“Suriye’de durum çok kötü ve kötüye gidiyor”*

Lakhdar Brahimi, 1 Eylül’de yeni BM Suriye Özel Elçisi olarak göreve başladı. Suriye’de Esad’la görüştü ve Türkiye ile Ürdün’deki mülteci kamplarını ziyaret etti. Gelecek haftada, New York’ta toplanacak BM Güvenlik Konseyi toplantısına katılacak. Göreve geldiğinden beri edindiği izlenimleri, Ürdün’de, El Cezire’den Jane Arraf’a anlattı.

Brahimi’ye göre, Suriye bir iç savaşın içinde, “fakat bu savaş durdurulabilir ve durdurmak için ne kadar erken başlarsak, o kadar iyi olur.”

Jane Arraf**

- Siz Suriye, Türkiye ve Ürdün’den geldiniz. Yüzleştiğiniz sorunlar ile ilgili Suriye’de yaptığınız, özellikle Beşar Esad’la, görüşmelerden sonra algınızda bir değişiklik yaşandı mı?

Doğal olarak insanlar ile konuşurken, özellikle sevdiğiniz biriyle, sizin bildiğiniz birkaç şeyi onaylar ve sizin için başka yollar açar. Ben ayrıca sivil toplum ve muhalefetten de birçok insan ile konuştum. Bu kesinlikle Suriye hakkında sahip olduğum düşünceyi netleştirmeme yardımcı oldu. Fakat tamamıyla “ben eminim” diyene kadar, yine de Suriyeli ya da Suriyeli olmayan pek çok insanla konuşmam gerekiyor. Henüz o noktada olduğumu sanmıyorum.

- Suriye de oluşan genel görünüm nedir? Şu anda en büyük endişeniz nedir?

Elimden geldiğince ciddi ve güçlü bir şekilde, şu noktayı vurgulamak isterim ki, durum çok kötü ve kötüye gidiyor. Durumda bir ilerleme yok. Zaman zaman her iki taraftaki Suriyelilerden, “kısa bir süre sonra kazanacağız. 3 ay içinde veya 2 ay sonra” gibi şeyler duyuyoruz. Bence bunlar doğru değil. Ben hiçbir tarafın kazandığını ya da ilerde kazanabileceğini düşünmüyorum. Durum gittikçe kötüleşmekte ve bu da bölge için büyük bir tehdit unsuru. Bu tarz çatışmalar, sadece bir ülke içinde kalmaz, her zaman yayılacaktır. Zaten komşu ülkelerde, istikrarı bozan veya bozma tehdidi oluşturan binlerce, yüzbinlerce mülteci var. Parmak basmaya çalıştığım temel nokta da bu, Suriyelilere ve onların arkadaşlarına durumun ne kadar kötü olduğunu göstermek ve çok geç kalmadan tüm güçleri bir araya getirerek sorunu çözmek. Benim temel olarak yapmaya çalıştığım şeyleri, Kofi Annan da yapmaya çalıştı. Bizim sadece bir yolumuz ve bir çizgimiz var, arabuluculuk ile sorunu çözmek, herkes bu yola destek vermeli. Bu tarz durumlar için birden çok yol olmamalıdır. New York’a Güvenlik Konseyi’ne gittiğimde, bu mesajı orada göreceğim herkese ileteceğim.

- Sizce dinlemek için istekliler mi? Sizin şimdi Çinli, Rus ve İranlı elçiler ile görüşmeleriniz olacak, onlar durumun ciddiyetini kavramışlar mı?

Öyle olduğunu düşünüyorum, bence dışişleri bakanlarına beni aramaları gerektiğini hissettiren ve beni arama sorumluluğunu aldıran tek neden ve beni gelecek hafta New York’ta görmek istemelerine sebep olan da bu. Bence bu durum, onların, durumun ciddiyetini ve bu durumun önemli ve acil olduğunu anladıklarının bir göstergesi. Umalım ki, sonraki adım, nasıl bir araya gelecekleri ve bizim ortaya koyacağımız planı desteklemek olsun. İnsanlara söylediğim gibi benim bir planım yok. Olmadı. Fakat eğer birlikte çalışmaya ve dinlemeye istekli olanlar varsa bir plan üzerinde çalışmak imkânsız değil.

