Yaşamak var ya

Yavuz Demircan, AbdellatifKechiche’in hayat dolu, hayatı deneyimleyerek öğrenmeye çalışan Adele’inhikâyesini anlatan Mavi En Sıcak Renktir filmini yazdı.

YAVUZ DEMİRCAN

Yaşadığımız zaman dilimi, doğar doğmaz uymak zorunda kaldığımız bir takım kurallar bütününü içeriyor. Bir bilgisayar oyunu vahşiliğinde, önümüzdeki engelleri teker teker aşıp, toplumun bize çizdiği sınırları ve kuralları belirli bir oyunun her bölümünü geçmeye zorlanıyoruz. Bu keşmekeş içinde de yaşamak, yaşamayı istemek, bir başka bahara kalıyor elbette. Çağın en büyük sıkıntılarından biri olan mutsuzluk ve melankoli gibi durumların insanlarda sıklıkla görünmesinin sebebi de bu olsa gerek, hayatı doya doya yaşayamamak. Ülkemiz özelinde konuşacak olursak da, mutluluğu emeklilik dönemine saklayan zibil kadar insan mevcut.

AbdellatifKechiche'inMavi En Sıcak Renktir filmindeki Adele'i ise bu tip kalıpların dışında hayat dolu, hayatı deneyimleyerek, yaşayarak, ağlayarak, yenilerek öğrenmeye çalışıyor. Bir alt-orta sınıf ailenin çocuğu olarak, yaşamak zorunda kaldığı dar ekonomik şartlara rağmen, umudu elden bırakmıyor, hep yaşamaya koşuyor. Mavi En Sıcak Renktir, şüphesiz ki, son yılların en etkileyici aşk hikâyesi aynı zamanda. İçerisinde barındırdığı uzun süreli sevişme sahnesi sebebiyle de büyük tartışma yaratmış durumda. Özellikle feminist yazarlar, Kechiche'i uzun süreli verilen sevişme sahneleri ve kullandığı yakın planlar sebebiyle, filmi bir erkek fantezisi olarak yorumladığı gerekçesiyle filme ağır eleştirilerde bulunmuşlardı.

Adele, 18 yaşında liseye giden bir alt orta sınıf aileye mensup. Adele, hızla büyüyor, bir gün yolda gördüğü mavi saçlı Emma aklında hiç çıkmıyor. O kadar ki, rüyalarına bile giriyor Emma. İsmini bile henüz bilmediği Emma, onun hayatını tamamen değiştiriyor. Cinsel eğilimlerini, kendi benliğini keşfetmeye başlıyor Emma sayesinde. Bu bocalama döneminde bir erkek arkadaşı da oluyor ama Emma'ya karşı hissettikleri o kadar derin ki, hiç tanımadığı bu kadına bir tutkuyla bağlanmaya başlıyor. Kechiche'nin müthiş bir ustalıkla anlattığı Adele'in kendini keşfetme dönemi, Adele'in sınıf arkadaşı bir kızın onu öpmesiyle tamamlanıyor.

