OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Zabel’in dayısı Dikran Elvanyan posta/telgraf müdürüymüş; “Çok önemli bir adamdı”, diye anlatıyor. Hayat böylece akarken savaş patlak vermiş ve şehirdeki Ermeni gençler, diğerleri gibi orduya alınmış. Kalanlar için de bir müddet sonra sürgün emri çıkmış. Tersi beklense de, Amerikan vatandaşı olmaları Şişmanyan ailesini kurtaramamış. Mülakatı yapan kişi, “Amerikan vatandaşı olarak ülkeden çıkamaz mıydınız?” diye soruyor. Zabel, bunun mümkün olmadığını söylüyor.

Bir inkârcılık türü olan aşı karşıtlığı üzerinde de uzun uzun durulabilir ki zaten şu sıralar anlaşılır şekilde çok canlı. Aralarında da ton farkı var, hepsi birebir aynı şeyi söylemiyor fakat ortak noktaları gene olguları ve bilimsel yöntemi reddetmeleri.

Ermenistan neden “Tamam, vazgeçtim ben soykırımdan” deyip, önüne ‘serilen’ boru hatları, tren yolları, ticaret ‘fırsatları’nı yakalamıyor? Öyle ya, Ermenistan soykırımın ‘peşinden gitmese’, tanınması ve hatırlanması için uğraşmasa, bölgesinde daha fazla ekonomik fayda elde etme şansını yakalayacak, uğraştığı sorunlardan biri kendiliğinden ortadan kalkmış olacak. Gerginlik kaynakları azalacak. Diaspora Ermenileri için de benzer bir durum söz konusu.

Bayraktar’ın 17-25 Aralık soruşturmasını kastederek, “Diğerlerini bilmem ama benim hakkımdaki her şey doğru” demesi tabii ki şaşırtıcı değil. Kendisi ‘nezaket’ göstermiş ama bütün soruşturmada diğerlerinin ‘montaj’, sadece onun tapelerinin doğru olması akılla, mantıkla bağdaşmayacağından, dolaylı olarak, aslında “Diğer hepsi de doğru” demiş oluyor

Anlaşılan o ki, özellikle Pazmaşenli (bugün Sarıçubuk, Elazığ) Ermeniler Whitinsville’e gelmiş. Böyle göç hikâyelerinde hep olduğu üzere, önce erkekler, fabrikada çalışıp para göndermek amacıyla gelmişler.

Eleştirdiğimiz, bütün bir grup olarak Türk halkı değildir. O da halklar içinde bir halktır, diğerleri ne kadar kötüyse o kadar kötü, diğerleri ne kadar iyiyse o kadar iyidir. Sorun olan ve eleştirdiğimiz, Türklüğü/Müslümanlığı diğer grupların üzerinde gören ideoloji ve o ideolojinin hâkim olduğu öteden beri süregelen yönetim biçimidir.

Göçmenlere –ve genel düzeyde azınlıklara– karşı saldırganlığın, hoyratlığın arttığı toplumların tuttuğu siyasi istikametin varacağı yer, toplumun geneli için pek iyi sonuçlar vermez. Göçmenlere yönelik şiddet genel olarak siyasi havanın şiddetini artırır ve yükselen şiddetin hedefi belli bir süre sonra göçmenlerle sınırlı kalmaz.

“Böyle bir katliam ya ırkçılık saikiyle işlenmiştir ya da sıradan, adli bir vakadır” demek doğru değildir. Irkçılığın yapısal olarak yerleşik olduğu yerde ‘sıradan anlaşmazlıklar’ hemen onunla eklemlenir, iç içe geçer. Irkçı husumet ile ‘tekil mevzular’ arasında sanıldığı kadar bir açıklık yoktur.

Mültecilerle ilgili eleştirilerin ve kızgınlığın muhatabını doğru belirlemek gerekir. Öfkenizi ve enerjinizi, hayatı zaten tepetaklak olmuş, yeni bir hayat ve gelecek kurmaya çalışan insanların hayatını daha da zorlaştırmaya harcayacağınıza, mülteci politikalarının karar vericilerine yöneltin. Avrupa ve Türkiye’nin mülteci/göçmen politikaları temel yanlışlardan muzdarip.

Hıristiyanofobi, ülkenin İslamcısından laik olanına bütün kültürünün hâkim motifi. Zamanın ‘laik solcu’ Ecevitleri ‘misyoner tehlikesi’nden bahsediyor; ‘laikliğin yılmaz bekçisi ordu’, misyonerlik karşıtı bildiriler yayınlıyordu.