Uyku kaçıran filmlerin yönetmeni Craven

Çocukluğuma, uykularımı kaçıran adam olarak damgasını vuran korku filmi yönetmeni Wes Craven 30 Ağustos’ta öldü. Devam filmlerinde tekrar tekrar ortaya çıkan, ölmek bilmeyen cani karakterleri gibi onun da hortlama ihtimalini göz önünde bulundurarak, belki de ‘öldü’nün sonuna üç nokta koymak gerek. Ben şimdilik, en azından o dirilene kadar, öldüğü yere kadar olan kısmı yazıyorum.

Wes Craven’ı anlatmaya yönetmenin başyapıtı, 1996 yapımı ‘Scream’den (Çığlık) başlamak gerek. Filmde, bir ev partisinde bir araya gelmiş bir grup liselinin, salonda içki eşliğinde sohbet ettiği bir sahne vardır. ‘The Rules’ (Kurallar) adıyla bilinen bu sahnede, korku filmleri delisi bir genç, diğerlerine, bu filmlerdeki karakterlerin hayatta kalmak için uymaları gereken üç kuralı sıralar: Bir, “Cinsel ilişkiye girme!”; iki, “İçki içme, uyuşturucu kullanma!”; üç, “ ‘Hemen döneceğim’ deme, ‘Orada kim var?’ diye sorma!” Bu kurallar, üç-beş korku filmi izlemiş her seyircinin zihnine çoktan kazınmıştır. Seyirci filmi, bekâretini kaybetmiş kadınların, ‘kötü’ çocukların, ‘aptal ve saf’ların cezalandırılacağı beklentisiyle izler. Bu sahne aracılığıyla, seyircinin beklentisinin farkında olduğunu gösteren Craven, bir bakıma seyirciye meydan okumuş olur. Çünkü kurallar fazlasıyla ihlal edilmiştir; şişe şişe biralar içilmiş, söylenmemesi gereken sözler söylenmiş, daha da önemlisi, öleceğine ihtimal vermediğimiz esas ‘kız’, erkek arkadaşıyla sevişmiştir. (Craven, bu türün çoğu yönetmeninin aksine kadınları cezalandırmaz. Kadınlar güçlüdür, öyle hemen ölmez, katilleriyle savaşır, onları yaralar, hatta neredeyse kurtulmayı başarırlar.) Bu noktada aklı karışan seyirci, kimin öleceğini kestiremez, katilin kim olduğunu tahmin edemez hale gelmiştir. Korku filmlerinde aranan belirsizlik ve öngörülemezlik, ‘Çığlık’ta bulunmuştur.

Craven’ın ilk yönetmenlik denemesi olan ‘Soldaki Son Ev’, pornografik öğeler taşıyan, sert bir korku filmi. Craven, bir çetenin sapkın fantezilerini anlattığı bu filmden sonra, porno sektörüne de girmiş.

Bu tarz belirsizliklerin üstadı Alfred Hitchcock’tur. Hitchcock’a duyduğu hayranlığı her fırsatta dile getiren Craven, aynı onun gibi, mizah ile korkuyu yan yana getirmekte çok başarılı olmuş ve yine onun gibi, kendi filmlerinde küçük roller almaktan büyük zevk almıştır. (Örneğin ‘Çığlık’ta, ‘Elm Sokağı Kâbusu’ filmindeki seri katil Freddy Krueger gibi giyinen hademe Fred rolündedir.) Her ikisi de ‘stalker’ (takipçi, birine musallat olan) karakterler yaratmayı, insan ruhunun karanlık yönlerini ortaya çıkararak, seyirciyi kendi silahıyla vurmayı çok sevmişlerdir. Hitchcock ve Craven’ı birbirinden ayıran şeyse şudur: Hitchcock, filmlerinde bıçağı ve kanı yerinde, abartmadan kullanır. Craven ise, ortalığın kan gölüne döndüğü, katillerin akla hayale gelmeyecek silahlar kullandığı, kurbanların en mide bulandırıcı şekillerde öldürüldüğü, izlerken gözümüzü kapadığımız, ‘slasher’ adı verilen türdeki filmlerin ilk akla gelen yönetmenlerindendir.

