Sahnedeki ölüler diyarının karmaşık bir mutluluk ânı

Tiyatroperest’in üç bölümlük ‘Soğuyunca Acımaya Başlar’ adlı oyunu, ele aldığı her bir hikâyede, derinlikli portrelerini çizdiği kadın karakterlerin safında yer alıyor.

Tiyatroperest ekibi tarafından sahnelenen ‘Soğuyunca Acımaya Başlar’da yönetmen Şerif Erol, Neil Labute’un üç kısa metnini, üç sahneli tek bir oyun biçimine sokmuş. Duygusal ilişki içinde olan bir kadın ile bir erkek arasında geçen üç ayrı bölümdeki karakterleri de aynı iki oyuncunun canlandırması, oyuna bütünlük kazandırıyor. İnsanın zaaflarını, acımasızlıklarını ve karanlık yönlerini doğrudan estetize etmeyi tercih eden ve ancak korkunç kötülüğü sergileyerek yüce iyiye ulaşabileceğine inanan bir yazar olan Labute, bu üç metinde net bir şekilde kadının tarafını tutuyor. 

İlk bölüm ‘Ölüler Diyarı’, arafta ya da bir kararın arifesinde olan bir kadın ile kocasının bir sabahını anlatıyor. Bir karar sabahı. Erkeği ve kadını sahnenin sağına ve soluna yerleştiren yönetmen, spot ışığını aynı anda sadece bir oyuncuya çevirerek, bu çiftin o sabah birbirinden ayrı geçirdiği zamanı, paralel kurguyla sahneliyor. Ayaktaki beyaz yakalı adam, kendini kandırmak için sıkıcı gündelik rutinlerin neden önemli olduğunu açıklamaya çalışırken, karısının o günkü durumuyla hiçbir duygusal bağ kuramıyor, onun yanında olmaktan çekiniyor, derdi paylaşmaktan kaçınıyor, bunu da dürüstçe ifade etmiyor. Kendini ve diyalog içinde olduğu seyirciyi ikna etmeye çalışırken iyice gülünç duruma düşüyor. Bir sandalyede oturan kadın ise hem kendi durumunu anlamaya çalışıyor, hem de eşi olan erkeğe yer yer hak vermeyi deniyor; sevginin emek istediğini düşünerek, duygusal desteğe ihtiyaç duyduğu böyle bir günde bile empatiyi elden bırakmıyor, ama istemediği bir ölümü çaresizce kabulleniyor. ‘Ölüler Diyarı’, eylemin bir tiyatro sahnesinde geçtiğini hatırlatan öğeler barındırıyor ama seyirciyle arasına mesafe de koymuyor.

Hakikate erişme cesareti

İkinci bölüm ‘Bir Mutluluk Ânı’, eşlerinden gizli ilişkiler yaşayan bir kadın ve erkeğin, mutlu bir haftasonu kaçamağı için yola çıkmasından hemen önce, bir tren istasyonunda geçiyor. Trenin kalkmasına dakikalar kala cesareti ve dürüstlüğü seçen kadın, erkeği acıtacağını bildiği halde, ona artık kocasına yalan söylemek istemediğini, bu ilişkide heyecan ve tutku kalmadığını itiraf ediyor. Erkekse onu bu kararından vazgeçirip, birlikte gitmeye ikna edebileceğini düşünüyor. Bu bölümün sahnelenmesiyle ilgili en büyük problem, ortaya hiçbir teatral dokunuş konmadan, oyuncuların sırt çantalarıyla ayakta durarak, bomboş sahnede sanki bir tren istasyonundaymış gibi davranmalarının beklenmesi. Ortada mizansen ya da görsel bir anlatı olmayınca, iş sadece duruma, diyaloglara ve oyuncuların performansına kalıyor, ama ne yazık ki ‘-mış gibi’ oluyor.

