OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Tarihin azı karar, çoğu zarar

Bir topluluğun bir coğrafyada, başka gruba tabi olmadan, eşit ve özgür olarak yaşayabilmesi için geçmişte herhangi bir zamanda o topraklar üzerinde bir devlet kurmuş olmasına, hatta tarihin çok eski çağlarından beri orada yaşıyor olmasına gerek yoktur

Günümüzün etno-dinsel çatışmaları, siyasi sorunları hakkında konuşurken gerek o sorunun tarafları, gerek üçüncü kişi ve kesimler devamlı olarak tarihe atıfta bulunur, olayların, durumların geçmişte nasıl olduğunu anlatmaya çalışarak bugünkü pozisyonlarının haklılığını ispat etmeye çalışırlar. Sorunların bugünkü hâlini, olayların nasıl bu noktaya geldiğini anlamak ve bir hüküm vermek için şüphesiz ki geçmişe bakmak gerekir. Aksi, saçma olurdu. Örneğin, İsrail-Filistin meselesinin nasıl bu noktaya geldiğini kabaca son 150 seneye bakmadan anlayamazsınız. Yaşadığımız, o günden bugüne devam eden bir süreç; tarih içinde bu sekans henüz kapanmadı. Örnekleri başka bağlamlardan çoğaltabiliriz.

Fakat, tarihi bugün yapılması gerekenler, kurulması gereken barışçıl, adil bir düzen için koşulsuz ve mutlak bir referans olarak almak sorunlu bir yaklaşım. Herhangi bir şey, tarihte nasıl olmuşsa bugün de öyle olmak zorunda değil, hatta kimi örneklerde öyle olmamalı. Dolayısıyla, bir işin, eylemin, bir durumun, bir uygulamanın öncülünü göstermek onu her zaman meşru kılmaz. 

Bu tür tartışmalarda sıkça başvurulan bir yol da tarihe atfı mümkün olduğu kadar eski bir zamana yapmak – atfını en eski zamana taşıyabilen kazanacakmış gibi... Hâlbuki belli bir yerden sonra eskiye atıf yapmak anlamsızlaşır. Zaten, zamanda geriye gittikçe iddianızın maddi temeli zayıflar. Atıflarını, örneklerini 1000 sene, 2000 sene öncesine yapanlar var. Bir coğrafyada 2000 sene evvel ne olduğu, bize bugün o coğrafyada ne olması gerektiğine dair bir şey söylemez. 2000 sene evvelki durumun bugünkü sorunlarımızın çözümüne katkısı sıfırdır. 1000-2000 sene öncesine referans vermek absürttür. 2000 seneye iki sene, hatta 200 sene muamelesi yapılamaz. Zaten insan zihni belli bir zaman diliminden ötesini kavrayamaz, anlamlandıramaz. Bir sene, beş sene, elli sene, yüz sene nedir, neye karşılık gelir az çok kestirebiliriz fakat 2000 senenin manasını kavrayamayız. 1000 sene evvel olmuş olan ile 2000 sene evvel olmuş olan arasında 1000 senelik fark vardır ama bugünden bakan bizler için neredeyse ikisi de birdir. Ayrıca, bu kadar uzun bir zaman dilimi içinde herhangi bir grubu kesintisiz, düz bir çizgiyle 2000 sene evvelsinden günümüze bağlamak çok zordur. Başka bir deyişle, 1000 sene, 2000 sene evvelki bir gruptan “biz” diye bahsetmek afakidir. Hele, birey düzeyine indiğinizde durum iyice saçma bir hâl alır. Zira soyacağınızda 2000 sene evvel geriye gitmek mümkün olsaydı “atalarım” diyeceğiniz binlerce kişi olacaktı ve muhtemelen birbirlerinden habersiz, çok farklı gruplara mensup biçimde yaşıyor olacaklardı. 

Zamanda geriye gidişlerin çoğunun amacı “Bu toprak kimin?” sorusuna cevap bulmaktır. Bu sorunun amacı da o toprak parçasını kimin yöneteceğine, kimin buna hakkı olduğuna karar vermektir. Onun için de, bir toprak üzerindeki en eski varlığın ve devlet veya devlete benzer bir yapının “kendine ait” olduğunu ispatlayabilen grup/‘millet’ şimdiki zamandaki hâkimiyet hakkını da elde ettiğini düşünür.

Bu, tamamen yanlış bir bakış açısıdır. Bir topluluğun bir coğrafyada, başka gruba tabi olmadan, eşit ve özgür olarak yaşayabilmesi için geçmişte herhangi bir zamanda o topraklar üzerinde bir devlet kurmuş olmasına, hatta tarihin çok eski çağlarından beri orada yaşıyor olmasına gerek yoktur. Kaldı ki, devletler 19. yüzyıldan evvel, milletler adına kurulmazdı. Mesela, adam diyor ki “Kudüs yüzyıllarca bizim idaremizde kaldı.” Bunu söyleyen kişi Osmanlı hanedanının bir üyesi değilse, söylediği doğru olmaz. Kudüs’le onu bağlayan, Kudüs’ün onun idaresinde olması değil, Kudüs’ü yönetenlerin onu da yönetmesi. 

Velhasıl, bir yerin kimin olduğu sorusu yanlış bir sorudur. Yanlış sorulara imkânsız cevaplar aramak, vakit kaybettirdiği gibi toplumlar arası barışı da tehdit eder. Aslolan, bir yerde yaşayan herkesin, haklarının ve özgürlüklerinin sahibi olarak, diğer herkesle eşit ve insan onuruna yakışan bir yaşam sürmesidir. Esas olan, bir devletin bir grup adına bütün gruplara hükmetmemesidir. Bu sağlandıktan sonra, kim ne zaman gelmiş olursa olsun bir önemi yok. Böyle bir siyasi ve toplumsal düzeni kurabilmek için öyle uzak geçmişe bakmaya gerek yok. Onun yerine, temel alınması gereken insan hakları ve özgürlükleri, azınlık hakları, demokrasi ve bunların dayandığı değerler var.