Psikolojik ‘slasher’ gerilimi

Yönetmenin ‘slasher’ türündeki filmlerinin en iyi örneği, ‘Elm Sokağı Kâbusu’dur. Yüzü yanık, ellerinde parmak yerine bıçak olan seri katil Freddy Kruger’ın başrolde olduğu dokuz film çekilmiştir bugüne kadar, ancak Craven sadece ilk filmin ve 1994 yapımı ‘Wes Craven’s New Nightmare’in (Wes Craven’dan Yeni Kâbus) yönetmenliğini yapmıştır. Yapıtlarında diğer filmlere atıf yapmaya bayılan Craven, ‘Çığlık’ta, katilinin isteğiyle, en sevdiği korku filmlerini sıralayan kurbana şöyle dedirir: “ ‘Halloween’, ‘Friday the 13th’ ve ‘Elm Sokağı Kâbusu’na bayılıyorum, ama ‘Elm Sokağı’nın sadece ilki, diğerleri berbattı.”

‘Çığlık’ filminin çekimleri sürerken, yönetmen Craven, oyuncu Drew Barrymore’un korku dolu bakışlarını yakalamak için ondan en kötü anısını anlatmasını istemiş. Barrymore, çocukken gözünün önünde işkenceye uğrayan evcil hayvanından bahsetmiş. Yönetmen, Barrymore’u her ağlatmak istediğinde, ona benzer hikâyeler anlatmış.

Aslında ‘Çığlık’ın senaryosu Kevin Williamson’a aittir, Freddy Kruger efsanesi ise bizzat Craven’dan çıkmıştır. Yönetmen, ‘Elm Sokağı Kâbusu’nu , sağlık sorunu olmayan bir grup genç adamın, dehşet verici kâbuslar görürken uykularında öldüklerinin iddia edildiği haberi okuduktan sonra yazmış. Krueger karakteri, bir rivayete göre okulda kendisine sataşan ‘kabadayı’ kılıklı bir öğrenciden, başka bir rivayete göre, çocukken gözünü ona dikip saatlerce bakan sarhoş bir adamdan esinle yaratmış. 

‘Elm Sokağı Kâbusu’, ‘slasher’ türü ile psikolojik gerilimin, bu kusursuzlukta bir araya gelebildiği çok az sayıda filmden biri. Craven, kurbanlarının bilinçaltı korkularından hareketle onları rüyalarında öldürerek, gerçek hayatta da ölmelerine sebep olan bir karakter yaratırken, katilin caniliğine sınır koymayarak, izleyiciyi hem tonlarca kanla, hem de kendi korkularıyla yüzleştiriyor. 

Pornodan korkuya

Öve öve bitiremediğim Craven, ilk filmi ‘Last House on the Left’i (Soldaki Son Ev) çekene kadar neredeyse hiç korku filmi izlememiş. Aşırı dindar bir evde büyümüş; ailesiyle arası kötüymüş. Çocukken film izlemesine çok nadir izin verilir, izleyebildikleri de ancak Disney yapımları olurmuş. Çizgi roman okuması kesinlikle yasakmış. Annesinin herkesi yargılar tavırları yüzünden üniversite yıllarına kadar kadınlarla konuşamadığını söyleyen Craven, üniversitedeyken yaptığı ve erken olduğunu düşündüğü evliliği için de annesini suçluyor. Craven ilk eşinden boşandıktan sonra iki kez daha evlendi, son eşiyle ömrünün sonuna kadar mutlu yaşadı.