Üçüncü bölüm ‘Karmaşık’, Noel alışverişi sonrası akşam yemeği için bir restoranda buluşan çiftin gerginliğiyle açılıyor. Görünüşte tek eşli gibi yaşayan ama bildiklerini ve yaşadıklarını birbirinden gizleyen kadınla erkek, birbirinin alanına da müdahale etmeye başlıyor ve bitmek bilmeyen seri yalanların girdabına düşüyor. Restoranda yemek siparişi bile veremeden oturdukları masaya çakılı kalan çiftin tartışması, hamile olan kadının eşine en son kimi aradığını sormasıyla başlıyor ve aldatma üzerine bir oyunla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkıyor. Erkek, bir şeyler sakladığı sezilmesin diye doğal davranmaya çalışırken, gerginliği ve saldırganlığı artıran kadın, insanlar arasında olduklarını ve politik doğruculuğu umursamadan onun üzerine gidiyor. Erkek ise en iyi bildiği şeye, her şey ayan beyan açığa çıkana kadar inkâr etmeye devam ediyor. İlerledikçe cinnet noktasına yaklaşılan oyunda, ölüm, bir hürleşme ânı olarak resmediliyor. Kadın oyuncu bu bölümde de, ilk bölümde olduğu gibi bir sandalye üzerinde çakılı kalarak sergiliyor performansını. Ancak bu sınırlandırma, oyuncunun performansını daha da saf ve güçlü hale getiren bir unsura dönüşüyor.

Türkçe dublaj hissiyatı

Yabancı metinler Türkiye sahnelerine uyarlanırken, metnin Türkçeleştirilmesiyle yetinilmeyip, karakter isimleri ve durumların da Türkiye’ye uyarlanmasının daha iyi sonuç vereceği fikrindeyim. Türkiye’de yaşayan Hıristiyan karakterler söz konusu değilse, Türkçe konuşan karakterlerin Noel alışverişinde sahnelenmesi ve birbirine yabancı isimlerle hitap etmesi, yabancı bir filmi Türkçe dublajla izlemek gibi bir his yaratabiliyor. ‘Soğuyunca Acımaya Başlar’da bu his çok yoğun olmasa da, uyarlamada bu yönde bir tercih yapılabilirdi.

Oyunda, kadının metinlerde daha derinlikli bir karakter, erkeğin ise daha şablon bir tip olarak çizilmesi, erkek oyuncunun motivasyonunu yükseltmiyor. Onur Özaydınlar da bildik, aşırı göstermeci ve sıradan bir performans sergiliyor. Buradaki en büyük sorumluluk yönetmenin. Oyuncu yönetimi doğru oyuncuyu seçmekle başlıyor ama tiyatrolarımızın içinde bulundukları maddi-manevi koşulları ve oyuncuları kumpanya içinden ya da arkadaşlardan seçme mecburiyetini düşününce, bu durumun sebeplerini anlayabiliyoruz. Türkiye’de sahneye bağımsız bir oyun koymak, yönetmenin, ekibin ve oyuncuların aylar boyu en iyi ihtimalle ancak yol parasını çıkararak kendilerini adadıkları bir süreç anlamına geliyor.

Kadın oyuncu Zeynep Dinsel klasik tiyatro oyunculuğu yöntemini, üç bölümün de hiçbir ânında abartıya kaçmadan ve duygusuzluk nötrlüğüne inmeden, olağanüstü bir şekilde sergiliyor. İnsanın uç durumlarda yaşadığı duyguları, kendi içindeki hesaplaşmalarını, erkeğe duyduğu empati ve öfkeyi sadece yüzü, gözleri ve sesiyle en iyi şekilde ortaya koyuyor. Dinsel’in bu performansı, bu senenin kaçırılmaması gereken oyunculuklarından. Oynadığı karakterin hakkını veren kadın oyuncu, erkek oyuncunun sıradan performansına karşın hiçbir an düşmüyor.

“Sonucun bazen öldürücü olabileceğini bilsek dürüst olmaktan gene de vazgeçer miydik?” sorusunu gündeme getiren oyun, kadınların hakikate ulaşmada daha cesur olduğunu savunuyor. Doğru söze ne denir... 

Kategoriler

Kültür Sanat Tiyatro



Yazar Hakkında