‘Aşrı memleketler’den hikâyeler, görüntüler, şarkılar

2008 yılında, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun çatısı altında kurulan Gayda İstanbul, Balkan coğrafyasının müzikal geleneklerine odaklanan çalışmalarını ‘Aşrı Memleket’ adlı bir gösteriyle sürdürüyor. Fehmiye Çelik ve İbrahim Dizman’ın birlikte geliştirdiği proje, 26 Kasım Pazartesi akşamı, Akatlar Kültür Merkezi’nde ilk kez sahnelenecek. Gayda İstanbul’un ve gösterinin solistliğini üstlenen Fehmiye Çelik’le, ‘Aşrı Memleket’ üzerine konuştuk.

Gösterinin kadrosunda adı geçenler arasında, geçen yıl İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Aşrı Memleket: Trakya’nın Renkli Dünyası’ adlı kitabın editörlerinden İbrahim Dizman da bulunuyor. Başlıklar da aynı olduğuna göre, kitapla gösteri arasında bir bağlantı olsa gerek...

İletişim Yayınları’nın ‘Memleket Kitapları’ serisi, toplumlar arasındaki mesafeleri ortadan kaldırmak amacıyla hazırlanıyor. ‘Aşrı Memleket’ kitabı da, önsözünde belirtildiği gibi, “yaşadığımız coğrafyanın farklı bölgelerine yakından bakma ve anlama çabası”nın ürünü. Pek çok kişinin, Trakya-Balkan kültürüne dair çeşitli yazılarından oluşuyor. Yazar ve eğitimci İbrahim Dizman, benimle iletişime geçip, bu kitap için bir yazı yazmamı istedi. Bu vesileyle tanıştık ve süreç içinde dostluğumuz pekişti. Sohbetlerimizde, Balkan kültürünü daha çok tanınır kılmak bağlamında, biraz da müzisyen olmam hasebiyle, acaba bunu hem edebiyat hem de müzik üzerinden yapabilir miyiz diye konuşmaya başladık. İbrahim Abi, bir Rumeli ‘sahne belgeseli’ hazırlamayı önerdi. İkimiz de çok heyecanlandık. Zaten sanat ve edebiyatla uğraşıyorsanız, hayal kurup heyecanlanmayı seviyorsunuz demektir. Sonra bu konuyu, kitabın yazarlarına açtık. Onlar da, sağ olsunlar, her türlü desteği vermeye hazır olduklarını söylediler. Projeyi, televizyon programcısı ve sunucu Yusuf Emin’le paylaştığımızda o da çok heyecanlandı. Yusuf, köken itibariyle Goralıdır. Gora, eski Yugoslavya’da, Kosova’nın Arnavutluk ve Makedonya topraklarıyla kesiştiği, Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar ve Slavların bir arada yaşadığı, dağlık bir bölgedir. Goralılar, etnik aidiyetleri kesinleşmemiş olduğu için, bugün birçok devlet ve kültür arasında paylaşılamayan bir halk durumunda. Yusuf, bu kültürün genç temsilcilerinden; Balkanlarda konuşulan neredeyse tüm dilleri anadili gibi biliyor. Metinleri onun seslendirmesini istedik. İbrahim Dizman’la birlikte metinleri hazırlamaya başladık. Ben detaylarda kaybolabilen biriyim. Neyse ki İbrahim Abi, editör hassasiyetiyle toparlıyor ortalığı. Kitaptaki yazılar da bize ilham verdi; bu bâbda, kitabın yazarlarına şükran borçluyuz.

Balkan kültürünün daha fazla tanınması gibi bir noktadan hareket ettiğinizi söylediniz. Sizce Balkanlar Türkiye’de yeterince tanınmıyor mu?

Türkiye coğrafyasında yaşayan insanların ailesinde, kökleri Balkanlara uzanan bir fert bulmak zor değildir. Balkan göçmeni bir komşusu, iş ya da okul arkadaşı olmayanımız yoktur. Fakat bir insan tanımak, bir kültür tanımak anlamına gelmez. Pek çok şeyden o kadar habersiziz ki... Diğer yandan, tanımamanın ya da bilmemenin getirdiği mesafeler de giriyor araya ve farkında bile olmadan, birbirini öteleyen ya da dışlayan bakışlar gelişebiliyor.

