Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı 'lensler konuşabilseydi' köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor. Bu hafta İstiklal Caddesi'nde rastladığı, Metallica konserine giden gençleri yazdı.
Fotoğraf çeken cep telefonları henüz bu kadar yaygınlaşmamıştı. Fotoğraf makinesine saygı duyulurdu. Fotoğrafçı, en iyi bildiği işi yapardı. Merceğin karşısında gerçekten poz verilirdi; o poz, üzerinde sonradan oynanacak bir şey olarak düşünülmezdi.
2007’nin Ağustos ayıydı, İstanbul’a ilk gez gelmiştim. İstiklal Caddesi’nde, bir yere yetişme telaşı içinde yürüyen, kızlı erkekli bir grup gence rastladım. Muhtemelen birçoklarının “gürültücü yeniyetmeler” olarak gördüğü, benim için ise, giyimleri ve saç kesimlerinin farklılığından masumca gurur duyan, o dönemin eğlenceli asileri olan, sevimli çocuklardı. Kalabalıkların ortasındaki ürkek ve gergin hareketleri, utangaçlıklarını ele veriyordu. Dikkat çekmek istiyorlardı ama aynı zamanda, insanların kendilerine hangi gözle baktığını merak eden, bu yüzden ne yapacaklarını bilemez gibi bir halleri vardı. Sanki ilk defa birlikte dışarı çıkmış, bir sınav veriyorlardı.
Fotoğraf makinemle onlara yaklaştım; kalabalığın içinden aceleyle ilerlerlerken birkaç kare çektim. Onların hızına ayak uydurmaya çalışarak art arda deklanşöre bastığımda, elbette hepsi beni fark etti. “Bak bak, bizim fotoğrafımızı çekiyor” der gibi, gözleriyle birbirlerine işaret etmeye başladılar. Nihayet yüz yüze geldik. Hiç Türkçe bilmediğimden, elimle “Nereye?” anlamında bir işaret yaptım. “Metal konseri” deyip, “Are you like Metallica?” (bozuk bir İngilizceyle, “Metallica’yı sever misin?”) diye sordular. “Evet” dedim.
Memnuniyetlerini, başparmaklarını yukarı kaldırarak belirttiler. Fotoğraflarını çekmek için izin istedim. Ortadaki beklemem için işaret etti, pozunu verdi ve iki arkadaşına göz kırparak onları da yanına çağırdı. Ne zaman baksam içimi derin, sıcacık bir gülümsemeyle dolduran bir poz...