Yönetmen, 1972 yılında çektiği ‘Soldaki Son Ev’ filminden üç yıl sonra, Abe Snake mahlasıyla ‘The Fireworks Man’ (Fişek Adam) adlı bir porno film çekti. (Craven’ın bu filmde de küçük bir rolü var.) İlk filmini izleyen seyirci için yönetmenin porno çekmesi çok şaşırtıcı olmasa gerek, çünkü ‘Soldaki Son Ev’de yüksek cinsel gerilimli birçok sahne var. (Korku filmlerinde görmeye alışık olduğumuz türden ‘yumuşak’ bir cinsellikten söz etmiyorum.) Filmde, kızını canice öldüren sapık çeteden intikam almak isteyen annenin, çetenin üyelerinden birinin penisini oral seks yaparken koparması, Craven’ın daha en başından ‘slasher’ türünde ne kadar yaratıcı olduğunun kanıtı.

Başarılarla dolu ödülsüz bir hayat

Filmografisi neredeyse baştan sona korku filmleriyle dolu olan yönetmenin, sözünü ettiğim pornonun yanı sıra, bir ‘aile filmi’ de var. ‘Music of the Heart’ (Kalbin Müziği) adlı, 1999 yapımı bu filmde canlandırdığı, keman öğretmeni Roberta Guaspari rolüyle ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalında Oscar ödülüne aday gösterilen Meryl Streep, ödülü ‘Boys Don’t Cry’ (Erkekler Ağlamaz) filmiyle Hilary Swank’e kaptırmıştı. Harlem’deki gençlere keman dersleri veren Guaspari’nin gerçek hikâyesinden uyarlanan film, ‘En İyi Özgün Müzik’ dalında da Oscar’a aday gösterilmiş ancak ödülü alamamıştı. ‘Kalbin Müziği’, yine de, Craven’ın prestijli bir ödüle en çok yaklaştığı film. Ancak maalesef, çoğu korku filmi yönetmeni gibi onun da hiçbir filmi, prestijli bir ödüle sahip olamadı.

Önemli yapımları arasında ‘The Serpent and the Rainbow’ (İblis ve Gökkuşağı) ve ‘The People Under the Stairs’in de (Merdivenlerin Altındaki İnsanlar) bulunduğu yönetmenin, değinmeden geçilemeyecek bir yapıtı daha var. 22 yönetmenin, Paris’in farklı bölgelerinde ve çeşitli mekânlarında çektiği kısa filmlerden oluşan ‘Paris, je t’aime’de (Paris, Seni Seviyorum) ‘Pére-Lachaise’ bölümüyle yer alan Craven, Moliére, Chopin, Jim Morrison ve Oscar Wilde gibi ünlü şahsiyetlerin yattığı bu mezarlığa götürür izleyiciyi. Beklendiği gibi, ürpertici bir mekân seçerek ve çok sevdiği doğaüstü unsurları öyküsünden eksik etmeyerek sadık seyircisini tatmin etmiş, üstüne bir de tatlı bir aşk hikâyesi koymuştur. ‘Pére-Lachaise’, yönetmenlik kariyerine başlamadan önce uzun yıllar üniversitede İngiliz Edebiyatı dersleri veren Craven’ın, edebiyata ve Oscar Wilde’a duyduğu aşka da işaret eder.

Craven, sinema tarihinin en unutulmaz korku filmi sahnelerini ve en acımasız katillerini yaratmanın yanı sıra Johnny Depp’i keşfetmiş, Sharon Stone ve Bruce Willis de dahil olmak üzere birçok önemli oyuncunun kariyerinin önünü açmıştı.

Wesley Earl Craven, 2 Ağustos 1939’da Cleveland’da doğdu, 30 Ağustos 2015’te Los Angeles’ta, beyin kanserinden öldü...

 

 

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema

Etiketler

korku gerilim


Yazar Hakkında

1989 İstanbul doğumlu. Ermeni dili ve kültürü, yaşam, popüler kültür, müzik ve sinema haberleri yapıyor.