Sadece Balkan kültürü değil ki... Mesela Kafkas kültürünü ne kadar tanıyoruz? Ya da Ermeni kültürünü, Abdal kültürünü, Roman kültürünü? Üstelik bugün iletişim çağında yaşıyoruz, bilgiye erişmek çok hızlı ve kolay. Gerçi bu hız ve kolaylık, belki bilgiyi ya da bilmeyi de önemsizleştiriyor, yüzeyselleştiriyor. Zaten meseleleri belli şablonlar içinden algılamayı çok severiz, daha zahmetsizdir. Önyargılar, prototipler çok hoşumuza gider. Örneğin, ‘yerliler’in çoğunda, Rumeli’den gelenleri dışlayan bir bakış vardır bir parça ve bu dışlamanın en önde gelen gerekçesi en komik olanıdır, hatta bir kaş hafif yukarda söylenir: “Biz bu ülkede savaşırken, siz neredeydiniz?” Sanırsınız ki bunu söyleyen, ayağında tozlu asker postalları, Anafartalar’dan yeni gelmiş... Tanısa ve anlasa, kimler kimlerle, nerelerde beraber savaşmış, nerelerde, nasıl beraber yaşamış, öğrenecek ve bir daha böyle konuşmayacak. Fakat tanımak ve anlamak çaba, emek istiyor. Bunun yerine, dışlayıcı, ötekileştirici bakışlara teslim oluyoruz. Bunu demokrasi mücadelesi, hak mücadelesi yürüttüğünü düşündüğümüz çevrelerde bile görmek mümkün maalesef. Bir konuşmanın bir yerinde biri kalkar, “Kafkas’tan, Boşnak’tan gelenler, biz sizin gibi bu ülkeye sonradan gelmedik” deyiverir. Kimsenin kimseden haberi yok. Herkes kendi yaşadığına odaklanmış, herkes kendi derdini biliyor. Gösterimizden bir alıntıyla örnek vereyim. Bosnalı ünlü bir yazar var, Meşa Selimoviç. Sadece Balkanlara değil, tüm insanlığa dair sözü olan bir yazar. Ne diyor biliyor musunuz? “Ne insanların, ne de dünyanın bir eksiği var. Bütün sorunlar, tanışmamaktan ve konuşmamaktan kaynaklanır. Çözüm için biricik araç, oturup konuşmaktır…” 

Gösterinin formatını nasıl tanımlarsınız? Fehmiye Çelik. Fotoğraf: Berge Arabian

Canlı müzik, videolar, anlatılar ve tiyatral canlandırmalardan oluşan bir bütün... Tabii, bu konuda epey kafa yorduk: Acaba metin okumak yerine, soru-cevap gibi karşılıklı sohbet formatında mı yapsak? Sahnede dansçılar mı olsa? Tiyatrocu arkadaşlarla bir araya gelip çeşitli Balkan hikâyelerinden ufak sahnelemeler mi yapsak? vs. Neticede bunların her biri ileride olabilecek şeyler. Ne demiş şair, insan hayal ettiği müddetçe yaşar! Bir anlatıcı, bir müzik topluluğu ve arka planda görüntüler üzerinden, daha mütevazı bir sahnelemeyle başlamakta karar kıldık. Anlatılarda göç, savaş, komşuluk, hıdrellez, bahar şenlikleri, düğün gibi temalara değineceğiz ve bunu yaparken Balkanlar’da belirli duraklara uğrayacağız: Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna, Sırbistan, Kosova. Her durakta video mesajlarımız da olacak; bu ülkelerden müzisyen ve akademisyen dostlarımız bize merhabalarını yollayacaklar.

Şarkı seçiminde ve metin yazımında nasıl bir yol izlediniz?

Nasıl bir sahneleme yapabiliriz diye, uzun bir süre kafa yorduk. Bir şeyleri tasarlarken bazen detaylar büyüyor ve işin içinde kaybolma riski doğuyor. Başlangıçta, ‘aşrı memleket’i şehir şehir mi dolaşsak dedik ama bunun için o şehirleri görmek, gezmek, belki bir süre orada yaşamak gerekiyor. Bazı şeyleri sadece okuyup araştırarak yaparsanız fazla ansiklopedik ya da sığ kalabiliyorsunuz. Tabii, bir şehrin üzerinde biraz uzun dursanız, öteki eksik kalıyor, “A, B şehirleri var, niye C şehri yok?” gibi sorular oluşabiliyor. Sonra, “Şarkıların hikâyeleri üzerinden ilerleyelim” deyip, Balkanlar’da konuşulan dillerdeki şarkıların hikâyelerini taramaya başladık. Fakat hikâye merkezli bir repertuvar oluşturmanın da, dil dengesi ve müzikalite açısından çok zorlayıcı olduğunu gördük. Aslında çok güzel ve anlamlı bir iş çıkar bundan ama sabır ve yoğun ekip çalışması gerektiren, uzun erimli bir proje bu. Bunu da geçtik... “En iyisi genel temalar üzerinden gidelim” diye düşündük, fakat mevzu Balkanlar olunca ‘genel’ diye bir şeyden söz etmek çok zor. Bir dünya tema çıktı karşımıza: Halklar, savaş, göç, sevda, komşuluk, ayrımcılık, inanç, gelenek görenekler... Bu temaların her biri kendi içinde dallara ayrıldığı gibi, Balkanlar’da yaşayan farklı halklarda değişkenlik gösteriyor. Süresi en fazla 1,5 saatle sınırlı bir konser sahnesinin imkânları, tüm bunları karşılamaya yetmez.

