OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Üç Horan’ın yılan hikâyesi

Karşı karşıya kaldığımız sorun, her zaman söylediğimiz gibi azınlık vakıflarına dair temel, yapısal yanlışlıklardan kaynaklanıyor. Bunun yanı sıra, mevcut seçim yönetmeliği hazırlanırken bunun devletin âdeti olduğu üzere tepeden inme değil, açık ve zamana yayılmış istişareyle hazırlanması gerektiğini söyledik. Ayrıca, yönetmelik yayınlanınca da bu metnin yetersizlikleri, boşlukları, yanlışları, iç çelişkileri olduğunu anlattık ve değiştirilmesi gerektiğini söyledik.

Türkiye Ermeni toplumunun gündemini on yıllardır olumsuz biçimde meşgul eden Beyoğlu Üç Horan Vakfı bir türlü sorunsuz bir sürece giremiyor. Son seçimden sonra belli bir istikrar yakalanacağı beklentisi oluşmuşken, mahkemeden seçimin iptali kararı geldi. Bu iptal kararı Türkiye mahkemeleri açısından rekor sayılabilecek bir süre olan altı ayda alınmış olsa da seçimin iptali ve yeniden seçim yapılması hemen uygulanacak bir şey değil. İstinaf ve daha üst mahkeme süreçleri de var ki bunlar hem uzun sürer, hem de alt mahkemenin iptal kararını bozabilir. Dolayısıyla, mevcut yönetim kurulu daha uzun süre iş başında olacaktır.

Gelgelelim, davalı konumundaki Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM), bunun için görünürde bir neden olmasa ve saçma da olsa teorik olarak karara itiraz etmeyebilir. O zaman nispeten daha yakın bir zamanda seçim süreci olabilir. “Peki, mevcut yönetim kurulu niye itiraz etmiyor?” diye soracak olursanız, onun olası cevabını aşağıda belirteceğim. Velhasıl, bu mahkeme kararı bizi hemen yeni bir seçim sürecine sokmayacak olsa da enerji ve zaman tüketen bir baş ağrısı olacaktır.

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, sonra da davanın temel parametrelerine bakarak neden böyle söylediğimi anlatmaya çalışayım: Bu dava büyük ölçüde, çıkarılan yönetmeliğin eksikliklerinden kaynaklanıyor. Davayı özetlersem neden böyle söylediğim de anlaşılacak.

Fakat önce seçim sürecini bir iki cümleyle hatırlatalım. Bildiğiniz gibi, Simon Çekem başkanlığındaki eski yönetim kurulunun oluşturduğu seçim tertip heyeti istifa etmiş, bunun üzerine VGM seçimin zamanında yapılmadığı gerekçesiyle seçim yönetmeliğine dayanarak kendi seçim tertip heyetini oluşturmuş ve seçimi bu tertip heyeti yürütmüştü; seçim 12 Mart’ta yapılmıştı ve yeni yönetim kurulu üyeleri mazbatalarını 31 Mart’ta almışlardı. Aradaki sürede, tam olarak 21 Mart'ta Simon Çekem, hem şahsı hem de tüzel kişilik olarak Beyoğlu Vakfı adına bu davayı açtı. Zira o sırada hâlâ Beyoğlu Vakfı’nın avukatı konumundaydı. Yani, bir dava, iki davacı var. Burayı aklınızda tutun, yazının sonunda lazım olacak.

Çekem, itirazını temel olarak iki argümana dayandırıyordu. Birincisi, kendi oluşturduğu seçim tertip heyeti baskılar ve tehditler sonucunda istifa ettiği için seçimin zamanında yapılmadığının söylenemeyeceğini iddia ediyordu. Dolayısıyla, VGM’nin seçim tertip heyeti oluşturmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürüyordu. İkincisi, seçim tertip heyetinin Beyoğlu’na sandık koymamasının (Esayan Okulu’na koyulmuştu), yönetim kurulu üye sayısını 11 asil ve a6 yedek olmak üzere 17’e çıkarmasının da hukuka aykırı olduğunu ileri sürüyordu ve bunlara dayanarak seçimin iptalini istiyordu.