“Kesin olan, ortada büyük bir kriz olduğu. Kesin olan, reformlardan konuşmanın artık hiçbir şekilde doğru olmadığı. Şimdi, değişimden konuşulmalı ve bu değişim ciddi ve derin olmalı.”

- Ortaya çıkabilecek bir plan için çeşitli parametreler mevcut mu? Örnek olarak Suriye devlet başkanı dâhil edilebilir mi?

Onu mutlaka içerecektir. Olması gereken, kesin olan şeylerden, kesin olması gereken şeylere doğru gitmektir. Kesin olan, ortada büyük bir kriz olduğu. Kesin olan, reformlardan konuşmanın artık hiçbir şekilde doğru olmadığı. Şimdi, değişimden konuşulmalı ve bu değişim ciddi ve derin olmalı. Ne tür özelliklerle donatmak istediklerini bilmiyorum ama değişim burada yer almalı.  İdeal olarak değişim düzenli bir şekilde yer almalı. Irak’ta veya Libya’da yaşananlar tekrarlanmamalı. Yani Suriye halkının meşru taleplerine gerçekten yanıt verebilecek düzenli bir gelişim ve değişim istemekteyiz.

- Bu değişiklik mutlaka bir liderlik değişimi içerir mi?

Bu, Suriye içindeki ve etrafındaki ilgili taraflar ile tartışmadan önce, televizyonda tartışmak istemeyeceğiniz bir şey. Fakat bence herkes biliyor ve herkese söylediğim gibi gerekli olan şey değişim ve bu değişim, ne kadar erken olursa, o kadar iyi olacak.

- Irak’ta olduğu gibi, Suriyeliler için kimin konuştuğunu söylemek çok güç. Sizce, örneğin dış muhalefet ne kadar güvenilirliğe sahip?

Ben yargılama yapması gereken ya da yapabilecek son kişiyim. Suriyeliler, çeşitliğe sahip, çok zengin bir çeşitlik var, ayrıca politik olarak da bir çeşitlilik mevcut. Hiç şüphe yok ki, onlar ile konuşmaya küçük küçük gruplar ile konuşma şeklinde gidemem. Nihayetinde, Suriye, 2, 3 ya da 4 taraf vasıtasıyla temsil edilmeli, 200 değil. Fakat ben hiçbir dahili ya da harici Suriyeli muhalefeti yargılayamam. Ben, bu grupların birçoğu ile görüştüm, daha da görüşeceğim ve bir araya gelip ortaya ortak bir iş çıkaracağımızı umuyorum.

- Güvenlik kısıtlamalarının olduğu ziyaret ettiğiniz bir bölgede, neler olduğunu anlama fırsatına eriştiniz mi?

Ben eriştiğimi düşünüyorum, eminim ki hala çok fazla öğreneceğim şey var. Fakat gördüğüm küçük şeyler ve duyduklarım, ki gördüğümden fazla duyduğum bulunmakta, durumun çok kötü olduğunu ve kötüye gittiğini doğruluyor.  Pek çok insan öldü, pek çokları ölmekte. Binlerce insan tutuklu, 30 bin kişi hapishanede, şehirlerin büyük bir bölümü harap olmuş. Yaptırımlar, insanları iğnelemekte ve etkilemekte. Daha başka ne var, bilmiyorum. Gördüğüm kadarı ile durum şu anda ilerlemiyor. İnsanlar ortaya düşünceler ve projeler koymaya çalışıyor. Bazıları seçim istiyor, diğerleri görüşme talep ediyor, başkaları ise görüşme istemiyorlar. Bu yüzden, herkes güvenilir ve rasyonel bir süreç etrafında bir araya gelmelidir.

- Askeri açmazlar yüzünden mi durum kötüye gidiyor?

Durum kötü, çünkü insanlar öldürülüyor ve ülke harap ediliyor. Şam’ın kenar mahallerinde günün her saati büyük silah sesleri duyabilirsiniz. Bence Halep daha kötü bir durumda, Humus ise iyiye gitmiyor. İdlip ve diğer bölgeler acı çekiyor. Bazı insanlar, size Şam’ın merkezine bakmanızı burada her şeyin güzel olduğunu ve insanların işe gittiğini söyleyecektir. Bu doğru ama bugün için Suriye’de kayda değer ve önemli bir durum değil. Önemli olan silahların 24 saat susmaması ve kavganın sürmesi. Bu bir açmaz gibi görünüyor, fakat bu sabit bir açmaz değildir. Açmaz, insanların ölmesi ve her yerin harap olması.

