‘Bir şirket gibi işleyen AKP’de siyaset bir iş gibi yapılıyor’

Sosyolog Sevinç Doğan ilk kitabında ‘Mahalledeki AKP’, iktidar partisi AKP’nin tabanını mercek altına alıyor. Kağıthane Belediyesi’ndeki Sanayi Mahallesi’nde yapılan saha çalışmasına dayanan kitap, AKP’nin taban örgütlenmesi hakkında pek çok önemli ipucu içeriyor. Sevinç Doğan’la kitabından yola çıkarak 14 yıllık AKP iktidarını konuştuk.

SEVAN DEĞİRMENCİYAN 

Dışarıya kapalı bu ortama girmek veya böylesi bir ortamda çalışmak zor olmadı mı senin için? Hangi kimlikle oradaydın, hangi sıfatla iletişim kurdun? Sohbetimize bu sorularla başlamak isterim.

Daha öncesi Kağıthane’de sözlü tarih araştırması yapmıştık; oradaki siyasal aktörlerle, sbölgenin ileri gelenleriyle görüşmüştük. Bu sayede bir ilişki ağı kurabilmiştim. Bu araştırma deneyiminden yola çıkarak parti çalışması yapmaya karar verdim. Belirtmem gerekir ki görüşme yaptığım insanların konuşmaya açık olması da belirleyici oldu. Onlar da bir şekilde anlatmak, kendilerini ifade etmek istiyorlardı. Benim kendileriyle aynı siyasi kulvarda olmadığım açıktı ama araştırmacı kimliğimle, karşılıklı iletişimin gerektirdiği bir saygı düzeyini hep koruduk.

Kitapta da belirtildiği gibi, AKP’ye gelen en ciddi eleştiriler eskiden parti içinde bulunmuş kesimlerden, ‘eski yol arkadaşları’ olarak nitelendirilen kişilerden geldi. Sadece Kağıthane’de, yerelde değil, söz konusu tüm ülke olduğunda da durum değişmiyor. Bunu neye bağlıyorsun?

Dediğin gibi AKP’ye, AKP’li kadrolara yönelik en büyük eleştiriler bir zamanlar yan yana oldukları kesimlerden geldi. AKP’nin kurulma sürecini ve işleyişini çok iyi biliyorlar. Refah Partisi (RP) içerisindeki çatırdamalar ve ekipleşmeler, Saadet Partisi (SP) ve HAS Parti gibi partilerin kurulmasına kadar uzanmıştı. Onların söyledikleri net bir şey vardı: AKP devletle barıştırma ve sistemle bütünleşme projesidir. AKP’nin kuruluşunu ve varlığını; sistemden nemalanma, iktidardan pay alma, ilkelerden taviz verme olarak okuyorlardı. Fakat bütün bunlarla birlikte, eleştirseler bile, AKP’yi destekledikleri, AKP’nin iktidarda olmasını kendi varoluş koşulları açısından elzem gördükleri çok netti. Örgütlülük ağları, yaşam tarzları... Çünkü sadece parti üzerinden bir örgütlülük değil. Vakıflar, dernekler, dergi çevreleri, İmam Hatip lisesi Mezunları Derneği gibi STK’lar çok güçlendiler. AKP döneminde İslami-muhafazakâr kesimler gündelik hayatta daha fazla görünür oldular ve STK kimliği altında meşruiyetleri daha da arttı. AKP’nin iktidarda olması, ekonomik düzeyde de onlara olanaklar açtı, imkânlar yarattı. O yüzden her şeye rağmen yan yana durabiliyorlar.

Bazıları AKP’yi bir partiden çok bir harekete benzetiyor. Katılıyor musunu buna?

