Berkay Ateş, Emir Çubukçu ve Can Kulan’ın kurduğu D22’den sezon başında güzel bir haber geldi; ekip, yeni oyunu ‘Dünyaya Gözlerimden Bak’ı Kadıköy- Hasanpaşa’daki bir köşkte izleyiciyle buluşturmaya başladı. D22 Köşk’ü ve yeni oyunları konuştuk.
2013 yılında Galata’daki Hamursuz Fırını’nı bir tiyatro salonuna dönüştürüp oyunlarını izleyiciyle buluşturmaya başlayan D22 ekibi, geçen sezonun sonunda bu mekândan ayrılmıştı. Berkay Ateş, Emir Çubukçu ve Can Kulan’ın kurduğu D22’den sezon başında güzel bir haber geldi; ekip, yeni oyunu ‘Dünyaya Gözlerimden Bak’ı Kadıköy- Hasanpaşa’daki bir köşkte izleyiciyle buluşturmaya başladı. Sahneye koyduğu ‘Karabatak’, ‘Yirmi Beş’, ‘Bent’ gibi oyunlarla izleyici kitlesini sağlamlaştıran ekip, geçen sezon başlayan ‘Kuş Öpücüğü’nü Salon İKSV’de sahnelemeye devam edecek. Ateş, Çubukçu ve Kulan ile, ofis ve eğitim merkezi işlevi de görecek olan D22 Köşk’ü ve yeni oyunları üzerine konuştuk.
Galata’daki sahnenizden ayrılıp Hasanpaşa’daki köşke taşınma sürecinizi anlatır mısınız?
Berkay Ateş: Geçen sezonun sonunda, mekânın koşulları ve fahiş kirası nedeniyle Hamursuz Fırını’ndan çıkma kararı aldık. Yeni bir sahne açmamaya da karar vermiştik. Önce başka sahnelerde oynamayı düşündük, sonra bazı mekânları tiyatro alanına dönüştürme fikrine yoğunlaştık. Aynı zamanda bir ofis ve yaşam alanı olarak kullanabileceğimiz bir yer arıyorduk. Sonunda bu köşkü tuttuk. Burada sadece ‘Dünyaya Gözlerimden Bak’ oynanacak. Oyun için mekânın tasarımında bazı değişiklikler yapıldı.
Emir Çubukçu: Bu yaptığımıza ‘mekâna özgü’ oyun deniyor.
Mekân ve biçim sizin için ne kadar önemli?
Can Kulan: Daha çok içeriği önemsiyoruz, biçim sonra geliyor. Biz alternatif yerlerde tiyatro yapmayı seviyoruz. Mekân oyunun içeriğine hizmet ediyorsa ne âlâ...
BA: D22’yi kurduğumuzda da, her türlü metne, sanatçıya, biçime açık olduğumuzu söylüyorduk. Bir şeyleri süreç içinde var etmek daha keyifli.
‘Dünyaya Gözlerimden Bak’ nasıl bir oyun?
CK: Üç ayrı monolog şeklinde, üç askerin hikâyesinin anlatıldığı bir oyun. Farklı odalarda geçiyor. Seyirci odaları dolaşarak oyuncuyu izliyor.
EÇ: Yönetmeni Frank Heuel’le birlikte bir oyun yapacaktık, bunun için bir metin arıyorduk. Bize Lothar Kittstein’ın bu hikâyesinden bahsetti, oynamak isteyip istemediğimizi sordu. Başta biraz çekiniyorduk ama sonuçta üçümüzü de çok tatmin eden bir proje oldu. Haziran ayında oyunu büyük ihtimalle Almanya’ya götüreceğiz.
CK: Aslında bu riskli bir karardı. Metnin dilini bilmiyorduk. Frank’i de fazla tanımıyorduk. Şubat ayında Türkiye’ye geldi, üç ayrı tiyatroyla Alman ortaklı oyun yapmak istedi. Seçtiği ekiplerden biri de biz olduk. Keyifli bir prova süreci yaşadık.
Yazarla iletişim halinde olmanın oyuncuya ne ölçüde katkısı oluyor?
CK: ‘Yirmi Beş’i, ‘Karabatak’ı, ‘Kuş Öpücüğü’nü Berkay yazdığı için bunu deneyimledik. Oyuncu olarak da, yönetmen olarak da yazarın yanında olup ondan öneriler almak ve metnin oyuna göre değişmeye açık olması çok önemli. Bu etkenler oyunu ve oyuncuyu çok başka yerlere taşıyabiliyor.
BA: Dört oyun yazdım, ikisini kendim yönettim. Yazdığım oyunların hepsinde ya oyuncu, ya da yönetmen olarak vardım. Hep çok güvendiğim insanlarla çalıştık. Tiyatroya aynı pencereden baktığımız için hiç zorluk çekmedik. Metnin bir yazdığım hali var, bir de oynanan hali. Ben bu değişime açığım, bundan keyif de alıyorum. ‘Hak’ adlı oyunumun ödenekli bir kurumda oynanması ihtimali var; o durumda da, ekiple temas halinde olup ne yaptıklarını anlamak isterim.
Tiyatro eğitimi almış yeni mezunlara sahne açmalarını önerir misiniz?
EÇ: Evet. Söyleyecek şeyleri ve bir ekipleri varsa bunu yapsınlar. Ancak biri sadece oyunculuk yapmak da isteyebilir, ona da çok saygı duyuyorum.
CK: Biz bu yola girdiğimizde, bunun nasıl bir iş olduğunu anlamak için iletişim kurabildiğimiz tüm yerleşik tiyatrolara gittik. Kimi “Bu yaşta böyle işlere girmeyin, tutkunuzu kaybedersiniz” dedi, kimi de “Haydi çocuklar, yapın bu işi, ben de size destek olayım, araştıralım.” İkinci gruptaki kişilerin başında Yiğit Sertdemir gelir. Bence bu herkesin deneyimlemesi gereken bir şey; bizi çok geliştirdi. Tiyatroculuk ile oyunculuk arasında çok büyük bir fark var bence. Tiyatroculuk her şeyi kapsıyor – marangozluğu da, nakliyeciliği de...
Yeni toplulukların önünü açmak, onlara örnek olmak gibi bir amacınız var mı?
CK: Buna örnek olmak demesek de, içinde bulunduğumuz ortam ve toplumsal durumlar bizi bazı şeylere itiyor. Türkiye’de tiyatronun yayılabilmesi ve çeşitlenebilmesi için bir şeyler yapmak gerekiyor. Biz de ,bir üst kuşağımız olan Kumbaracı 50’den, hocamız olan Yiğit Sertdemir’den gördük birçok şeyi. D22’yi onun desteğiyle kurduk. Bu gidişat içinde bizim de bir yerimiz olursa ne mutlu.
Bugün geldiğiniz nokta planlı bir çalışmanın sonucu mu?
EÇ: Aslında bizim her şeyimiz hem planlı, hem de plansız. Bir sahne açmayı düşünmüyorduk 2012’de; sadece tiyatro yapmak, hikâyelerimizi anlatmak istiyorduk. Sonra Hamursuz Fırını karşımıza çıktı, orada olmayı doğru bulduk, oranın koşullarına göre oyunlar yaptık. Bir süre sonra oradan çıkmanın doğru olacağını düşündük.
Yeni sezon için başka planlarınız var mı?
BA: Bir kilisede oyun yapma projemiz vardı ama bazı aksaklıklardan ötürü durdu. Şimdi bir de çocuk oyunu yapmak istiyoruz.