‘Müzik süreleri uzun olduğu için dizi klibe dönüşüyor’

Şu sıralar ‘Muhteşem Yüzyıl: Kösem’ dizisinin de müziklerini yapan Aytekin Ataş’la hem kariyeri, hem de Türkiye’de televizyon müziği sektörü üzerine konuştuk.

Adını ilk olarak ‘Fırtına’ dizisiyle duyduk Aytekin Ataş’ın. Müzisyenlik yapmak için geldiği İstanbul’da önce Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nde çalışmış; orada hem şarkı söylemenin, hem de beste ve düzenleme yapmaya dair temel bilgileri edindikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde drama eğitim almış. Kalan Müzik için ‘Karadeniz’ albümü üzerine çalışırken kendisine gelen bir teklifle televizyona müzik yapmaya başlamış. ‘Fırtına’ dizisinin ardından ‘Beynelmilel’le kendinden söz ettiren Ataş, son olarak ‘Muhteşem Yüzyıl’ ve ‘Düğün Dernek’ gibi popüler dizilerin ve filmlerin müziklerini hazırladı. Şu sıralar ‘Muhteşem Yüzyıl: Kösem’ dizisinin de müziklerini yapan Ataş’la hem kariyeri, hem de Türkiye’de televizyon müziği sektörü üzerine konuştuk.

Müziğe ve dizi-sinema müziği alanına nasıl girdiniz?

Üniversite için İstanbul’a gelmeden önce Boğaziçi Üniversitesi’ndeki dans ve müzik gösterilerini izledim birkaç defa. Aslında İstanbul’a yalnızca müzisyenlik yapmak için geldim. Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nde (BÜFK) 10 yıla yakın bir süre çalıştım. Düzenleme yapmayı, enstrüman çalmayı, şarkı söylemeyi orada öğrendim. Alternatif bir okuldu orası benim için. Oradan ayrıldıktan sonra yalnız çalışmaya başladım. Kalan Müzik’in çıkardığı albümler için düzenlemeler ve besteler yapıyordum. 2006’da ‘Fırtına’ adlı bir dizinin müziklerini yapmamız için bir teklif geldi. Dizi Karadeniz’de geçiyordu, biz de o dönem BÜFK’ten arkadaşım Soner Akalın’la beraber Kalan Müzik için Karadeniz yöresine dair bir albüm için düzenleme yapıyorduk. Teklif üzerine, Soner’le birlikte o işi yapmaya başladık. Böylece televizyon sektörüne ilk adımı attım, halen de nefes almadan bu sektörde çalışmaya devam ediyorum. ‘Fırtına’dan sonra ‘Beynelmilel’le birlikte sinema alanına da girdim. Şu ana kadar 20’den fazla dizi ve film için müzik yaptım.

Film müziği yapmak ile dizi müziği yapmak arasında nasıl farklar var?

Film müziği, iş yoğunluğu olarak daha kompakt bir çalışmadır; zor ama keyiflidir, çünkü yaptığın müzikler filmin ilgili sahnesine özgüdür. Dizide, bazı aksiyonlara tanımlı, kimi duygusal, kimi daha gergin, kimi dramatik müzikler yaparsın ve onların çeşitli versiyonlarını birçok sahnede kullanırsın. Dizinin albüm gibi bir repertuvarı vardır ama sinema filminde müzik, yer aldığı sahneler gibi eşsizdir.

Enstrümantal müzik veya film müziği yapmak, yaratıcılık açısından özgür bir şeymiş gibi görünüyor fakat filmde veya dizide besteyi yaparken senaryonun ya da hikâyenin kurgulandığı pencereden bakmak zorundasınız. O pencereden yönetmen baktığında başka, oyuncu baktığında başka, müzisyen baktığında başka bir şey görüyor ve aslında herkes kendi lisanınca senaryonun kurduğu dünyayı tercüme etmeye çalışıyor. Öte yandan, kendim bir şarkı yazarken neden bahsetmek istiyorsam, ne anlatmak istiyorsam ondan bahsedebilirim. Dolayısıyla şarkı yazmak bana daha özgür, daha ufuk açıcı geliyor.