- Suriye’ye dış müdahale konusunda ne düşünüyorsunuz? Özellikle silahların bölgedeki diğer ülkelerden mi, yoksa İranlı kaynaklardan mı geldiği konusunda?

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, hemen hemen her konuştuğunda Suriye’ye silah akışını durdurmanın gerekliliğinden bahsediyor. Her iki taraftan insanlar ise kendisini savunmak amacıyla silah aldığını söylüyor. Fakat sanıyorum ki, bazı durumlarda silah gönderen insanlar da ortaya çıkıp, durdurulması elzem olan bu duruma katkı sunacaklar.

- Zaman koymayı sevmiyorsunuz, fakat hangi noktada bu göreve devam etmenin bir yarar getirmediğini söyleyebilirsiniz? Bu kararı almanız için ne gibi bir durumun oluşması gerekiyor?

Bilmiyorum. Daha yeni başlıyorum, henüz bir ay bile olmadı. Bir gün bile fazla görevde kalmayacağım, maazallah eğer devam edemeyeceğimi anlarsam, bırakırım. Fakat herhangi bir şekilde, bizim yardım edebileceğimiz bir durum olduğu müddetçe devam edeceğiz.

- Göreve başlamadan önce, Güvenlik Konseyi’nin desteğine ihtiyacınız olacağını söylediniz. Gereken desteği aldığınızı düşünüyor musunuz?

Güvenlik Konseyi’nin her bir üyesinin ayrı ayrı desteğini gördüm. Bu desteği bütün olarak almak daha iyi olacaktır, ki sanıyorum olacak. Beni gelecek hafta görüşmeye çağırdılar ve bu konu da, konuşacağımız konular arasında. Onların adamı değilsem, hiçbir şeyim, dolayısıyla eğer onların adamı olmamı istiyorlarsa, beni açıkça ve dürüstçe desteklemeleri gerekir.

- Hiç kimsenin aklında iç savaş yokken, iç savaşın olası etkileri hakkında Irak’ta uyarılarda bulunduğunuzu hatırlıyorum. Şu anda Suriye’deki topyekun iç savaş mı ve savaştan sonra Suriye’nin durumu ne olacak?

Gördüğünüz gibi ve anlaşıldığı gibi, bu tür olaylarda yer almış insanların iç savaşta olduklarını kabul etmesi uzun zaman alıyor ve ben Irak’ta bunu dediğimi net bir şekilde hatırlıyorum. Sanırsam Nisan 2004’tü. Hiç kimse, yarın bir iç savaş başlatacağım demeyecektir. İç savaşlar, herhangi bir nedenden dolayı başlayabilir, mesela Lübnan’da savaşı başlatan bir otobüse yapılan saldırıydı. Bu gibi kıvılcımlar, 2, 3, 10 olur, 30 olur ve bir gün herkes bir iç savaşın ortasında olduğunu anlar. Komşu komşusunu öldürdüğünde, askerler kendi silah arkadaşlarına namlularını çevirdiğinde, bunu ne diye adlandırırsınız? Bu yüzden iç savaşı önlemek istediğinizi değil, onu durdurmak imkânsız hale gelmeden önce durdurmak istediğinizi söylemeniz lazım. Dolayısıyla evet, bir iç savaşın içindeyiz, fakat bu savaş durdurulabilir ve durdurmak için ne kadar erken başlarsak, o kadar iyi olur.

- Mülteci kamplarına yaptığınız turlardan konuşmak gerekirse, mültecilerin bulunduğu durum hakkında neler hissediyorsunuz? Mesela Ürdün’e gelen daha savunmasız insanlar hakkında değişen durum nedir?