Sonuçta mahkeme iptal talebini yerinde buldu. Gerekçeli karar henüz yayımlanmadığı için iptalin gerekçelerini tam olarak bilemiyoruz ama mahkemeye sunulan bilirkişi raporu bu konuda bazı ipuçları içeriyor. Çekem’in iptal için temel olarak iki gerekçesi olduğunu söylemiştik. Bunlardan ilkini, yani VGM’nin seçim tertip heyeti oluşturmasının hukuka aykırı olduğu iddiasını bilirkişi yerinde bulmamış. İkincisi, yani seçim tertip heyetinin işlemlerinin, başka bir deyişle yönetim kurulu üye sayısını 11+6’ya çıkarması meselesi biraz daha karmaşık, çünkü yönetmelikte yönetim kurulunun 7 asil üyeden oluşmasının esas olduğu, gerekli hallerde bunun artırılabileceği yazıyor (Madde 7) ama bu artırma kararını kimin verebileceğini yazmıyor. Yani burada yönetmelikte bir boşluk var. Bu durumda, bilirkişi emsal olması açısından azınlık (cemaat) vakfı olmayan vakıflardaki uygulamaya bakmış, onun için de Medeni Kanun’un 112. maddesine gitmiş. O madde şöyle diyor: “Haklı sebepler varsa mahkeme, vakfın yönetim organı veya denetim makamının istemi üzerine diğerinin yazılı görüşünü aldıktan sonra vakfın örgütünü, yönetimini ve işleyişini değiştirebilir.” Kanunun burada “denetim makamı” dediği, VGM oluyor. Dolayısıyla, eğer yönetim kurulu üye sayısını vakfın işleyişine dair bir unsur olarak kabul edersek, bunun değişmesi bu maddeye göre ancak vakfın yönetim kurulunun veya VGM’nin talebi ve diğerinin onayıyla olabiliyor.

Bilirkişi de bundan yola çıkarak seçim tertip heyetinin böyle bir yetkisi olmadığını söylüyor ve dolayısıyla yönetim kurulu üye sayısının artırılmasını hukuka aykırı buluyor. Pek muhtemel ki, mahkeme buna dayanarak iptal kararı verdi; gerekçeli kararı görünce emin olabileceğiz. Bunlar bir yana, burada azınlık vakıflarına dair hep söylediğimiz temel bir sorunla karşılaşıyoruz: Mevzuatta cemaat vakıfları olarak adlandırılan azınlık vakıflarının diğer vakıflarla olan temel farklılıklarından dolayı klasik vakıf statüsüne uymaması. Bu temel farklılıklardan biri, belki de birincisi, azınlık vakıflarının kahir ekseriyetinin bir vakıf senedinin olmamasıdır.

Bu, elimizdeki vakada şu açıdan önemlidir: TMK 112’de atıfta bulunulan vakfın örgütünün, yönetiminin ve işleyişinin nasıl olacağı, diğer vakıflarda vakıf senediyle tespit edilmiştir. O vakıfların vakıf senedinde “Vakfı bir kişi yönetir” yazıyorsa, o vakfı bir kişi de yönetebilir. Gelgelelim, bizim vakıflarımızın vakıf senedi olmadığı için, bunları belirleyen geçerli yazılı bir doküman yoktur. Dolayısıyla, TMK 112’nin emsal olup olmayacağı tartışmalıdır. Tabii, bundan evvel bu maddeye gitmeyi gerekli kılan asıl sorun, seçim yönetmeliğinde yönetim kurulu üye sayısını kimin belirleyeceğinin belirtilmemiş olmasından dolayı ortaya çıkan boşluktur. Kaldı ki, yönetmeliğin 7 sayısını neye göre belirlediği de belli değildir. Zaten, birçok hukukçuya göre yönetim kurulu üye sayısı gibi temel hususlar yönetmelikle değil kanunla belirlenmelidir.

Velhasıl, karşı karşıya kaldığımız sorun, her zaman söylediğimiz gibi azınlık vakıflarına dair temel, yapısal yanlışlıklardan kaynaklanıyor. Bunun yanı sıra, mevcut seçim yönetmeliği hazırlanırken bunun devletin âdeti olduğu üzere tepeden inme değil, açık ve zamana yayılmış istişareyle hazırlanması gerektiğini söyledik. Ayrıca, yönetmelik yayınlanınca da bu metnin yetersizlikleri, boşlukları, yanlışları, iç çelişkileri olduğunu anlattık ve değiştirilmesi gerektiğini söyledik. Ama yapılmadı. İşte, bu dava da bunun sonuçlarından biridir.

Başta sorduğumuz soruyla bitirelim. Peki, yeni seçilen mevcut yönetim kurulu bu karara itiraz edebilir mi? Orada da Çekem’in sebep olduğu bir çetrefil var. Yukarıda Çekem’in davayı, yeni yönetim kurulu mazbatalarını almadan önce vakıf adına açtığını söylemiştik. Dolayısıyla, yeni yönetim iş başına geldikten sonra kendini bu davada davacı konumunda buldu, zira yönetim kurulu değişse de kurumsal devamlılık gereği vakfın davacı konumu değişmedi. Yani, vakıf itiraz etse kendi talebine itiraz etmiş olacak! Aslına bakacak olursanız mahkemenin bu kararıyla kurum olarak Beyoğlu Vakfı’nın itirazını haklı bulması gibi absürt bir durum söz konusu. Gerçi azınlıklarla ilgili hukuki mevzularda absürtlük yeni bir şey değil. Gerekçeli kararı gördükten sonra mevcut yönetim kurulu da atacağı adım(lar) konusunda bir karar verecektir muhtemelen.