Adele, artık ne istediğini biliyordur. Bir gün bir arkadaşıyla gittiği eşcinsel barda Emma'yı görüyor ve hayallerinin aşkıyla tanışma fırsatına erişiyor. Ve bu tanışma onun hayatını tamamen değiştiriyor elbette. Henüz toplumun eşcinsel birlikteliklere hoşgörüyle yaklaşmadığından ötürü aşkını gizli gizli yaşıyor. Emma'nın okula onu almaya gelmesi, çevresinde şüpheli bakışlara neden oluyor. İlişkileri geliştikçe, birbirlerinin aileleriyle de tanışıyorlar. Adele'in ailesi de henüz bu gerçekle yüzleşmeye hazır değildir, o yüzden onlardan da saklanmak durumunda kalıyorlar. Fakat üst-orta sınıf olarak tanımlanabilecek Emma'nın ailesi ise bu durumu gayet rahat bir şekilde kabul ederler. Kechiche'nin burada altını çizmek istediği ana noktalardan biri olan sınıfsallık burada netleşiyor. Adele, Emma'nın ailesine ziyarete gittiğinde pahalı yemekler, pahalı şaraplarla dolu bir masaya otururken. Emma, Adele'nin ailesine konuk olarak ucuz sayılabilecek şarap ve soslu makarna dolu oluyor. Aslında burada Kechiche, bize Emma ileAdele’in uyumlu çiftler olmadıklarını, aksine sahip oldukları sınıfsal konumların ve hayallerinin oldukça farklı olduğunu gösteriyor. Ne de olsa Emma, Sartre'dan bahsederken, Adele, Bob Marley'den bahsediyor. Lise bittikten sonra anaokulu hocası olmak gibi mütevazı bir iş hayali kuruyor. Emma ise büyük bir sanatçı olmak istiyor. İkisi arasındaki dünya görüşü de burada netleşiyor biri daha hırslı öbürü ise daha mütevazı bir hayalin peşinde.

Adele, hayatı öğrenmeye devam ediyor bu sırada. Ekonomik eşitsizliklere karşı protestolara katılıyor, LGBT eylemlerinde bulunuyor. Ama hep sokakta, hep hayat dolu bakışlarla yapıyor bunu. Sevgilisiyle çimlere uzandığı vakit yaşadığı mutluluk yüzünden okunuyor. Kendisine sunulanla yetinmiyor, aksine sonuna kadar yaşıyor. Maddi olanı değil, hayatı tüketiyor sonuna kadar.

Fakat hayatlarını birlikte yaşamayı sürdüklerinde, aralarındaki ilişki bir tür iktidar ilişkisine dönüşüyor. Emma, entelektüel ve sanatçı arkadaşları için parti düzenliyor, yemeklerini Adele yapıyor. Adele, gece boyunca deli gibi çalışıp, yemek ve içki servisi yaparken, Emma ise havalı arkadaşlarıyla derin entelektüel sohbetlerde.

Aralarındaki ilişki çözülmeye başladıkça Adele, Emma'yı bir erkekle aldatıyor. Emma için yıkım oluyor bu durum.Adele'i evden kovuyor ve ilişkilerine son veriyor. Adele,Emma'ya özürler diliyor onu affetmesi için ama Emma onu affetmiyor. Kechiche'nin film boyunca Adele'e yapmış olduğu yakın çekimler burada anlam kazanıyor bir nevi. Adele, pişmanlık ve çaresizlik dolu surat ifadesi sinema perdesini kaplıyor. Onun ağlamaktan gözleri şişmiş, hatta burnu akmış hali Emma'ya karşı hissettiği derin aşkında bir göstergesi oluyor.

Adele için bundan sonrası derin bir yalnızlık oluyor. Ama pes etmiyor film boyunca gördüğümüz meraklı bakışları ile hayatı yaşamaya devam ediyor. İşine dört elle sarılıyor. Emma ile yeniden barışma ümidi ile onla buluştuğu vakit,Emma'nın hayatında başka biri olduğunu öğreniyor, kendi benliğini bir tarafa bırakıp ona tekrar dönmek için yalvarıyor ama bu çabası da sonuçsuz kalıyor. Pes etmiyor Emma'nın sergisine gitmeye karar verdiğinde, son kez şansını denemek istiyor, en güzel elbiselerini giyiyor ama nafile Emma ona geri dönmüyor. Yüreğinde büyük bir hayal kırıklığıyla sokağa dönüyor ve belki de sinema tarihinin en değerli ama en umut dolu yalnızlığıyla kalabalığın arasına karışıyor. Akıllarda ise Ortaçgil'in 'Her şey olur, her şey geçer, hayat kalır' sözü kalıyor. 

Kategoriler

Şapgir