OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Cumhurbaşkanlığı’nın çektirdiği videolara bakıyorsunuz, her saniyesi asker, savaş, silah, ölüm dolu. Bunlardan biri de Altun’un mesajının iliştirildiği dört dakikalık video. Asırlar içinde seçilen farklı zamanlar bir hat üzerinde birleştirilmiş; o hat da, Türklerin savaşçılığı.

Sınıf temelli analizler tabii ki yapılmalı ama mesela 19. yüzyıl başından bugüne olayların gidişatını belirlemede sınıf çatışması mı daha belirleyici olmuştur, yoksa dönem dönem farklı kişi ve gruplar eliyle de olsa adına devlet denen örgüt mü diye sorsak, kanımca açık ara ikincisidir; ve doğrusu, o günden ta bugüne bu topraklarda devlet bana hiç de ‘burjuvazinin yönetim kurulu’ gibi görünmez.

‘Yetmez ama evetçilik’i 1946’dan başlayarak Menderes, Özal ve Demirel destekçiliğiyle aynı çizginin devamı olarak göstermek, somut dayanağı olmayan bir çıkarım. Böyle bir esnetmenin yanlış bir süreklilik yaratması, yazıda bir iç çelişkiye de yol açıyor.

Bu öfkenin nasıl ortaya çıktığını anlıyoruz zaten ama kabul etmiyor, meşru ve makul bulmuyoruz. Tarih içinde defalarca tekrarlanmış linç ve saldırıları o anlamda ‘anlamayacak’ bir şey yok. Sosyolojiye giriş kitaplarında dahi okutuluyor. Kitleler içinde bulundukları sorunlara kolay açıklamalar ve kolay çözümler ararlar.

Ayasofya camiye çevrilmemeliydi ama 1934’teki müze kararının altında imzası olanlar sebebiyle değil, bugünün doğru toplum düzeninin, barışçıl birlikte yaşamın bir gereği olarak.

Demek, 20. yüzyıl boyunca başka ülkelerde askerin siyasete müdahalesini doğrudan veya dolaylı olarak destekleyen ABD’de askerin siyasete müdahalesi, seçim sonucunu uygulatmak için dahi olsa konuşulur oldu. Yani, Amerika’nın ‘demokrasi güçleri’ o kadar da bir ‘güç’ değil miymiş?

Ohannesian Charpin, Kayseri’nin Çomaklı köyünden ta bugünkü Ürdün’ün güney ucuna, çölün yamacına sürülen, çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlı 1600 civarında Ermeni’nin hikâyesini anlatıyor. Çomaklı nere, Güney Ürdün nere...

Ben de bu toplumun bir parçası olmaktan gurur değilse de memnuniyet duyarım. Fakat ne yazık ki, son on senedir yaşadıklarımız ve bir-iki haftadır ortaya konan kimi söz ve davranışlar yüzünden utanç ama ondan da fazla üzüntü ve öfke duyuyorum.

Öteden beri, misyonerlik iddiası, Türkiye’deki Hıristofobinin önemli bir bileşeni olmuştur. Üstelik, bu sadece İslamcı çevrelerden gelen bir tavır veya politika olmadı hiçbir zaman. Belki onlardan da fazla, ulusalcı çevreler bunun taşıyıcısı ve yayıcısı oldular.

Hakikatin, bunların hepsinden daha dayanıklı olduğunu anlamadınız mı? Sen de bir, ben diyeyim bir buçuk milyonluk kişinin, hiçbir ayrım yapmaksızın, genci yaşlısı, sağlamı hastası, kadını çocuğuyla, bırak katledilmesini, yollara, dağlara, çöllere sürülmesinin bile haklı, meşru bir gerekçesi olmadığını, olamayacağını; aklını ve vicdanını paraya, güce, prestije veya tembelliğe teslim etmemiş hiçbir insan evladının bunu kabul etmeyeceğini hâlâ anlamadınız mı?