Televizyon sektörü dışında söz yazdığınız, beste yaptığınız şarkılar da var. Albüm yapmayı düşünüyor musunuz?

Televizyon sektöründe çalışmak, insana bunun dışındaki projeler için sınırlı bir zaman bırakıyor. Televizyon işleri diğer projelere mani oluyor diyebilirim. İki yıldır üstünde çalıştığım bir albüm projem var. Albümün sonuna yaklaşmama rağmen bitmesi için yalnızca buna konsantre olabileceğim bir zamana ihtiyacım var. Sanıyorum bu bir-iki ay içinde albüm üzerinde son çalışmaları yapacağım. Albümde yer alacak şarkıların çoğunun sözleri bana ait, iki şarkı da yakın dönem şairlerin şiirlerinden oluşuyor.

Televizyon için müzik yapmak ile albüm için müzik yapmak arasında nasıl bir ilişki var?

Televizyon dizilerine müzik yapmak bazen beste yapma tarzımı etkiliyor. Bunun tam tersi de mümkün. Bazen televizyona müzik üretirken karmaşık besteler yapmak yerine daha basit, halk şarkıları gibi kısa melodiler çıkarmak da mümkün olabiliyor.

Dinlediklerinizle, denediklerinizle, ürettiklerinizle bir müzik hafızası oluşuyor ve bu elbette sizi besliyor. Her müzisyen, her besteci o hafızayla besleniyor. O hafıza ne kadar geniş olursa, yapılan işler de o kadar ufuk açıcı olabiliyor. Bu açıdan baktığınızda film, dizi müziği yapmak, şarkı yazmak kısmını ciddi ölçüde besliyor. Tam tersi için geçerli midir bu, çok emin değilim, çünkü görüntüye müzik yapmanın kendi başına talep ettiği şeyler var. Şarkıyı dinlerken gözünüzün önünde bir şeyler belirebilmesi önemli.

Türkiye’de dizi veya film müziği işleri nasıl yürüyor?

Dört-beş yıl öncesine kadar “Önümüzdeki hafta yeni bir dizi başlıyor, müzik yapabilir misiniz?” diye telefonlar alıyorduk. Bu durum biraz değişmeye başladı. İnsanlar bu işin son dakikaya kalmaması gerektiğinin farkında. Eğer şanslıysak birkaç ay öncesinden, değilsek de en azından ekip çekime başladığında projeden haberdar oluyoruz. Genellikle önümüzde rehber olarak yalnızca senaryo oluyor, çünkü çekilmiş görüntüleri yayından çok kısa bir süre önce elde edebiliyoruz. Dolayısıyla müziği çoğu zaman görüntüye göre değil, hikâyeye ve senaryoya göre yapmak zorunda kalıyoruz. Genelde hazırlanan müziğin belli bir gövdesi oluyor; her bölüm için bu gövde üzerinde değişikliklere yapılıyor. Birkaç bölüm sonra ise ana gövdenin alternatifleri yaratılıyor. Dizide yeni odaklar, yeni karakterler çıkınca repertuvara yeni müzikler eklemek gerekiyor. ‘Muhteşem Yüzyıl’ dört yıl süren bir diziydi, başladığında elimizde 20 ana parça vardı, diziyi bitirdiğimizde ise bu sayı 80’den fazlaydı.

Bir müzisyen ile dizi veya film müziği yapan biri arasında keskin bir fark var mı?

Sanırım var. Her şeyden önce işleyişle ilgili temel farklar söz konusu. Beste veya düzenleme yapan herhangi bir müzisyenin dizi veya film müziği yapabileceğine inanıyorum, fakat bunun için bir geçiş süresi lazım. Çünkü sektörün kendine has ihtiyaçları ve çalışma biçimleri var. Bu tecrübeyi edindikten sonra besteci ve düzenlemeci olarak çalışmış birçok müzisyenin dizi ve film müziği de yapabileceğine inanıyorum.

