Sonradan öğrenilen dilde bir albüm: ‘Jî’

Burcu Yankın’ın ilk solo albümü ‘Jî / Mother-Root’, 18 Mayıs’ta müzikseverlerle buluştu. BGST Records etiketiyle yayımlanan albümde, şarkıların beste ve sözlerinin neredeyse tamamı Yankın’a ait. Müzik kariyerine Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nde başlayan, daha sonra Kardeş Türküler bünyesinde çalışan, Birol Topaloğlu, Mikail Aslan, Miraz ve Erkan Oğur gibi sanatçılarla da sahne alan Burcu Yankın’la albümü hakkında konuştuk.

Albümün tanıtımında Kürtçenin anadiliniz değil, sonradan öğrenmeye çalıştığınız bir dil olduğunu söylüyorsunuz. Kürtçeye nasıl ilgi duymaya başladınız?

Anneannem ve babaannem Kürt fakat biri zaten Azeri olarak yetiştirilmiş, bir diğeri de kimliğini rahatça ifade edebileceği bir ortamda olmamış. Dolayısıyla Kürtçe, anne ve babama aktarılmamıştı. Babam çok az biliyordu. Benim Kürtçeyle ilişki kurmam, üniversite yıllarımda Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nde yer almamla başladı. Kulüpte Kürt arkadaşlarımla, Kürt müziğinin yanı sıra okuma ve dil çalışmaları da yapmaya başladık. O dönem, yine üniversite bünyesinde, Edebiyat Kulübü’nde Kürt Edebiyatı Komisyonu’nu kurduk. Dille ilişkim bu şekilde başladı.

Dili sonradan öğrendiğiniz halde, albümde yer alan şarkıların sözleri size ait. Bu konuda yardım aldınız mı?

Dili müzik üzerinden ele aldığım için yazım süreci çok kolay olmadı ama uzun yıllardır Kürt müziğinin içinde oluşum, hem ezgilerde hem de sözlerde belli bir kafiye ve uyum oluşturma açısından avantajdı. Sözleri yazdıktan sonra, anadili Kürtçe olan ve bu dili iyi bilen bazı arkadaşlarıma danıştım, kontrol etmelerini istedim. Çok kritik hatalar çıkmadı ama zaten mütevazı, sade, gündelik meseleleri ele alan şarkı sözleri bunlar. O dille düşünmek, her şeyi o dille kurgulamak gibi bir iddiam tabii ki yok. İster istemez bazen Türkçe kurguladım, bazen ezgiye göre Kürtçe kurguladım ama anadilimde şarkı yapmak gibi değildi. Gerçi iki dille düşünmeye çalışmak da farklı bir deneyim oldu benim için.

Sözlerde işlenen ‘gündelik meseleler’ neler?

Şarkıların meramı aslında küçük ve mütevazı hikâyeler. Doğal olarak şehir hayatına dair sözler var genelinde, alt metinde ise göçebelik ve mültecilik teması, ince ince... Göçü yağmurun buluttan ayrılmasıyla sembolize ettim örneğin, veya büyük şehirdeki göçebelik halini anlatmak için “denizi olmayan ama denizi düşleyen balıklar” dedim. Bir şarkıda baharın gelişini anlatmaya çalıştım, bir diğerinde yabancı topraklarda, ayrılmamaya uğraşan sevgililerin hikâyesini... Albüme adını veren ‘Jî’ ise bir kadın şarkısı. Bu arada albümde Yerevanlı Êzîdî bir şair olan Egîdê Şemsî’nin bir şiiri de var: ‘Çavê Te / Gözlerin’. Keşke ona dinletebilseydim bu besteyi, fakat ne yazık ki hayatta değil. 

Şarkıların formu konusunda ne diyebilirsiniz?

Kolaya kaçıp ‘serbest’ diyeyim. Albümdeki bir şarkı dışında bütün besteler bana ait. Yıllardır dinlediğimiz, bizi besleyen geleneksel müzikler, esin aldığımız ezgiler, motifler var ama aynı zamanda çok farklı müzik türleriyle de büyüyor, Batılı müzik formlarını da dinliyoruz. Albümü dinleyenler farklı formlarla karşılaşacaklar, ama bunlar kurgusal değil. Kendi bünyemizde nasıl karışıyorsa, yaptığımız şarkılara da o şekilde yansıyor. Ben ritimci olmama rağmen çok fazla ritim enstrümanı kullanmadım; yaylılar, piyano ve gitar daha baskın. Düzenlemeleri birlikte yaptığımız Barış Yerli’nin müzikal birikimi ve düzenleme anlayışı da albüme önemli bir katkı sağladı. 

Birçok farklı projede yer aldıktan sonra solo bir albüm çıkarma fikri nasıl oluştu?

Kardeş Türküler’den ayrıldıktan sonra eşim Fırat Alkış ve kardeşi Fuat Alkış’la birlikte ‘Miraz’ ekibini kurduk, ‘Çeber’ adlı bir albüm yaptık. Bu çalışmalar boyunca kafamda birtakım sözler ve besteler birikiyordu. Öncesinde de, bazen turnelerdeyken bir yere oturup yazıyordum. Bu biriken şeylerin bir süre sonra dışarı çıkması gerekiyor, insan paylaşma ihtiyacı hissediyor. Bu albümün de böyle bir gereklilikten ötürü ortaya çıktığını söyleyebilirim. Eşim Fırat Alkış bu süreçte bana maddi-manevi çok büyük destek verdi, albüm konusunda beni cesaretlendirdi; ailem ve müzisyen dostlarım da yanımda yer aldılar. 

Kürtçe Türkiye’de hâlâ birçok alanda engellerle karşılaşıyor. Bu dönemde Kürtçe albüm çıkarmak sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?

Devletin Kürtlere dönük politikaları, Kürtçeye yaklaşımı kendini sürekli tekrar ediyor; bir kısır döngü olarak işliyor uzun yıllardır. Bu ortamdan bizler de etkileniyoruz tabii ki. Alternatif basın minimalize olmuş durumda, alternatif televizyon kanalları yok. Örneğin, şu aralar ‘Meyrem’ adlı şarkımıza bir klip hazırlıyoruz, “Nerede yayınlayacaksınız?” diye soruyorlar. Bu sorunun cevabı ancak “Youtube’da” olabilir. Eşimiz, dostumuz paylaşırsa seviniyoruz, bu şekilde sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Ama bir yandan da Kürtçe müzik yapan müzisyenler olarak bu durumlara alışığız, talimliyiz bir anlamda. Zor koşullar altında da olsa üretmeye devam ediyoruz, edeceğiz. 

Albümün Kürtçe şarkılardan oluşması, yaygınlaşması açısından bir risk olarak değerlendirilebilir mi?

Bu benim içimden gelen bir çalışma olduğu için öyle düşünmedim. Zaten kimler dinler, hangi kesimler albümü edinir, az çok tahmin edebiliyoruz. Kullanılan enstrümanlar ve düzenlemeler itibariyle çok geleneksel bir albüm değil; dediğim gibi, bestelerden oluşuyor fakat sırtını geleneksel müziklere yaslamaya çalışıyor hep. Dolayısıyla bu tarz müzikleri sevenlerin dinlerken yabancılık çekmeyeceğini düşünüyorum. Çevremden olumlu yorumlar aldım. Kürtçe bilmeyen ve Doğulu müziklere aşina olmayan kimi dostlarım da severek dinlediler, sözleri anlamasalar bile şarkıların evrensel bir duyuşu olduğunu söylediler.



Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.