OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Rejimin oynadığı oyun hep aynı. Demokratik bir taleple ortaya çıkanların üstüne şiddetle gidiyor, ortamı gerdikçe geriyor, onlardan gelecek en ufak bir karşı hamlede veya bir falsoda “Gördünüz mü işte, bunlar terörist, bunlar din-millet düşmanı, bunlar şöyle, bunlar böyle” diye, terekesinde ne varsa döküyor.

Amacın söylendiği gibi sadece vurguncuyu, istifçiyi, karaborsacıyı vurmak olmadığını gösteren bariz başka bir hâl ise şoför, komisyoncu, sekreter, terzi, garson gibi, emeğiyle hayatını kazanan Hıristiyan ve Yahudilere de vergi salınmış olmasıdır.

O öldükten sonra birilerinin ona atfetmeye çalıştığının aksine, ne soykırıma soykırım demekten vazgeçmişti, ne de diasporayı şeytanlaştırıyor veya sorunların tek kaynağı olarak görüyordu. Evet, diaspora kurumlarını da eleştiriyordu. Dürüst bir aydının yapması gerektiği gibi, yanlışı nerede görürse orayı eleştiriyordu ama halkının başına gelenleri ne unutmuş, ne de unutturmaya çalışmıştı.

Aynı HDP’li belediyelerde olduğu gibi, rejim, sonucu hoşlarına gitmeyen seçimi tanımadı. Birinci kayyumun atanmasından önceki seçimde Gülay Barbarosoğlu neredeyse %90 oyla seçilmişti ama rejim kayyum atamaktan çekinmedi.

Biz bir fragman gördük sadece. Onda bile yaşamla ve belki ondan da ilginci ölümle olan ilişkimiz, ölüme karşı hislerimiz rayından çıktı. Hani, ölüm karşısında ‘hayvanileştik’ desem yeridir.

Ermeniler söz konusu olduğunda da Halide Edip’te farklı dönemlerde farklı yaklaşımlar ve uygulamalar görüyoruz. Kimi zaman Ermenilerin acılarını açıktan tanıyan ve hatta “mensup olduğu kavim adına” Ermenilerden özür dileyen bir Türk aydını olur.

Okullardaki ‘masum’ çocuk gruplarından tutun da mafyaya kadar her grup kendi çapında şiddet üretebilir. Devletin bu konudaki tekeli, şiddetinin meşru ve bir sınırının olmasına bağlıdır. Bu sınırı çiğnemiş veya çiğnenmesini vazetmiş devlet görevlileri, şiddet üreten diğer yapılar karşısında meşruiyet iddiasını kaybeder, onlardan biri hâline gelir

Bazı Ermeniler yalnız 19. yüzyılda değil, şimdi bile ‘ortak din ve kimlik’ olarak Hıristiyanlık ve onun sembolleri öne çıkarılırsa ‘Hıristiyan Avrupa’nın ‘din uğruna’ harekete geçeceklerini düşündüler. Göremedikleri, bırakın bugünü, 19. yüzyılda dahi böyle bir ‘Hıristiyan Avrupa’ bloğunun olmadığı.

Amerika’da, en azından ülkenin bizim yaşadığımız bölümünde, insanlar bahçelerine siyasi-sosyal mesajlar içeren levhalar koyuyorlar. Burada karşılaştığım bir tanesine dikkatinizi çekmek istiyorum.

Bir ırkçının, üstelik ırkçılığıyla övünen bir ırkçının isminin, taltif edilir biçimde bir parka veya başka bir kamusal mekâna verilmesi son derece vahimken, bunun bir de bütün İstanbul’u temsil eden bir meclisten çıkması, İstanbul Belediye Başkanı’nın da desteğini alması, durumu daha da vahim hâle getiriyor