VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde siyasi kriz

KDP ile KYB arasındaki siyasi gerilimler daha da ciddi bir seviyeye çıkabilir mi? 1990’larda Kürtler arasında yaşanan iç savaş göz önünde bulundurulursa, böyle bir endişenin var olduğu söylenebilir. Ancak Kürt liderler bu tür bir tehlikenin varlığını inkâr ediyor. Öte yandan, tek endişe kaynağı KDP ile KYB arasındaki gerilimler değil. KDP’li Peşmergeler ile PKK arasındaki gerginlik gitgide yükseliyor,

Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki (KBY) iki büyük parti, yani Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ile Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasındaki siyasi kriz devam ediyor. Bu çatışmanın en çok öne çıkan kısmı, Irak cumhurbaşkanlığına kimin aday olacağı konusundaki uzlaşmazlık. KYB, hâlen bu makamda bulunan Berhem Salih’i teklif etti, KDP ise ona meydan okuyarak kendi adayının Rebar Ahmed olduğunu açıkladı. Mecliste oylama için iki kez girişimde bulunulsa da yeterli milletvekili sayısına ulaşılamadı. 

Irak’ta 2005 anayasasının yürürlüğe girmesinden bu yana, cumhurbaşkanlığı makamı Kürt bir siyasetçiye, daha doğrusu KYB’nin adayına veriliyor. Bu makamda ilk olarak, KYB’nin kurucusu ve tarihî lideri, artık hayatta olmayan Celal Talabani yer almıştı. Bunun karşılığında, Talabani’nin Mesud Barzani’yle yaptığı bir anlaşma uyarınca, KBY başkanlığı KDP’ye bırakılıyordu. Şu anda iki Kürt partisi arasında yaşanmakta olan anlaşmazlık bir yayılma etkisi yaratarak, Irak’ın tüm siyasi kurumlarını felce uğratıyor, dolayısıyla yeni bir hükümet kurulmasını da engelliyor.

KDP Politbüro üyesi ve parti sözcüsü Mahmud Muhammed, görüşmemizde, “KYB’nin, Kürdistan’ın yarısını değil, yalnızca son seçimlerde aldığı oyları temsil ettiğini kabul etmesi gerekiyor” diyor. KBY’de son olarak 2018 yılında seçim yapılmış, 111 sandalyeli parlamentoda KDP 45, KYB ise 21 milletvekilliği kazanmıştı. Muhammed, KYB’nin, “iş karar alma süreçlerine ve görev-mevki dağıtımına geldiğinde yüzde 50 talep ettiğini” söylüyor.

Peşmergeler dönemi geride mi kalıyor?
Darbaz Resul, KYB’nin önde gelen isimlerinden biri; aynı zamanda, 1991’de Saddam Hüseyin’e yönelik ayaklanma sırasında Erbil ve Kerkük’e giren gerilla güçlerinin başında bulunan ünlü Peşmerge komutan Kosret Resul’ün oğlu. Darbaz Resul, KDP ile KYB arasındaki çatışma hakkında şu değerlendirmede bulunuyor: “Üzerinde anlaşmaya vardığıız şeyleri uygulamıyorlar. Peşmergelerin kuşağı yerini yeni bir liderler kuşağına bırakıyor ama KDP hâlâ eski kuşağın kontrolü altında. Aile her yerde önemlidir ama bir ülkeyi güçlü kurumlar olmadan yönetemezsiniz.” 

Ancak KBY hükümetinde görev yapan –ve adının belirtilmesini istemeyen– yüksek dereceli bir memur da, “KYB’nin köşeye sıkıştırılması statükonun sorgulanmasına neden olur, bu da kimsenin çıkarına uymaz” diyor.

KDP’nin Erbil’de ve KBY hükümetinde nüfuzlu pozisyonları, KYB’nin ise Bağdat’ta güçlü müttefikleri var. KYB’nin liderleriyle konuşurken, bu kişilerin, sınırlı Kürt siyasetininkinden daha geniş, Bağdat’taki güç dengelerini de gözeten bir siyasi vizyonu olduğunu hissediyorsunuz. KYB’nin tarihî liderlerinden Sadi Ahmed Pire, bana Irak’ın önemli resmî kurumlarında Kürtlerin temsiliyetinin yüzde 20 oranında kaldığını hatırlatıyor ve üzüntüyle, Irak’ın devlet kurumlarının, ülkenin “devlet olma vasfını” yitirmesine neden olacak ölçüde zayıfladığını belirtiyor.

PKK ile gerilimler
KDP ile KYB arasındaki siyasi gerilimler daha da ciddi bir seviyeye çıkabilir mi? 1990’larda Kürtler arasında yaşanan iç savaş göz önünde bulundurulursa, böyle bir endişenin var olduğu söylenebilir.

Ancak Kürt liderler bu tür bir tehlikenin varlığını inkâr ediyor. Sadi Ahmed Pire “Aynı hataya tekrar düşmeyiz” diyor; Mahmud Muhammed de aynı görüşte: “[Bugünkü] toplumsal ve siyasi durum [1990’lardakiyle] aynı değil. Savaşa gidecek bir durum yok ortada.” 

Öte yandan, tek endişe kaynağı KDP ile KYB arasındaki gerilimler değil. KDP’li Peşmergeler ile PKK üyeleri arasındaki gerginlik gitgide yükseliyor, hatta iki taraf arasında büyük bir savaşın patlak vermesinden korkuluyor. 

