BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Başbakan Paşinyan, aynen SSCB’nin yıkılmasından hemen sonra 1991-98 arasında kurucu başkanlık yapan Ter-Petrosyan gibi bir politikacı: Diasporaya mesafeli, demokrasi ve barışa yönelik, realist, Türkiye’ye yaklaşmacı bir politika izliyor. Bizim Ulusalcılara sesleneyim burada, eğer Türkiye diasporanın ve Eçmiyazin Kilisesi’nin soykırım söylemi kelepçesinden kurtulmak istiyorsa, Azerbaycan vesayetinden kurtularak Ermenistan’la sınır kapılarını artık açar, Ermenistan’ın nefes almasına yardımcı olarak Paşinyan’ı destekler. Demiri tavında döver. Paşinyan da giderse dizlerini döver çünkü.

Kadınların erkek toplumumuzda ne hale getirildiklerine ilişkin olarak son bir ayda, hatta çok daha uzun zaman zarfında duyduğumuz en itici haber belki de şu oldu : Çok yakınlarda Ankara Bilkent Şehir Hastanesine jinekolojik tedavi olmak için başvuran 25 yaşında bir genç kadın Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezine yönlendiriliyor, oradaki yetkililer ise “evli olmadığı için” tedavisinin yapılamayacağını söylüyorlar... Bu türden şeyleri okuyunca binlerce, on binlerce, yüz binlerce, hatta insansılar da (hominidler) dahil edildiği takdirde milyonlarca yıl boyunca kadın egemenliğindeki bir anaerkil düzenin yaşanmış olduğu geliyor insanın aklına.

erel yönetimleri kabaca “belediyeler” olarak düşünürsek şu anda gelmekte olan tehlike şu ki, yaptığı (ve çok tepki çeken) kayyımlamalar yetmedi, belediyeleri merkezden atadığı vali ve kaymakamların emrine verecek bir yasa hazırlıyor Tek Adam Yönetimi. Hem de ilgili bakanlıkların ve çoğu AKP yöneticisinin henüz haberi bile yokken. 22 yıldır iktidarda olan bir liderin aklına bu niye şimdi geliyor?

Büyük tepki çekmeyi göze alarak diyorum ki, “Eğer Selahattin Demirtaş, böylesi eserler vermesi için şartsa, içerde kalsın!” Çünkü, Selo’nun bütün kitaplarını okuyan birisi olarak söyleyeyim: Bu seferki Jamal gibi bir romanı (bakınız, “bir romanını” demiyorum, “bir romanı” diyorum) hayatımda hiç okumadım.

Bildiri’de kasıt bu mudur kesin bilemem ama, Lozan Kesim III’te Gayrimüslim ve Müslim yurttaşlara (ve Kürt kelimesi kullanılmadan Kürtlere) getirilmiş hakların bugüne kadar inkar edildiği bilirim. Fesih Bildirisi hakkında Türk tarafındaki durum nedir ona bakmadan önce, Lozan’da verilen hakların yanı sıra, inkar açısından, Atatürk’ün Kürtlere 1919-1923 arasında yaptığı vaatleri bilmek önemli.

Sosyal, çevresel ve de parasal açmazların yanı sıra, Kanal’ın bir de ulusal güvenlik yönü var: Türkiye Cumhuriyeti bugüne kadar çok önemli 2 antlaşma yaptı: Lozan Barış Antlaşması ve ve Montrö Sözleşmesi.

Tıbbın yetersiz kalışını Sırrı’nın iyileştirilememesinde değil, iyileşeceğinin bi türlü anlaşılamamasında görüyorum. Çünkü o canım ciğerim benim. Bu sıfatı şimdiye kadar sadece Hrant için kullandım. Şimdi de canım Mülkiyeli kardeşim Sırrı için kullanıyorum.

Brunson’un yargılanması saçmalığın dik âlâsıydı. Rümeysa olayı da kafiye tutturdu. Filler çarpışıyor, otlar eziliyor. Ülke itibarlarını ayrıca hiç konu etmeyelim isterseniz.

Erdoğan, kendisine “Sert ayaklara yatma. Aklını başına topla” diye Türkçeleştirilebilecek bir mektup yollayan Trump’a hiç laf etmiyor. Trump da Netanyahu’yla görüşmesinde bile “Ben Erdoğan’ı seviyorum. O da beni seviyor” diyor. Çok farklı iki lider, tamam da, insanlar genellikle benzeştikleri için birbirlerini tutarlar.Bu benzeşmelere çok özetle bakalım.

Dış politikada, Trump adlı hasta kişinin “Erdoğan’ı seviyorum, o da beni seviyor, o çok güçlü ve zeki biri” deyip ağız dolusu övmesi ve ardından da “Sert adamı oynama. Aptallık etme!" diyen 2019 tarihli hakaret mektubuyla Rahip Brunson’ı nasıl geri aldığını hatırlatması zaten başlı başına vahim bir gösterge. Ama geçtiğimiz son 8-9 günün dış politika bilançosu fazla ürkütücü.