihe sahip olan ‘Karamanlıca’ basında şiir örneklerine rastlıyoruz. Bunlara bir de ‘Karamanlıca’ basılmış almanaklardaki şiirleri ekleyebiliriz. Bahsi geçen yayınların bir bölümüne Ankara’da Millî Kütüphane ve İstanbul’da Sakulidis Kütüphanesi üzerinden ulaşmak mümkün. Daha önce söylediğim gibi Atina’daki Millî Kütüphane’de ve Meclis Kütüphanesi’nde Karamanlıca yayınlar mevcut. Bunun yanı sıra yine Atina’nın Nea Smyrni (Yeni İzmir) semtinde bulunan Estia Neas Smyrnis’in kütüphanesinde Karamanlıca kitap ve yayınlara ulaşmak mümkün. Ancak en geniş Karamanlıca koleksiyona Atina’daki Küçük Asya Araştırmaları Merkezi (KAAM) sahip. Ayrıca KAAM’daki mülteci tanıklıkları arasında Türkçe-dilli muhacirlerle yapılan mülakatlar ve Merkez’e bağışlanmış el yazmaları bulunuyor. Bunlar içinde yine halk şiiri örneklerine rastlamak mümkün olabiliyor. Karamanlıca yayınlara evsahipliği yapan kurumların listesi elbette uzatılabilir, ancak ‘Karamanlıca şiirleri’ ayrı bir janr olarak barındıran bir arşivden bahsetmek mümkün değil.

Bu alanda üzerinde çalışmayı bekleyen ne gibi kaynaklar var?

Çok. Kendi akademik ilgi alanlarım itibariyle, benim bunlar içinde en çok önemsediğim, ‘Karamanlıca’ yayın yapan dergi ve gazeteler. 19. yüzyılın ilk yarısından başlayarak 1930’lara kadar geçen sürede yayımlanan azımsanmayacak sayıda -Osmanlı belgelerindeki tabirle- ‘Rumi-ul huruf Türki-ül’ ibare yayın mevcut. Kimileri çok kısa ömürlü olsa da bunun bir önemi yok. Bu konudaki araştırmalar, daha doğrusu bunları tarihsel kaynak olarak kullanan araştırmalar ancak çok yakın bir tarihte envanter çıkarmanın ötesine geçebildi. Dolayısıyla bu alanda yapılacak çok iş var.

Mukayeseli tarih ve edebiyat çalışmaları ile oldukça enteresan sonuçlar vereceğini düşündüğüm KAAM’ın mülteci tanıklıkları ve el yazmaları koleksiyonlarına ek olarak yine bu merkeze bağışlanmış ‘Karamanlıca’ siciller mevcut. Bu sicillerde, yerel toplulukların vaftiz kayıtlarını, nüfus bilgilerini, yerel cemaat örgütlenmesine dair bilgileri, Mübadele döneminde terkedilen malların dökümlerini bulmak mümkün.

Elbette, ilk kuşak artık büyük oranda aramızdan ayrılmış olsa da ikinci ve üçüncü kuşak Türkçe-dilli Rumlar Yunanistan’da varlıklarını sürdürüyor, kültürlerini koruyor. Bu kişiler de birer sözlü tarih kaynağı olarak orada ‘bekliyorlar’ aslında.

Yalnız burada belirtmem gereken bir nokta var. Tarihsel araştırmalarda kaynak bulmak ve o kaynaklarda ne yazdığını okumak işin kolay kısmı. Bu kaynakları değerlendirmek, bir bağlama yerleştirmek ise esas zor mesele. Özellikle Türkiye’de ‘Karamanlılar’ söz konusu olduğunda ‘Karamanlıların kökeni’ sorunsalı aşılamıyor. Bu da bu konudaki çalışmaların gelişmesinin ve derinleşmesinin önündeki en önemli engel. Başka türlü söyleyecek olursam, araştırmacıların kendilerini Türkçe-dilli Ortodoksların aslında ‘Hıristiyan Türk’ olduğunu ispatla mükellef hissetmediği bir tartışma zeminine sıçrayamadığımız sürece, üzülerek söylüyorum ki, az önce konuştuğumuz kaynakların layığınca değerlendirilmesine imkân yok.

Karamanlıca metinlerin, doğrudan Yunanca veya Latin alfabesiyle yazılı Türkçe metinlerden farklı olarak açtıkları bir kapı veya ışık tuttukları bir tarihsel dönem, olgu var mı?