Duyuru metninden, gösterinin merkezinde muhacirlik temasının yer aldığı anlaşılıyor. Anlatınız, bu coğrafyaya gelen ‘muhacirler’ dışında, buradan ‘gidenler’ ve burada ‘kalanlar’a ve güncel göç hikâyelerine de uzanıyor mu?

Evet, merkezde ‘muhacirlik’ teması var ve bu temayı, daha çok Balkanları eksen alarak işliyoruz. Fakat göndermeler sınırsız. Mesela İbrahim Dizman’ın yazdığı metinlerde şöyle bir paragraf var: “İnsan yurdundan kopmayagörsün, artık nereye gittiğinin, nerede duracağının bir önemi yoktur. Sadece yol vardır. Yükü de ağırdır; bütün geçmişini yüklenmiş götürmektedir. Bir insan bir evi, bir şehri, bir geçmişi sırtlanıp götürebilir mi? Eğer o kişi muhacirse, mübadilse götürebilir. Hiç de yorulmaz, of bile demez. Soluklanmak için durup geriye baktığındaysa şaşkınlıkla görür ki, hiçbir yere varmamıştır. İnsan doğduğu yerden kopmayagörsün; her yere gider de hiçbir yere gidemez!” Bu metin, buraya geleni de kapsar, buradan gideni de, Balkanlıyı da, Ortadoğuluyu da, Kafkasyalıyı da...

Gösteriyi İstanbul’da başka salonlara, Türkiye’nin başka şehirlerine ve yurtdışına, özellikle Balkanlar’a taşımak gibi bir planınız var mı?

Şimdilik plandan çok hayallerimiz var. Gösteri ilk olarak 26 Kasım Pazartesi akşamı, Akatlar Kültür Merkezi’nde seyirci karşısına çıkacak. Bu bizim için bir prömiyer, hatta daha çok bir gala olacak. Seyircilerin değerlendirmelerine çok önem veriyoruz. Eleştiri, geliştiricidir. Belki bazı revizyonlar yapacağız, belki formu, üslubu biraz daha yerine oturtacağız... ‘Aşrı Memleket’i çok severek hazırladık, izleyenlerin de aynı duygularla ayrılmasını çok arzuluyoruz ve bu gösteriyi hem İstanbul’da, hem memleketin bütün ‘aşrı’ yörelerindeki salonlarda, ve tabii Balkanlarda sergilemeyi çok istiyoruz.

Gayda İstanbul’dan uzun süredir haber alamıyorduk. Son dönemde neler yapıyorsunuz? Bu gösteri, topluluğun yeniden görünürlük kazanması için bir vesile olabilir mi?

Gayda İstanbul, Kalan Müzik’ten çıkan ‘Balkanlardan gelen hep soğuk hava olmaz a!’ albümünden sonra, aslında kendi içinde canlıydı ama dışarıya dönük derin bir sessizliğe gömüldü, çünkü çok konser veremedi. Konser organizasyonu için çalıştığımız insanlar talep oluşturamadıklarını söylediler. Hatta, yakın çevremizdeki bazı eş dost, başlığa ‘Balkanlar’ kelimesini koyarak, potansiyel dinleyici kitlesini daha en baştan sınırladığımızı söyledi bize. Haklı olabilirler, bilemiyorum. İşte, sohbetin başında söylediğimiz mesele – önyargılar, şablonlar... Belki bizim de eksiklerimiz vardır ama neticede bizler müzisyeniz, organizasyon ağlarına girme konusunda ancak bir yere kadar mücadele verebiliyoruz. İşimizi severek ve inanarak yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz; şimdilik elimizden gelen bu. Kendi ailemden ve eşimin ailesinden derlediğim, henüz başka yerde söylenmemiş, duyulmamış türküler var, onları düzenlemeye uğraşıyoruz. Yine sözü ve müziği kendimize ait beste çalışmalarımız var, onları da yakın vadede stüdyoda kaydedip sevenlerimizle paylaşmayı hedefliyoruz. Yani, yola devam.

Her yönüyle kolektif bir çalışma

“Gösteriyi hazırlarken, ‘Aşrı Memleket’ kitabının yazarlarından belgesel malzeme, video ve fotoğraflar konusunda da destek aldık. Özellikle Haluk Ecevit, kişisel arşivini bizim için epey bir karıştırdı. Ömer Asan’ın ‘Kardeş Nereye: Mübadele’ adlı belgeselinin içeriği de bize yardımcı oldu. Topladığımız görüntüleri derleyip düzenleme ve sunuma hazırlama konusunda Kutay Akyürek ve Sevinj Yusufova çalıştılar. Şarkıları, İbrahim Dizman ve Yusuf Emin’in de önerileri ışığında, Gayda İstanbul olarak belirledik.”





Yazar Hakkında