KDP ile PKK arasındaki gerilimler, Irak Kürdistanı hükümeti ile, Suriye’deki, resmî adı ‘Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ olan, Kürtlerin yönetimindeki oluşum arasındaki ilişkileri olumsuz etkiledi. Semalka Sınır Kapısı (Dicle Nehri üzerindeki seyyar bir köprü) aylarca kapalı kaldı; şu anda da haftanın yalnızca üç günü, özel izni olan kişiler (yabancı yardım kuruluşlarının çalışanları, sağlık nedenleriyle geçmesi gerekenlere vs.) için açılıyor. 

KBY Dış Siyaset ve Diplomasi İşleri Başkanı Niyaz Barzani, görüşmemizde, “PKK Türkiye’nin eline, Irak ve Suriye’ye müdahale etmek için kullanacağı bahaneler veriyor” diyor.  KBY’deki birçok diğer siyasi figür de bu hissiyatı paylaşıyor; onlara göre PKK, Türkiye’nin askerî sektörünün gözünde, uyguladığı baskıcı politikaları ve Türkiye ekonomisi krizdeyken yaptığı devasa yatırımları haklı göstermesini sağlayan bir ‘kullanışlı düşman’. 

KDP ile PKK arasındaki gerginlikler, Türkiye’nin KBY topraklarında kesintisiz olarak yürüttüğü askerî operasyonlardan kaynaklanıyor. Türkiye hükümeti ile PKK arasındaki ateşkes düzenlemesinin akamete uğrayıp yeni bir şiddet döngüsünü tetiklediği 2015 yılından bu yana, Türkiye ordusu örgüt üyelerini belli başlı şehirlerden çıkarmayı başardı ve bunu çoğu durumda, Diyarbakır’da olduğu gibi, geniş kentsel alanları yerle bir etme pahasına yaptı. Bugün, PKK Türkiye sınırları içinde büyük askerî operasyonlar yapma kabiliyetini büyük ölçüde yitirmiş durumda. Örgütün Türkiye’den tamamen çıkarıldığını söyleyen askerî uzmanlar bile var.

Türkiye son zamanlarda askerî başarılar elde etmiş olsa da, bu ne bir örgüt olarak PKK’nın, ne de Türkiye’de Kürt meselesinin sona erdiği anlamına geliyor. Uzun bir süredir, PKK’nın Türkiye dışında, özellikle de Kuzey Irak’ta yerleşik askerî üsleri var. PKK’nın bölgedeki varlığı, DAEŞ’in yok etmekle tehdit ettiği Ezidi sivillerin savunulmasında PKK militanlarının kritik bir rol oyandığı 2014 yılından sonra daha da yaygın bir nitelik kazandı. PKK’ya bağlı Kürt gerillalar, Suriye’nin kuzeydoğusunda da varlıklarını güçlü bir şekilde tesis ettiler. PKK ile bağlantılı bir çatı örgütü niteliği taşıyan ve ABD liderliğindeki IŞİD karşıtı koalisyonla yakın bir askerî işbirliği kurmuş olan Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) tahminî olarak 70 bin kişiden oluşan bir savaş gücü var.

IŞİD- SDG denklemi
Geçen Ocak ayında, IŞİD’in, eski militanlarının yanı sıra çocukların da tutulduğu Haseke Hapishanesi’ne yaptığı, 154 SDG mensubunun yanı sıra saldırganlar ve mahkûmlardan birkaç yüz kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırı, SDG’nin ABD için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştu. Vaşington’da birçokları, SDG’nin zayıflamasına yol açacak her tür operasyonun, IŞİD’in ya da kuzey ve doğu Suriye’deki diğer radikal İslamcı grupların yeniden canlanmasına neden olabileceği endişesini taşıyor. ABD’nin Suriye’de askerî varlığını devam ettirmesinin ve Vaşington’un, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik herhangi bir olası yeni askerî operasyonuna karşı çıkmasının en önemli nedenlerinden biri bu.

Vaşington Suriye’de SDG’ye hâlâ ihtiyaç duyuyor ve Kürt güçleriyle askerî işbirliğini sürdürüyor ama burada söz konusu olan, sınırlı, askerî bir ittifak. Siyasi açıdan, Biden yönetiminin, kuzeydoğu bölgesi de dâhil olmak üzere Suriye’de ne istediği belirsiz. Amerikalı diplomatlar SDG liderlerini PKK liderleriyle aralarındaki bağları kesmeye ikna etmeye çalışıyor ancak bu çabalar şu âna dek sonuç vermiş değil. 

Ufukta istikrar görünüyor mu? 
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde de, kuzeydoğu Suriye’de de, uzun vadeli istikrar konusunda, ufukta herhangi bir ihtimal görünmüyor. Kürt aktörlerin de, dış güçlerin de (ABD, Rusya, Türkiye ve İran), bölgenin istikrara kavuşturulup buradaki devasa meselelerle uğraşmaya nasıl başlanabileceğine dair en ufak bir vizyonu yok. Kaybedilen bu süre boyunca, Ortadoğu’daki ‘küçük savaşlar’, sözde yerel siyasetin ve büyük güçler siyasetinin yegâne tezahürü olarak kendi ataleti içinde devam edecek. “Sözde”, çünkü burada yapılan şey siyaset değil, siyaset yaparmış gibi görünme.

(İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz)