BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Tıbbın yetersiz kalışını Sırrı’nın iyileştirilememesinde değil, iyileşeceğinin bi türlü anlaşılamamasında görüyorum. Çünkü o canım ciğerim benim. Bu sıfatı şimdiye kadar sadece Hrant için kullandım. Şimdi de canım Mülkiyeli kardeşim Sırrı için kullanıyorum.

Brunson’un yargılanması saçmalığın dik âlâsıydı. Rümeysa olayı da kafiye tutturdu. Filler çarpışıyor, otlar eziliyor. Ülke itibarlarını ayrıca hiç konu etmeyelim isterseniz.

Erdoğan, kendisine “Sert ayaklara yatma. Aklını başına topla” diye Türkçeleştirilebilecek bir mektup yollayan Trump’a hiç laf etmiyor. Trump da Netanyahu’yla görüşmesinde bile “Ben Erdoğan’ı seviyorum. O da beni seviyor” diyor. Çok farklı iki lider, tamam da, insanlar genellikle benzeştikleri için birbirlerini tutarlar.Bu benzeşmelere çok özetle bakalım.

Dış politikada, Trump adlı hasta kişinin “Erdoğan’ı seviyorum, o da beni seviyor, o çok güçlü ve zeki biri” deyip ağız dolusu övmesi ve ardından da “Sert adamı oynama. Aptallık etme!" diyen 2019 tarihli hakaret mektubuyla Rahip Brunson’ı nasıl geri aldığını hatırlatması zaten başlı başına vahim bir gösterge. Ama geçtiğimiz son 8-9 günün dış politika bilançosu fazla ürkütücü.

CHP, kedi olalı ilk defa bir fare tutmuşa benziyor. Gerçi K. Kılıçdaroğlu’nun Haziran 2017 Adalet Yürüyüşü önemliydi, ama ondan sonra parti sönmüştü. Daha önemlisi, bu yürüyüş bir CHP milletvekilinin (Enis Berberoğlu) MİT TIR'ları görüntülerinin yayımlanması davasında mahkum edilmesini protestoydu. Selahattin Demirtaş’ın nahak yere yatırıldığı Edirne’de değil, İstanbul’da sona ermişti. Şimdi İmamoğlu’nun simgesi olduğu ve Özgür Özel’in (ABB Başkanı M. Yavaş’a rağmen) şu âna kadar başarıyla götürdüğü kampanya, eğer istenirse, B. Ecevit’in “Ortanın Solu” politikasına biraz benzetilebilir.

Genel görünüm: Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin güçlü bir tepki ortaya koyamadığı konuşuluyor . ABD, malum, Trump yönetimi altına girdiğinden bu yana ‘ne yapsa yeridir, ne etse beklenir’ pozisyonunda. Bu arada, tabii, insan hakları konusunda kendini iyice devreden çıkarmış vaziyette. Önce, doğrudan ABD’ye bakalım.

Tam bir haftadır, AB ile Türkiye arasında bir “durum benzerliği” oluştu. Avrupa, AB kavramının aksine, bütünlük sorunu yaşıyor ve çırpınıyor. Türkiye ise, tam bir ‘Aman neler oluyor, açıkta kalmayalım, büyük fırsat yakaladık, kaçırmayalım!’ psikolojisiyle sarsılıyor. Bu “durum benzerliği”, ‘Böyle bir konjonktürde bizi tam üye yapmaya AB’nin eli mahkum!’ tezlerinin ortaya atılması sonucunu doğurdu.

Özellikle, çağrının sadece PKK’yı mı yoksa bütün Kürt direniş hareketlerini mi hedeflediği hususunda görüşler farklı. “Hiçbir hazırlık yoktu” diyen Bülent Arınç bir yanda, “Bir yıldır görüşüyorlardı” diyen Özgür Özel öbür yanda. Bizzat Sırrı Süreyya Önder ile Tülay Hatimoğulları, Çağrı’nın YPG’yi kapsayıp kapsamadığı konusunda fikir birliği halinde değiller. Fakat bu konuda yazmak son derece zor. Sadece bu karşıtlıklar olduğu için değil, gelişmelerin daha oluşmamış olması yüzünden. Fazla uzatmak istemiyorum, söyleyeceğimi hemen deyivermek istiyorum...

Prof. S. Yazıcı, 14.10.2024’te şöyle demişti : “Hukuki bakımdan enkaz içindeyiz. Türkiye'de her şey tepe taklak olmuş durumda.” Ve şöyle devam etmişti: “Öncelikli sorunumuz açlık ve yoksulluk sorununu çözmek olsun. Anayasamızın 2’nci maddesinde Cumhuriyetimizin temel niteliklerini [insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik laik sosyal hukuk devleti] düzenleyen hükmün içerdiği kavramların artık ihlal edilmesinden vazgeçelim. Bu kavramların bekçisi olalım.” AKP’ye katıldığı 23.02.2025 günü, bu eylemini şöyle açıklıyordu : “Benim görüşlerimde bir değişiklik yok. Meclis’te bu fikirlerimin mücadelesini verdim. Ama Meclis’te bu fikirlerim doğrultusunda hiçbir şeyi değiştiremedim."