Müziğin kendi başına ifade ettiği şeyle, görüntüyle birlikte anlattığı şeyler birbirinden farklı. İdeal olan, müziğin başrol üstlenmesi yerine hikâyeye yardımcı olması; ancak Türkiye’de melodram geleneği halen popüler olduğu için, ne yazık ki bu durum pek söz konusu değil. Dizilerin bölümleri genellikle çok uzun. Diyalogsuz sahneler sık olduğu için dizilerin her bölümü bir klibe dönüşüyor, böyle olunca da müzik başrole çıkıyor. Eskiden diziler 90 dakika olmasın diyorduk, hatta bunun için eylem bile yapıldı ama sanırım bizi yanlış anladılar, çünkü süreler önce 120, sonra da 140 dakikaya kadar çıktı. Bu aralar 155 dakikalık bölümler yapıyoruz mesela. Bu kadar uzun süren bölümlerle birlikte müziğin rolünün yoğunlaşması da kaçınılmaz. Çünkü bir haftada 155 dakikalık hikâye yazıp çekmek mümkün değil. Dolayısıyla bazı yerleri müzik eşliğinde, ağır çekim görüntülerle geçiştirmek zorunda kalıyorsunuz.

Uluslararası televizyon endüstrisinde bu işleyiş nasıl?

Yurtdışında her bölümü 40-50 dakika arası süren diziler yapılıyor ve bir sezonda 10-25 bölüm çekiliyor. Bu 40 dakikalık hikâyeler, Türkiye’de 150 dakikada anlatılıyor; geri kalan 110 dakikanın nasıl tamamlanacağı bir muamma oluyor. Ya hikâyeyi gevşetiyorsunuz, ya ana hikâyeye etki etmeyecek, boş denebilecek sahneler dolduruyorsunuz ya da müziğin ön planda olduğu, klip gibi sahneler ekliyorsunuz. Senede 40 dakikalık 10 bölüm halinde yapılan dizilerde bu tür ihtiyaçlar yok. Üç-dört dakikalık bir şarkının eşlik ettiği bir sahne görüyorsak, dramatik olarak bu etkiyi istedikleri ve tercih ettikleri için oluyor. Oysa bizde müziğin dolgu malzemesi olarak kullanıldığı çok fazla yer var.

Çalıştığımız pazarda, beklentiler düşürülüp, o doğrultuda uzatılmış bölümler yapılıyor. Amerika’da ya da Avrupa’da televizyon endüstrisi buradakinden farklı. Şartlar ve tüketim biçimi de farklı. Burada işlerin böyle yürümesinin temel sebeplerinden biri, hiçbir şeyin çalışma saatine bağlı olmaması. Her şey bölüm üzerinden hesaplanıyor. Çalışanların aldığı ücretler de buna dahil. Bir bölüm 150 dakika da olsa, 80 dakika da olsa çalışanlar için hiçbir şey değişmiyor. Kanal ise iki farklı prodüksiyon harcaması yapmak yerine, tek bir prodüksiyonla kapatıyor akşamı. Bu durum, çalışanlar için hayati riskler yaratıyor. İnsanlar kimi zaman haftada altı-yedi gün, günde 15 saat çalışıyor.

Proje tutmadığı zaman peşin anlaşılan ücret sorunu nasıl çözülüyor?

Oradaki işleyiş aslında çok net. Dizi için çalışan herkes yapımcıyla bir sözleşme imzalar. 20 bölümü oyuncuya garanti edip etmemek ise yapımcının tasarrufunda olan bir şeydir. Aynı bağ yapımcı ile kanal arasında da kurulur. Dizi, beklenen reytingi alamayıp yayından kalktığında bu düzen tersine işlemeye başlar. Kanal karar verip yapımcıya iletir, yapımcı kendi ekibine iletir. Bazen de, 20 bölüm diye yola çıkılan hikâye 100 bölüme çıkabilir.

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik



Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.