Medyanın bugünü ve geleceği

Avrupa Liberal Forumu ve Friedrich Naumann Vakfı, 23-26 Eylül'de genç gazeteciler için bir çalıştay düzenledi. Çalıştayda, Türkiye’den ve Avrupa’dan gazeteciler, akademisyenler, araştırmacılar ve politikacılarla birlikte Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünü, sendikalaşmanın önemini, basının tarihi kadar dijital dünyada bizi nasıl bir gelecek beklediğini konuştuk.

Fotoğraf: Minas Vasiliadis

MARAL DİNK
maraldink@agos.com.tr

Ulusal ve yerel basından, azınlık gazetelerinden meslektaşlarımızla birlikte deneyimlerimizi paylaşma, sorunlarımızı tespit edebilme ve ortak çözümler üzerine düşünme fırsatı bulabildiğimiz toplantının başlığı ‘Özgür Medya: Demokrasinin Vazgeçilmez Unsuru’ idi. 'Friedrich Naumann Vakfı' Türkiye Ofisi Daimi Temsilcisi Dr.Hans-Georg Fleck’in açılış konuşmasıyla başlayan toplantıda usta gazeteci Ragıp Duran, basın tarihini anlatırken, şu cümlesiyle aslında iyi bir özetleme yapmış oldu: ‘Türkiye basın tarihi sansür tarihidir, dolayısıyla basın özgürlüğünü elde etme mücadelesi tarihidir.’

Okunacak gazete kalmadı, kime güveneceğiz?

Duran, özgür medya için en önemli şartlardan birinin hukuk devleti olduğunu vurgularken, medya mülkiyet yapısındaki sorunlara da dikkat çekti. Galatasaray Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ceren Sözeri de konuyla ilgili kapsamlı sunumunda, iş adamlarının 80’lerden sonra medya patronu olarak göreve başlamalarıyla, medyadaki dengelerin nasıl değiştiğini anlattı. Sözeri, medya patronlarının kamu ihalelerine girmelerinin kısıtlanması gerektiğini de sözlerine ekledi.

Burada Gezi sürecini hatırlamak iyi olur. Çünkü toplum olarak medya patronları meselesine, deyim yerindeyse güvendiğimiz dağlara bile kar yağan o dönemden aşinayız. 17-25 Aralık operasyonları, ortaya çıkan tapeler, ‘onu yazma, bunu yaz’larla devam eden süreç ise, kendi aramızda ‘okunacak gazete, izlenecek haber kanalı kalmadı’ konuşmalarına sebep oldu. Bu umutsuzluk hali, toplantıda da sık sık konuştuğumuz hususlardan biri oldu. Gazeteciliğin siyasi ve sosyal sorumluluklarını hatırlatan Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, medyanın kamunun bilgi alma hakkından doğduğunu vurguladı ve gazeteciliğin aynı zamanda bir vicdani yükümlülük olduğunun altını çizdi. İnceoğlu, ayrıca ABD’de yaygın olan yerel gazeteciliğin (civic journalism), hak odaklı habercilikte ne kadar önemli olduğunu örneklerle açıkladı.

Birbirimizin hakkını savunabilmek

Türkiye Gazeteciler Sendikası eski başkanı Ercan İpekçi, sendikalaşmanın önemini vurgularken, gazeteci olarak sadece kendimiz için değil, toplum için özgürlüğü hedeflememiz gerektiğini belirtti. Medyanın kendi çalışanlarını baskı altına aldığını, bunun da sansür ve oto sansüre sebep olduğunu dile getiren İpekçi, sadece kendimizin değil, bir araya gelip, birbirimizin haklarını savunmamız gerektiğini sözlerine ekledi. AB - Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, sendikacılıkta belki de en önemli bir sorunun altını çizdi: ‘Türkiye’de sorun çeşitli sendikaların olması ve birlikte mücadele edeceklerine birbirlerine karşı mücadele etmeleri.’

Çalıştayda, konuştuğumuz bir diğer konu ise yazılı basının geleceği ve yeni teknolojilerdi. Cumhuriyet Gazetesi yazarı Hakan Kara ve De Telegraaf TV’den Kamran Ullah’ın birer sunum yaptığı oturumda, internet ortamına geçen gazeteciliğin ve yeni teknolojilerin hem gazeteciler olarak bizi, hem de tüm toplumu nasıl etkileyeceği üzerine düşündük. Bu konu, sadece bir oturumda değil, önümüzdeki bir kaç yıl içinde en çok konuşacağımız konulardan biri olduğu için, gazeteci Andrew Finkel’in söylediği sözle yetineceğim: ‘Gazete satışları düşecek, ancak haberciliğin ve haberlerin önemi azalmayacak.’

Her istediğini yazmak özgürlük mü?

Hollanda D66 eski milletvekili Fatma Koşer Kaya’nın özgür gazeteciliğe Avrupalı bakışını anlattığı, Fikret İlkiz’in basın özgürlüğü davalarından örnekler verdiği çalıştayın önemli bir tartışması da nefret söylemiyle nasıl mücadele edileceği oldu. Terörle mücadele kanununun basın ve ifade özgürlüğünde ciddi kısıtlamalar getirdiği, gazetecilerin haklarının, ifade özgürlüğünün korunması için en önemli ihtiyacın yasal düzenlemeler olduğu ifade edildi. Öte yandan, toplumun çeşitli kesimlerine karşı düşmanlık üreten nefret söyleminin de cezalandırılması gerektiği belirtildi.

Peki her istediğini söylemek özgürlük mü? Bu da üzerinde durduğumuz sorulardan biriydi. Nefret söylemi, ayrımcılık ve ırkçılık yapmak hiç bir demokratik ülkede ne ifade özgürlüğü ne de basın özgürlüğü kapsamına girmez, biliyoruz. Bizim ülkemizde ne gariptir ki, nefret söyleminde bulunan, fişleyen, hedef gösterenler ‘özgürce’ istediğini yazmaya devam ediyor, ancak devlete ters düşen bir şey söyleyen, bir bozukluğa işaret eden gazeteciler hem hükümet hem toplum baskısıyla karşılaşıyor, tutuklanıyor, dahası öldürülüyor. Toplantıda Ahmet Şık’ın söylediği söz, içinde bulunduğumuz bu durumu özetler nitelikte: ‘Sınırı olan bir hapishaneden çıkıp, sınırı olmayan bir hapishaneye girdik.’

Kategoriler

Güncel Basın