Ben buraya durumu gerçekten hissetmek ve bu anlaşmazlığın neden kaynaklandığını anlamak için geldim, fakat doğruyu söylemek gerekirse, oraya gittiğim an utanç duydum ve kendimi bir röntgenci gibi hissettim. Sadece bir iki saat için geliyorsunuz. Çok utanç duydum ve mutsuz hissettim. Türkiye’de eğitimli bazı insanlarla tanıştım, bu insanlar çok mutsuz ve utanç içindeler. Bazıları dilenci gibi olmaktan utanıyorlar. Hoş bir durum değil ve bazen size, sanki bir hayvanat bahçesindeymişsiniz gibi bakan insanlarla karşılaşıyorsunuz. Çok, çok utanç verici. Bazıları çok öfkeliydi, hem Türkiye’de, hem de burada. Türkiye’de genç bir adam, bana şu soruyu sordu: Lütfen söyler misin, biz insan mıyız? Verecek cevap bulamadım. Sadece birkaç insanla tanışma fırsatımız oldu, fakat söyleyecekleri olan binlerce insan var ve biz onları dinleyemedik bile. Dolayısıyla gördüklerimizi, mülteci kampının nasıl bir yer olduğunu ve oradaki durumu herkese anlatmak çok önemli ve gerekli. Diğer yandan, kişisel olarak bunun çok utanç verici olduğunu düşünüyorum.

- Mülteci sayısının bölgeyi istikrarsız hale getirdiğini düşünüyor musunuz?

Evet düşünüyorum. Türkiye şu ana kadar mülteciler için 300 milyon dolar harcadı. Bu yüzden Türkiye’ye teşekkür borçluyuz. Herkesin mültecilere yardım ettiğini düşünmüyorum. Ürdün’ün mültecilere yardım için gerekli altyapıya sahip olduğunu düşünmüyorum. Şu ana kadar Türkiye’dekinden daha fazla mülteci Ürdün’e geldi ve uluslararası camianın da, bu konuya gerekli önemi verdiğini düşünmüyorum. Bugün 80.000 mülteci için kurulan çadırların prefabrik konutlara dönüştürülmesi için 60 milyon dolar gerektiği hakkında bilgi aldım. Ve bu prefabrik evler geri de alınabilir, çünkü mülteciler geri döndüğünde, bu evler bir şekilde yıkılacak. 60 milyon dolar hemen hemen her kesim tarafında verilebilir ve ben sizin kanalınızla bir çağrıda bulunabilirim, özellikle bizim bölgemizdeki insanlara. Ürdün’deki mültecilerin yaklaşmakta olan kış ayını geçirecekleri evler için 60 milyon dolar. Bir çadır sadece 500 dolara mal oluyor, fakat her 4 ayda bir değiştirilmesi gerekiyor. Prefabrik bir ev 4.000 dolara mal oluyor, dolayısıyla Ürdün’de bulunan ya da gelecek olan 80.000 insan için 60 milyon dolara ihtiyacınız var. Bu rakam hemen hemen her hükümet tarafından verilebilir.

-Bu görevi neredeyse imkânsız olarak nitelendirdiniz. Şimdiye kadar herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı?

Evet, doğru. Lübnan’ın durumu zordu. Irak kesinlikle korkunç bir durumdaydı, çünkü Irak dünyadaki en büyük güç olan ABD, İngiltere ve diğer ülkeler tarafından kuşatma altına alınmış bir ülkeydi. Bu görev, gerçekten çok zor. Çok zor, çünkü her şey daha da kötüleşmeden duruma çok erken müdahale etmek lazım. Sonuç olarak zorlukla karşılaştım mı? Yaptığınız şey, her zaman en zor olandır. Bu şekilde bakmak, en uygunu bence.

 

* İngilizceden çeviren Sevag Beşiktaşlıyan. İngilizce orijinali için

http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2012/09/2012920731664541.html

** Arraf, yıllarca CNN’in Bağdat Bürosu’nda çalıştı ve Irak Savaşı sırasında Felluce ve Necef gibi en sert çatışmaların olduğu yerlerde muhabirlik yaptı. Bağdat’taki BM Bürosu’nun bombalanması ve Irak’taki ilk seçim gibi tarihi anlara tanıklık etti ve birkaç yıl, Bağdat’ta yaşayan tek Batılı muhabirdi. 2001-2002 yılları arasında CNN İstanbul Bürosu’nu da yöneten Arraf, şu anda El Cezire’de çalışıyor.

Bu hafta...
  •  
Merhaba!