Bu oldukça kapsamlı yanıtlanmayı hak eden bir soru. Kısaca şunu söyleyebilirim: Bu metinlerin esas olarak Yunanca ya da Osmanlıca okuyamayan Türkçe-dilli Rumlara hitap ettiğini belirtmek gerekiyor. Böyle bir cemaatin varlığının bilinmesi, bu konudaki bilgimizin derinleşmesi bile ulus-devletin belirlediği standartlar ile düşünen çoğunluk açısından kendi başına sarsıcı bir etki yaratıyor. Milliyetçiliklerin doğal ve tarihsiz yasallıklar gibi topluma kabul ettirdiği varsayımların ve önyargıların tarih testine tabi tutulması, yalnızca tarihsel açıdan değil, bugün ve gelecek için de son derece önemli. ‘Karamanlıca’ metinler, her şeyden önce, böyle bir idiosinkratik, istisnai topluluğa dair bilgimizin derinleşmesine katkı sağlıyor. Bu konu üzerine yeni çalışmaya başladığımda KAAM’da araştırma yaparken, Hayhurumların (Ermenice-dilli Rum Ortodokslar) ‘Karamanlıca’ yayınları ne kadar önemsediklerini gördüğümde bir hayli şaşırmıştım. Osmanlı’da değişik cemaatler arasındaki kültürel etkileşim ve geçişkenliği en iyi gösteren kaynaklardan biridir Karamanlıca metinler.

İkincisi, Karamanlıca metinlerin önemli bir kısmının Protestan misyonerler tarafından basıldığını unutmamamız gerekiyor. Buna karşı Patrikhane’nin hamleleri var. Osmanlı Devleti’nin tepkileri var. Dolayısıyla, Osmanlı’nın son döneminde Anadolu’daki misyonerlik faaliyetlerini, bunlara karşı tepkiyi ve bu alandaki rekabeti söz konusu yayınlar üzerinden takip etmek mümkün. Bununla ilintili bir diğer başlık da Osmanlı modernleşmesi meselesi. Karamanlıca metinlerde Anadolu’daki okullaşma, kentleşme adımları, bunlara dair tartışmalar, büyük şehirlere göç, bu göçün yarattığı -hem Rum cemaati içindeki hem de genel- sınıfsal ve kültürel çelişkilere dair önemli bilgiler ve tartışmalar var. Karamanlıca metinler sayesinde bu tartışmalara, giderek yükselen iki milliyetçilik arasında sıkışan ve hareket alanını yitiren bir toplumsal kesimin gözünden bakmak mümkün hale geliyor.

Benim akademik ilgi alanım olmadığı için kendimde konu üzerine uzun uzun konuşma hakkı görmüyorum, ama işin bir de linguistik boyutu var elbette. Bunun gözden kaçmaması gerekir. Ayrıca, Evangelinos Misailidis’in Karamanlıca romanı ‘Temaşa-i Dünya’nın belli bir dönem Türkçe basılmış ilk roman olarak kabul edildiğini düşünecek olursak, Türkçe edebiyat için Karamanlıca metinlerin ne kadar kıymetli olduğunu da görürüz.

Daha pek çok başlık sayılabilir elbette, ama şunu söylemeden geçmek olmaz: Bizim Muhacirname’yi hazırlarken kaynak olarak kullandığımız Muhacir Sedası, bu cemaatin Yunanistan’a zorunlu göçünün ardından neler yaşadığı, bu göçün toplumda nasıl karşılandığı üzerine paha biçilmez bilgiler içeriyor. Üstelik daha önce de söylediğim gibi, bu başlıklardaki değerlendirmeler doğrudan doğruya muhacirlerin ağzından yapılıyor.

Ey Hamiler Merhamet İdiniz Siz 

Altı yüz senedir istiklaliyet içün çalıştık
Eza cefa felakete alıştık
Anatolda (Anadolu) birbirimize karıştık
Düşe kalka Yönanistan’a yapıştık 

Duyuldu dünyada muhacir şanımız
Hibe olup gitmektedir aziz canımız
Sefalet perüşaniyetden bıkdı canımız
Acaba ne olacak ya Rab halkımız 

Hak denilen leye gönül bağladık
Adalet uğruna pek çok ağladık
Nazaretden (nezaret) nazarete taban yağladık
Halimizi arz idecek kadı bulmadık

Ana baba yavrusını yitirmiş
Zalim Kemal kuzuları bitirmiş
Zeman bizi bu hallere getirmiş
İflaksız (iflahsız) dertlere düşmüşiz biz
Ey hamiler, merhamet idiniz Siz.


‘Muhacirnâme’deki mâni-şiirler ıstırap içeriyor. Sessiz çığlıklar gibi…’

Karikatürist kimliğiyle tanıdığımız Semih Poroy da çizimleriyle Muhacirnâme kitabına katkıda bulunmuş. Poroy da sorularımızı yanıtladı.