Ben AKP’nin yerele yayılmış çok geniş bir siyasal ve sosyal ilişkiler ağı olarak tanımlanabileceğini düşünüyorum. Bu, bir aygıttan çok bir alan olarak işleyen sosyal ilişkiler bütünü. Neden aygıt gibi değil? Çünkü aygıt dediğiniz zaman ya da partiye toplumun üzerinde bir güç, sadece baskıcı bir aygıt gibi baktığınız zaman bütün o toplumsal alanda sağladığı hegemonyanın, desteğin, bir şekilde arkasına aldığı gücün ya da ikna kabiliyetinin, kurduğu sistematik ilişkiler ağının kendisini görmüyoruz. Oysa AKP mahallelere, sokaklara inen örgütlü bir işleyişe sahip. Gündelik hayatta, geleneksel ilişkiler içinde halk kesimlerine ulaşmaya çalışıyor. Bir mahallede mesela ana kademe, kadın kolları ve gençlik kollarından oluşan yönetimler var. Aşağı yukarı her mahallede en az 45-50 kişilik ekipler var. Mahallelerdekinin benzeri teşkilatlar, ilçe ve il birimlerinde de var. Toplantılarla, organizasyonlarla, ev ziyaretleriyle yukarıdan aşağıya aktarımlar söz konusu. Bu ağ içinde insanlar bir sürü etkinliğe katılıyor. Anayasaya ve başkanlık sistemine dair paneller, siyasi tarihe dair okumalar, gençlerin ve kadınların kendi aralarında yaptıkları seminerler... Bunların hepsine baktığımızda ciddi anlamda sosyal bir ağ görürüz. O yüzden AKP’nin aslında bugün var olan diğer sistem partilerinden farklı bir yerde durduğunu söyleyebiliriz.

Kitabındaki siyasi yabancılaşmaya dair bölüm çok aydınlatıcıydı kanımca. Burada lider partisinden, parti-lider ilişkisinden bahsediyorsun. Söz konusu ilişki tabandan başlamıyor denebilir mi?

Burada lider çok görünür bir figür, ama o lideri bu kadar görünür yapan aslında onun arkasındaki gövde, yani partinin asıl gücünü oluşturan kesimler. Onların varlığı lideri güçlü kılıyor. Parti ağlarıyla, insanların sosyo-ekonomik konumlarında ve gündelik hayatlarında değişimler olduğunu görüyoruz. Parti yerellerde, net bir şekilde modern, kravatlı ve ayrıcalıklı bir alan olarak görülüyor. Mahalle başkanı olmak ya da kadın kollarında görev almak önemli, statü sağlayan bir uğraş ve sosyal-sembolik sermaye demek. Aynı zamanda AKP’nin taban oluşturma, siyasal alanda olup bitenleri kendi dünya görüşü ve kavramlarıyla ulaştırma çabası var. İnsanlar sadece televizyondan izlemiyorlar ya da sadece gazeteleri takip etmiyorlar. Kapılarına gelen, onlarla konuşan hemşehrileri, komşuları, arkadaşları var. Belediye üzerinden sağlanan olanaklar var. Partinin yerel aktivistleri bunları taşıyorlar, dolayısıyla bu mobilizasyonun kendisi önemli. İnsanların bu açıdan siyasallaştırıldıkları söylenebilir, ama bu nasıl bir siyasallaştırma? Bu onları özne yapmaya yetiyor mu? Bu siyaset biçimi onları özgürleştiren, onların kendi potansiyelini açığa çıkartan bir şey mi? Ya da siyaset toplumun genelini ve yararını  algıladıkları bir şeye mi dönüşüyor, yoksa daha dar sınırlar içinde kısmi çıkarlara hapsedilen bir görüş açısına mı  dönüşüyor? Bu çok önemli. Orada da çıkan şey şu: Bir şirket gibi işleyen AKP’de siyaset bir iş gibi, görev gibi yapılıyor; yükümlülük, yaptırım ve sorumluluk gibi görülüyor. Çoğunlukla seçimlere odaklı bir hareketlilik söz konusu. Çünkü her şey seçimi kazanmaya ve iktidara odaklanmış. Her şey sandığa kilitlenmiş ve en önemli şey oy vermek, sandığa sahip çıkmak olarak gösteriliyor. Böylesi bir temsil siyaseti içinde söz söyleme yetkisini devretmek yüceleştirilmiş oluyor ve bir partiye hatta lidere ‘millet iradesi’ni temsil etme gibi aşkın bir misyon biçiliyor. Partinin gövdesini oluşturan, işleyişini sağlayan ve ona gücünü verenler; kendi oluşturdukları o bütünün değerini lidere atfediyorlar ve lider fetişleşmiş bir biçimde var oluyor. Aslında Erdoğan’ın kendisi de bugün tek bir özneyi aşmış durumda. Kendi kaderi aslında partinin kaderine bağlı ve partinin kaderi de bu geniş kesimin kaderine bağlı. Kendi geleceğini Erdoğan’ın koltuğuyla özdeşleştirmiş pek çok insan var. Aslında insanlar Erdoğan’ı korurken kendi geleceklerini de koruyorlar. Ve bunun çok farkındalar.

