Ergenekoncuların toplumda gerilim yaratmak amacıyla kullandıkları en önemli enstrümanlardan biri, ‘misyonerlik’ korkusuydu. Onların “misyonerlik yayılıyor” diye bir dertleri olduğunu da sanmıyorum. Amaç bu noktadan bir gerilim çıkarmak ve ‘İslami’ referanslı hükümeti köşeye sıkıştırmaktı.
Hrant Dink cinayetinin arkasında da, Malatya Zirve katliamının arkasında da aynı tezgâhın olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz.
Ergenekoncular, bu noktaya neden yüklendiler? Çünkü dindarların bu noktada bir zaafları olduğunu biliyorlardı. Diğer dinlerden olanlara karşı Müslüman dindarlarda bir mesafe, bir empati yokluğu, bir ötekileştirme kültürü bulunduğunu herkes gibi onlar da saptamışlardı.
Son günlerde ortaya çıkan bazı saldırgan tutumları görünce, insan ister istemez, Ergenekon davaları iddianamelerindeki ‘misyonerlik’ saptamalarını hatırlıyor.
Geçenlerde Edirne Valisi Gökhan Sözer, Bulgar Ortodoks Kiliseleri Temsilcisi Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Rahip Aleksandr Çıkırık’ın kendi yanında durmasına izin vermedi. Gerekçesi, davranışından daha iticiydi: “Bulgaristan’da bizim müftüyü, hocayı sağına soluna alıyorlar mı?”
Vali, kendi yurttaşlarını dışlayarak kendince Bulgaristan’a tepki gösteriyor ve inanç farklılığını bir kez daha bir ‘ötekileştirme’ unsuru olarak kullanıyordu.
Birkaç gün sonra, bu kez İstanbul’da, Bakırköy-Bahçelievler’de bir grup kiliseyi bastı ve rahibi yaraladı. Kiliseyi basanlar rahibi dövdükten sonra tehdit ettiler: “Müslüman mahallesinde kilisenin ne işi var? Son din İslam’dır. Kelime-i Şahadet getir.”
Bölgede en düşük Hıristiyan oranına sahip olan ülke Türkiye’deki ‘yerleşik Hıristiyan nüfus’, binde bir-iki civarında. Bu oran İran’da %2’nin üzerinde, Suriye ve Mısır’da %10’un üzerinde, Lübnan’da % 40’larda.
Bu oranının aksine, ‘misyonerlik’ paranoyasının dünyada belki de en güçlü olduğu ülke Türkiye.
Müslümanların ‘öteki’ algısında olumlu yönde değişiklikler oldu ve olmaya devam ediyor. Hıristiyan’ı ve Yahudi’yi baş düşman gören bakış açısı, eski sertliğine sahip değil. Ancak dindar kesimde ve milliyetçi-ulusalcı kesimde ciddi bir ‘Hıristiyan fobisi’nin varlığını sürdürdüğü, bir gerçek.
Geleneksel milliyetçi ideolojinin de, geleneksel dindarlık kültürünün de bu fobi üzerinde etkileri oldu. Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin ‘tekçi’ yaklaşımının da belirleyici olduğu açık.
‘Hıristiyanların bu topraklardan temizlenmesi’ fikri, Cumhuriyet kurulurken temel bir ‘felsefe’ye ve ‘yöntem’e dönüştü. Kemalistlerin ataları olan İttihatçılar, 1915 Ermeni Tehciri’yle Ermenileri temizledi, Cumhuriyet’in kurucuları da 1923 Mübadelesi’yle Rumları gönderdi. Daha sonra bu ‘temizlik’, Kürtleri ve Alevileri de kapsayarak, bir katliamlar zincirini tetikledi.
Türkiye, tekçi ve militarist zihniyetin egemen olduğu dönemde Hıristiyanlar açısından zor bir ülkeydi. Devamlı dışlandılar, sürüldüler, mülksüzleştirildiler. Müslüman dindarlar da bu dönemde sıkıntı ve acı çektiler.
Militarizmin etkisizleştirildiği bir süreçten geçiyor, dindarların etkilerinin arttığı bir iktidar dönemi yaşıyoruz. Böyle bir dönemde de Hıristiyanların ve Yahudilerin ötekileştirilmesi, onlara yönelik ırkçı yayınların sürdürülmesi, bir açmaza işaret ediyor. Dünün mağdurları bugün iktidar oldular, ama azınlıkların hakkı hukuku konusunda evrensel ölçülere uygun bir yaklaşım üretilemedi.
Bahçelievleri Kilisesi’ni basıp rahibi yaralayanlar, bu ülkenin insanları. Bu olayı din veya milliyetçilik adına gerçekleştirdiklerini varsayabiliriz. Aldıkları eğitim ve kültür bu saldırganlığı besliyor. Asıl vahim olan, Vali’nin davranışı. Kendi yurttaşı olan rahibi arkaya iterek hangi tavrı temsil ediyor, topluma hangi mesajı veriyor
‘Misyonerlik tehlikesi’ üzerinden korku ve saldırganlık üretmek, bu ülkeye, bu ülkenin ‘dindar2larına yakışmıyor. Müslümanların din adına yapılan saldırganlıklar konusunda daha duyarlı olmalarını, geleneksel zihniyetin kalıplarını aşmalarını bekliyoruz.