Semih Poroy

Kitaptaki çizimleri, şiirleri okuduktan sonra kendi hayal gücünüzle mi kaleme aldınız, yoksa faydalandığınız bir görsel arşiv bulunuyor mu?

Her çizer, bir şeyler resmederken hayâlgücünü harekete geçirir. Somut olayları çizerken gerçeğe sadık kalmak gereği vardır. İlk çizimler sırasında sevgili Evangelia Balta’nın özellikle kadın başörtüleri konusunda uyarıları oldu. Ayrıca, çizimleri yaparken dönemin kitlesel göçlerini, acılı mübadeleyi yansıtan fotoğraflardan yararlandığımı söyleyebilirim.

Karikatürist kimliğinize karşın bu kitaptaki çizimlerinizde farklı bir anlam var, bir trajediyi resmediyorsunuz. Siz, bir karikatürist olarak bu çizimleri yaparken neler hissettiniz?

Muhacirnâme’deki mâni-şiirler ıstırap içeriyor. Sessiz çığlıklar gibi. Bunun yanında, kimisinde o ıstırabı hafifletecek birer tutam mizah da var. Resimleri yaparken, topraklarından koparılmış, gittikleri yerlerde de bir bakıma sahipsiz bırakılmış bu insanların ıstıraplarını hissetmediğimi söyleyemem. En çok mekân çizmekte zorlandım. Mekânsız bırakılmış, barınacak doğru dürüst yer gösterilmemiş insanları çizerken, onları nereye sabitleyeceğimi bir türlü bilemedim.

Siz hangi projeyle yer aldınız?

Karamanlıca şiirleri derleyenlerden araştırmacı Evangelia Balta dostumdur. Asıl etken onun ricasıdır. Öte yandan, baba tarafından büyüklerim Makedonya muhacirlerindendi; yani, sanıyorum mübadele öncesi gelenlerden… Doğrusu, aileden bize aktarılmış net bilgilere sahipdeğilim. Ama, konuya ilgi duymamın derinlerdeki bir nedeni de bu olabilir.

Evladını Kaybetmiş Zavallı Bir Muhacir Kadının Beyiti

Bir sözüm var ehaliye (ahali) canlara
Gözden oldum oğul, oğul diyerek
Kurban olam haber alanlara
Gözden oldum oğul oğul diyerek

Kurban olayım gül yüzine
Nice ağlarım oğlum gelmedi
Ben düştim bu ateşe yanarım
Nice ağlarım oğlum gelmedi 

Kemal beni ne günlere getirdi
Dertlerimi defterlere yazdırdı
Emvalimi üstü açık anbara koydurdı
Evladımı kuyulara atdırdı

Ben dertliyim gece gündüz ağlerim
Ya Rabbim haberi sizden isterim
Şimdiden sonra bu dünyayı neyneyi
Gözden oldum oğul, oğul diyerek

Yaman olur şu dağların ücesi (yücesi)
Derunimde vardır evlad acısı
Herkezin vardır kardaşı bacısı
Ararım tararım bir tek filizi

Yine düştüm bu gün ah u figane
Oğul hasreti ile oldum divane
Yönan sokaklarında kaldım sefilane
Söyleyin oğlumı durmasın, gelsin

Oğlum kalmış düşman içinde
Öldürenler kalsın hicran içinde
Gömleğini gördim al kan içinde
Gözden oldum oğul oğul diyerek

Zemane Sazı

Bu dünyanın nesine güvenmeli
Günlerimiz gelip geçiyor
Oynamalı atlamalı gülmeli
Günler aylar seneler, kuş gibi uçuyor 

Bugün bulduk bugün yemeli
Bu dünyanın tadına bir an evvel ermeli
Bugün varsak yarın belki de yolcuyuz
Ahretin kapusını bir gün olup bulacağız

Ne güzelliğe güvenmeli ne de paraya
Zeman ne yaşa bakıyor ne de sıraya
Vakitli vakitsiz silüp süpürür
Önüne geleni alup götürür 

Biraz severiz ardından merak, acı
Tez yetişup giydirür kanlı tacı
Kimi ağlar kimi güler bu ne dünya hey ya Rab
Kimisi zengindir kimisi de pek harap

Ey muhacir kardaşlar, merakları terk idelim
Biraz da gülüp sevinelim
Ne yaparsak yanımızda kârdır
Meraksız ömrinü geçiren bu dunyada bahtiyardır

S. Triantafillidis




Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.