2013 yılında sinema

Bant Mag. ekibinden tanıdığımız Melikşah Altuntaş, Agos şapgir için 2013 yılının sinema filmlerini değerlendirdi. En iyilerin ve önerilerinin yanı sıra hayal kırıklıklarını ve 2014’ten beklentilerini de bizlerle paylaştı.

MELİKŞAH ALTUNTAŞ

En iyiler

1.La grande bellezza: Paolo Sorrentino’dan iki buçuk saatlik bir reji gösterisi… Hiçbir şey için değilse bile muazzam parti sahneleri ve Toni Servillo’nun sinir bozucu tiplemesi için izlenir.

2.Before Midnight:Yıllanmış kadın erkek ilişkileri üzerine hemen her şeyi, aforizmalar savurmak yerine tüm içtenliğiyle konuşan karakterleri üzerinden özetleyen film, üçlemenin de en iyisi.

3.Gravity: Alfonso Cuaron’dan bir bilet fiyatına, hem sinema, hem lunapark! Sinemayı yalnızca “filmin söylediği şey”lere hapsedenlere tokat gibi beyazperde tecrübesi…

4.Paradise: Liebe: Ulrich Seidl’ın izlerken insanı şekilden şekle sokan cennet üçlemesinin en acayip halkası… Fiziksel ve ruhsal ihtiyaçların çatışmasından doğan iki saatlik bir “insanlığımdan utandım” başyapıtı.

5.Inside Llewyn Davis: Coen Kardeşler’in hüzünlü mizahına hasret kalanlara, kırık kalpli bir müzikal... Hak ettiği değeri görmemiş tüm müzisyenlerden sessiz bir özür için izlenmeli.

6. The Act of Killing: Siyaset bilimi hocalarının Faşizm nedir? sorusuna cevap niteliğinde tüm sınıfa göstermesi gereken, insan vücudunda sinirden gerilmemiş tek bir kas bırakmayan şok edici bir belgesel.

7.Le passé: Sinema tarihinin en acayip final sekanslarından birine imza atan Asghar Farhadi’nin, belki de A Separation’dan bile güçlü son filmi… Göz kamaştırıcı bir senaryo kurgusu da cabası.

8.La danza de la realidad: Alejandro Jodorowsky’nin neden yönetmen kimliğinden önce, delinin önde gideni kimliğiyle tanındığının cevabı, bu rengarenk otobiyografinin içinde gizli.

9.The Imposter: İnsana, en kral aksiyon filminde hissettiğinin beş katı aksiyon hissi pompalayan ve edinilen her bilgi sonrası, parmaklarda yenmedik tırnak bırakmayan, özgün bir belgesel!

10.La vie d'Adele: Kahramanı Adele’i henüz ilk dakikalardan itibaren, seyircisinin kırk yıldır tanıdığı biri gibi hissettiren içten ve samimi kamerasıyla Keciche’den, nasıl geçtiğini anlamadığımız, harika bir 180 dakika!

= Upstream Color: Amerikan bağımsız sinemasının en heyecan verici genç yeteneklerinden Shane Carruth’un son derece karmaşık duygu sarmalından kendimize alabildiğimiz kadarı, yanımıza kar kalıyor.

Hayal kırıklıkları

1.Jîn: Daima heyecan verici filmlerlekarşımıza çıkan Reha Erdem’den, politik anlamda epey kafası karışık bir masal zorlaması. Yeltendiğinin hakkını veremeyen, ürkütücü bir geri adım.

2.Les Misérables: Heyecan verici bir müzikal olma şansını kaçırıp, iki buçuk saatlik bir baş ağrısına dönüşen, adıyla müsemma bir seyirlik. 


3.The Hunt:
Bir başka yönetmenin pedofili üzerinden toplumsal bir taşlamaya girişebileceği filmden, kadınların arasını bozduğu erkeklerin yine de bir araya gelebilme hikayesi çıkarmayı başarabilen bir senaryo ve reji çuvallaması.

4.Kelebeğin Rüyası: Sorunlu prodüksiyon sürecinin izlerini, kurgusundan color’ına dek taşıyan ve seyircisinde herhangi bir duygu yaratma konusunda garip bir biçimde başarısız bir melodram.


5.I’m So Excited!: Almodovar mizahının bile gün gelip yaşlanabileceğini gözler önüne sererken, yaklaşık iki saatimizden çalan, gerçek bir hayalkırıklığı.

6.The Way Way Back: Amerikan bağımsız sinemasının iki klişe teması olan disfonksiyonel aile ve yetişkinliğe erme temalarının harmanından hiçbir şey çıkaramamış bir indie.

7.Oz The Great and Powerful: Bir zamanların en çarpıcı filmlerinden birkaçına imza atmış Sam Raimi’nin Spider Man serisi sonrası hepten formdan düştüğünü, filme götürdüğünüz yeğeninizin sıkkın surat ifadesinden okutan bir film.

8.Parkland: Usta oyuncular ve genç yeteneklerle dolu bir oyuncu kadrosu, Kennedy süikastının gerçekleştiği günde geçen bir hikaye ve tüm bunlara rağmen müsamere gibi bir film.

9.Hitchcock: İzlemeden önce olmamış tek şeyin Antony Hopkins’in Hitchcock makyajı olduğunu sananlar, bir de filmi izlemeyi denesin.

10.Man of Steel: Clark Kent’i canlandıran Henry Cavill’in ablası yaşındaki Amy Adams’la aşk yaşadığına inanabilirdik, filmin tek sorunu bu olsaydı... Perdede gördüğümüz her şeyin kendisine ve birbirine çarptığı son 20 dakikayı izlemeden önce ise ağrı kesici almakta yarar var.

2014’ten beklentiler

Yeni yılla birlikte sevdiğimiz çok sayıda yönetmen, son filmleriyle karşımıza çıkıyor. Ben de öncelikle Scorsese’nin The Wolf of Wall Street’ini ve Spike Jonze’un Her’ünü, Tsai Ming-liang’ın Stray Dogs’unu bir an önce izlemeyi umuyor, 2014’ün bombalarından ise en çok, Paul Thomas Anderson’ın Inherent Vice, Todd Haynes’in Patricia Highsmith uyarlaması Carol, Nuri Bilge Ceylan’ın KışUykusu, Miguel Gomes’in 1001 Gece Masalları’ndan uyarladığı One Thousand and One Nights, Wes Anderson’ın yeni şirinlik muskası The Grand Budapest Hotel, Ben Wheatley’nin Ballard uyarlaması High Rise, Woody Allen’ın Fransa’da çektiği Magic in the Moonlight’ını izlemeyi iple çekiyorum.

Kategoriler

Şapgir