OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

“Devletimin yanındayım”

Rektör atamasını protesto edenlere tepki gösterenlerin söylediği bir söz de “Devletimin yanındayım.” Devleti kendine ait bir şeymiş gibi düşünmek en büyük yanlış kanılardan biridir, bir yanılgıdır, illüzyondur. Devletin ‘sizin’ olma hâli, siz devlet denen örgütü yöneten insanlarla ters düşene kadardır.

İdeolojileri ve siyasi pozisyonları belirleyen başat faktörlerden biri, o ideolojinin ve dolayısıyla takipçilerinin, devlet-toplum-birey üçlüsünden önceliği hangisine verdiği, hangisinin korunmasını birinci vazife saydığı ve bağlantılı olarak bunlar arasındaki ilişkiyi nasıl tanımladığıdır.

Bireyi diğer ikisinden herhangi birine tabi kılan ideolojiler baskıcı bir yönetim potansiyeli taşır, zira o tip ideolojiler bireyi hiçleştirir ve onu diğer ikisinin ‘çıkarlar’ı doğrultusunda harcanabilecek bir meta, bir tür yakıt gibi görür. Tabii, bu söylediklerimizden skalanın öbür ucunun, yani bireyin tamamen kendi çıkarları doğrultusunda hareket emesi gerektiği ve her birey kendi çıkarını maksimize etmeye odaklandığında ortaya çıkacak sonucun herkes için en iyi durum olduğu iddiasının doğru olduğu sonucu çıkmaz. Fakat, sonuçta insan hakları, kimisi bireyin grup aidiyetlerinden doğmakla birlikte, esas itibariyle bireyin haklardır. İnsan haklarının korunmadığı yerde de demokrasinin tesisi ve devamı, hâliyle mümkün olmaz.

Devlet-toplum-birey önceliği sağ-sol skalasında nasıl dağılır diye baktığımızda ise, belli eğilimler olmakla birlikte net bir ayrışma göremiyoruz. Yani, örneğin, devleti önceleyenler siyasi yelpazenin daima sağındadır veya toplumcular daima soldadır diyemiyoruz. Misal, Ziya Gökalp veya Nurettin Topçu’nun solda olduğunu söyleyemeyiz ama ikisi de toplumcudur. ‘Klasik’ sol bireye mesafelidir ama 20. yüzyılın ikinci yarısında insan hakları savunuculuğu en azından bir kesim solun önemli bir bileşeni hâline geldi.

Bu üçlü karşılaştırmada Türkiye’nin durumu nedir diye baktığımızda gene sadece sağda olmamak üzere kesif ve yaygın bir devletçilik görüyoruz. Bireyin korunması gereken bir değer olarak zemini yok, hiç olmadı. Devletin kontrolü dışında bir toplumun var olması gerektiği fikrinin de çok zayıf olduğunu düşünecek olursak, Türkiye’de devlet(çiliğ)in toplumu ve bireyi domine ettiğini rahatça söyleyebiliriz. Örneğin, insanların kafasında ‘devlete itaat etmemek’, ‘devlete karşı gelmek’ diye, affedilmez bir suç var. Bu suçu işleyenler o kafalarda her türlü cezayı da otomatikman hak etmiş oluyor. Türkiye tarihindeki tüm soykırım, katliam ve pogromları savunurken ileri sürülen gerekçe “Ama onlar da devlete isyan etmiş”tir. Böylece bütün o vahşeti ve zulmü meşru ve kabul edilebilir kıldıklarını düşünüyorlar. 

“Kişiler hata yapabilir, onları eleştirebilirsiniz ama devlete söz söyleyemezsiniz” iddiası da devleti eleştirilemez kılan anlayışa iyi bir örnek. O kadar ki, devlete somut kişilerden ayrı soyut bir özellik atfediyor. Sanki devlet denen şey kişilerden bağımsız, kişilerden oluşmayan üstün bir varlık. Var ama görünmez, var ama yok. Bir açıdan burada devletin tanrılaştırılması durumuyla karşı karşıyayız. 

Bana tüm bunları tekrar düşündüren ve yazdıran, Boğaziçi Üniversitesi’ne üniversite bileşenlerinin iradesi hiçe sayılarak, tepeden indirilen rektöre itiraz edenlere, basında ve sosyal medyada verilen tepkilerdir. Nitekim, yukarıda zikrettiğim zihniyet doğrultusunda bu insanlar devlete karşı gelmekle ‘suçlandılar’. Sanki devlet denilen teşkilatı oluşturan kişilerin (ki hâlihazırda tek bir kişinin dominasyonu söz konusu) kararlarına itiraz edilemezmiş gibi.

Rektör atamasını protesto edenlere tepki gösterenlerin söylediği bir söz de “Devletimin yanındayım.” Devleti kendine ait bir şeymiş gibi düşünmek en büyük yanlış kanılardan biridir, bir yanılgıdır, illüzyondur. Devletin ‘sizin’ olma hâli, siz devlet denen örgütü yöneten insanlarla ters düşene kadardır. İşte o ters düşme ânında sizi koruyacak olan, hukuka dayalı demokratik bir düzendir, tabii eğer böyle bir düzen o güne kadar kurulabilmişse. Ve bu ters düşme hâlinin ne zaman, kimin başına geleceği belli olmaz, devletin yönetimini kimlerin ele geçirdiğine göre hedef de değişebilir. Nitekim, Türkiye’de yakın geçmişte devleti kendisinin zannedenler aynı devletin hedefi oldular. 

Velhasıl, devlet, vatandaş karşısında her daim hukuk, sivil toplum, insan hakları tarafından sınırlanması ve kontrol altında tutulması gereken adamlar ve kurumlar bütünüdür. Kimsenin değildir. Türkiye, bu anlayış hiçbir zaman yerleşmediği için de demokrasisi güdük kalmış bir ülkedir.