15 Temmuz darbe girişimi sırasında ve sonrasında yaşananlar, sokağa demokratların değil de Erdoğan’ın korumalarının indiği duygusunu uyandırıyordu bende...

Sokağa çıkanların kendisi de ‘demokrasi’yi savunmak adına çıktılarını söylemiyorlar. Demokrasi nöbeti kavramının daha çok dış kamuoyuna, Batı’ya yönelik bir söylem olduğunu düşünüyorum. Özellikle son dönemlerde, Erdoğan oldukça olumsuz bir imaja sahipti. Türkiye’de muhaliflere ve azınlıklara yönelik antidemokratik tutumlar kaygı uyandırıyordu. Bu nedenle 15 Temmuz sonrasında sürekli demokrasi ve birlik imajı çizildiğini düşünüyorum. Sokağa çıkan geniş kesimlerin farklı motivasyonları vardı ve onlara Erdoğan’ın korumaları demek belki biraz haksız bir indirgeme olur. Çünkü oraya çıkan insanlar darbe girişiminin AKP iktidarına karşı olduğunun farkındaydılar. AKP’nin iktidarıyla birlikte hayatını tamamen değiştiren, yıllardır bu örgütlülüğün içinde olan çok fazla kesim var. O yüzden savundukları şey aynı zamanda kendi hayat biçimleri ve sahip oldukları kazanımlar.

Sanayi Mahallesi gibi bir yerde aslında insanların daha ziyade sosyal-demokrat siyasi oluşumlara eğilim göstereceğini düşünürsünüz. AKP gibi sağ-muhafazakâr bir parti nasıl olur da bu kadar etkin bir rol oynayabilir orada?

AKP, Sanayi Mahallesi gibi çalışan kesimlerin ve yoksulların yoğun olduğu yerlerden  o(na)y almayı başarıyor. AKP döneminde yeni orta sınıflar yaratıldı. Yerellerdeki parti yöneticilerinin ve belediye meclis üyelerinin çoğu ticaret veya inşaat sermayesini oluşturan kesimlerdir. AKP alt sınıflara da kurtuluş umudu veriyor. Devlet ulaşılmaz bürokratik bir aygıt olmaktan çıkıyor ve ulaşılabilir imkanlar ağına dönüşüyor onlar için. Ayrıca AKP kadınlarla kurduğu ilişkide, ev kadınlarına ulaşmada, onları sokağa çıkarmada çok başarılı. Aslında kadınların partide söz hakları yok, iktidara sahip değiller ve kesinlikle parti siyasetini belirleyecek bir konumda değiller. Ama partide çalışan bir kadın sosyalleşiyor, potansiyelini genişletiyor ve yaşam biçimindeki değişim onu daha aktif kılıyor.

Yerel yönetimlere çok büyük önem atfeden AKP’nin Kürt siyasetinin öne çıkardığı özyönetim anlayışına karşı olmasını nasıl değerlendiriyorsun?

Yerele baktığımızda görünen o ki AKP Kürt hareketine siyaset yaptırmamak üzerine bir politika izliyor. Bence bütün bu açılım süreçlerine rağmen, sürekliliği olan bir politika bu. AKP’nin Kürt meselesine bakış açısı geleneksel devlet yaklaşımından farklı olabilir. Fakat zaten gelinen süreçte ödenen bedeller, Kürt hareketinin arkasına aldığı rüzgar bir takım değişimleri zorunlu kılmıştı. AKP Türkiye partisi olma iddiasındaydı. AKP’nin mezhepçi tutumu ve dini referansları da, en azından Kürtlerin dini kimliği öne çıkaran kesimlerine hitap edebiliyordu. Fakat Kürt hareketine karşı, Kürt siyasetçilere karşı, onları destekleyen kesimlere karşı hep mesafeli, neredeyse düşmanca bir tutum sergiledi. Dolayısıyla Kürtlerin bir özne olarak güçlenme kanallarını oluşturacak hak taleplerine her zaman karşı oldu. AKP yönetimi, belediyelerin kazanılmasından da özyönetim söylemlerinden de her zaman rahatsız oldular.

 

Mahalledeki AKP
Parti İşleyişi, Taban Mobilizasyonu ve Siyasal Yabancılaşma
Sevinç Doğan
İletişim Yayınları
270 sayfa.