Tesadüfen Paul Auster

Levent Özata, aksiyonsuz polisiyelerin ve dibe vurmaların hikayesini anlatan Paul Auster’ın portresini çiziyor bu hafta.

LEVENT ÖZATA
levozata@gmail.com

Kendimi sürekli takip ediliyormuş gibi hissediyorum. Önce yalnızca biraz dinlenmek için oturduğum kafede, sanki benim bulmam için kasten yere düşürülmüş, yok yok bildiğin özenle konulmuş gibi duran bir kartvizit var. Üzerinde sadece bir isim, Daniel Quinn ve telefon numarası. Kim bu Quinn? Ne zannediyor kendini? Öyle sıfatsız kartla herkesin onu tanıması gerektiğini mi? Kartı cebime koydum. Belki son zamanlardaki gariplikleri açıklamaya yardımcı olur diye. Sonra bu his. Her evden çıktığımda kapı aralığında, aralık olan yazı odası penceresinde, otobüsün otomatik kapısında bir anda var olan sonra yavaş yavaş kendini unutturan bir çift göz.

Daha dün sabah, uyandım, yataktan kalktım. Bir anda her tarafımı buzla ovuyorlarmış gibi soğuk çarptı. Cam açık kalmış, kapattım. Koridora çıktım. Yürüdüm ve daire kapısının açık olduğunu fark ettim. Salona girdiğimde karşımdaki koltukta oturan uzun yüzlü, güçlü çeneli adamı fark ettim. Saçlarını arkaya taramıştı. Delip geçmek istercesine gözlerini bana dikmişti. Tam ağzımı açacaktım ki, yeniden uyandım. Su içtim. Her şeyin bir tesadüf olduğunu öğrendim.

Rüyamda gördüğüm, Paul Auster’ın bütün kitaplarına koyduğu dik bakışlı portresiydi. Vücudunu ben uydurmuşum. Auster, 1947 yılında Newark’ta doğdu. Ama Manhattan ve Brooklyn daha çekici gelmiş olacak, nadiren geri döndü. Annesin adının Queenie olması ile en sevdiği kahramanının adının Quinn olması arasında Freudyen bir kompleks bulur muyuz, buna değer mi bilmem. Romanlarında en çok kullandığı şehir New York’la, Columbia Üniversitesi’ne adım atmasıyla tanıştı. Ay Sarayı’ndaki gibi eşya taşıma kutularını minimalist ev mobilyalarına dönüştürdüğü rivayet edilse bile, bu konu ile ilgili konuşmayı çok sevmedi.

1970 yılında Columbia’da okuduğu Fransız edebiyatının romantizmine kapılıp Paris’e taşındı. Her ne kadar zamanının çoğunu Fransızcadan İngilizceye çeviriye harcadığını iddia etse bile, Pigalle’den ve Montmartre’ın köhne mezar taşlarından çok uzak kalmadı. Hiçbir şey yapmamak için gittiği Fransa’da, amacına ulaştı. Daha da fazla bir şey yapmamak için, Paris’te tanıştığı Amerikalı bir çiftin güneydeki evlerine bekçilik yapmaya gitti. Orada ne kadar yaşadığını kendisi bile hatırlamadı. 1974 yılında ABD’ye döndü. 18 roman, 3 şiir kitabı, 5 senaryo, 10’dan fazla deneme ve otobiyografi yazdı. Hepsinin de aynı hikâye olduğu söylenir.

Kitaplarındaki karakterlerin adının annesinin adından türetilen Quinn ya da Paul Auster olması da tesadüfün daniskasıdır. Buna rağmen her zaman kendi hikâyesini anlatmaz Auster, daha çok yaşadığı anların hikâyesidir romanları. Bu anların tesadüflerle birbirine bağlanması, onu en çok çeken. Bu yüzdendir, yerde bulduğu sigara kutusunun, çöpten çok, kanıt gibi görünmesi ona.

Aksiyonsuz polisiyelerin, dibe vurmanın ve dipten aynı şeyi tekrar tekrar yaparak çıkmanın hikâyesini anlatır Auster. Yolculukları gerçektir, ancak dışa doğru olmaktan çok içe doğru yapılır. Karakterleri zorunda kalmadıkça diyalog haline geçmezler, onun yerine bakarlar; çevrelerine, ayrıntıya, içlerine…

Hâlâ New York’ta yaşıyor. Hâlâ bazen bir kırtasiyeye uğrayıp bir defter alıyor. Hâlâ odasına kapanıp yazı yazıyor. Arada sırada sokaklarda gezinip bir şeye uzun uzun bakarken görülüyor...

Kategoriler

Şapgir