Anadolu’nun halkları ve kadim üretim havzaları

İnsanoğlunun yarattığı küresel ısınma, iklim değişikliği gibi can alıcı sorunlar doğal hayatı etkilemeye devam ediyor. Öte yandan modern toplum, doğayla, diğer canlılarla ve diğer insanlarla bir arada yaşamanın modellerini de aramaya devam ediyor. Anadolu’nun ücra köşelerinde ise, yollara biraz uzak bazen biraz yükseklerde modern toplumun sorunlarına çözüm modelleri gösterebilecek üretim alanları var.

Hrant Dink Vakfı ve Doğa Derneği, kadim üretim havzalarında ve tarım alanlarındaki binlerce yıllık hafızanın izini sürüyor.

Hrant Dink Vakfı Anadolu’da kültürel mirasın durumunu ve yeniden kullanım olanaklarını inceleyen araştırması kapsamında Adana  ve Divriği’de kadim üretim havzalarını da inceledi. Doğa Derneği ile birlikte yapılan çalışmada binlerce yıllık üretim kültürünün hikâyesi de ortaya çıktı.

Doğa Derneği'nden Güven Eken, kadim üretim havzalarıyla ilgili çalışmanın detaylarını Agos’a anlattı.

Kadim üretim havzaları derken tam olarak neden bahsediyoruz?

Yeryüzünde insanın doğayla birlikte doğanın bir parçası gibi davrandığı ama aynı zamanda ihtiyaçlarını ürettiği yaşam alanlarından bahsediyoruz. Anadolu’da, Güney Amerika’da, Afrika’da hemen her yerde var. Buradaki üretim biçimi, bizim bugünkü üretim biçimimizden biraz farklı. Biz artık üretimimizi kişisel ya da aile ölçekli mülkiyetlere dayalı yapıyoruz. Tapulu alanlarımızın sınırlarına göre yapıyoruz. Kadim üretim havzalarının farkı, üretim için bir sınırının olmaması. Doğanın kendi sınırları esas alınarak yapılıyor. O yüzden de havza adı veriliyor. Üretim, bir köy, mahalle ya da bir topluluk tarafından kolektif bir biçimde yapılıyor. Doğadaki diğer canlılarla birlikte, oranın sahibi gibi değil de oradaki herhangi bir canlı gibi, bir ağaç gibi, bir kuş gibi davranarak yaşamını idame ettiriyor. İhtiyacı olan gıdayı üretiyor..

Modern tarımda, bütün bitki örtüsünü yok edip yalnızca kendi üretmeye çalıştığımız bitki türünü orada yetiştirmeye yönelik bir değişim oluyor. Kadim üretim havzalarındaki değişim ise küçük bir dokunuş gibi. Diğer canlılar çevreyi ne kadar değiştiriyorsa insan da o kadar değiştiriyor.

Tarımın başladığı dönemden bu yana, binlerce yıldır, böyle bir bakış açısıyla, bir kültürle yeryüzünde yaşamaya devam eden üretim alanları var. İşte bu üretim alanlarına kadim üretim havzaları diyoruz. Anadolu’da, kesintisiz bir biçimde, binlerce yıldır bu alanların devam ettiğini fark ettik ve çalışmaya başladık.

Bu alanlardan nasıl bir bilgi elde ediyoruz? Nasıl bulgular ortaya çıkıyor? Kadim üretim havzaları nerelerde var?

Anadolu’daki bütün üretim 500- 600 sene evveline dek kadim üretim havzalarında gerçekleşiyordu. Bugün yalnızca özel olarak bu tip bir yaşam biçimine değer veren bölgelerde ve makinelerin çok fazla ulaşamadığı kılcallarda devam diyor. Bunun arkasında başka bir toplumsal yapı olması gerekiyor. Merkeziyetçi, diktaya ve baskıya dayalı toplumlar yerine başka bir toplumsal yapı olması gerekiyor. Afrika'da, Anadolu'da Orta Asya’da ve başka coğrafyalarda da gördüğümüz daha eşitlikçi bir bakış açısı gerekiyor. 

Dahası kadim üretim havzalarında  büyük bir bilgi var. Henüz yazılı literatüre geçmemiş olsa da tarıma, üretime yeniden bakmamızı sağlayacak çok köklü ve önemli bilgiler var. Canlı kütüphane buralar. İklim değişikliğine uyum dediğimiz, içinden çıkamadığımız altını dolduramadığımız şeyin cevabı bu alanlarda var. Bu alanlarda, iklim bu kadar hızlı olmasa da zaten kendiliğinden büyük değişimler geçirmiş. Buradaki metotlar, yöntemler, tohumlar, ağaçlar bunların hepsi iklimin dalgalanmalarına uyum sağlıyor. Kadim üretim havzaları, masa başında planlanmış alternatif bir yaşam biçimi değil. Bizden evvel yaşamış olanların ispat etmiş olduğu çok önemli bir bilgi hazinesidir. Sayısız araştırma yapılması gerekiyor ki bizden evvel yaşamış olan insanların, doğayla birlikte nasıl yaşadıklarını öğrenelim. Anadolu’yu, modern teknoloji ve bugünün üretim biçimleriyle doldurmamız gereken boş bir sayfa olarak görüyoruz.

Bulduğumuz sonuçlardan biri şu: kadınların, toplum içindeki rolünün bu üretim alanlarında ön planda olduğunu farkettik. Bir anlamda burada yapılmakta olan şeye, kadın tarımı da denebilir. Bugün yapılmakta olansa makinelere, tapulara sınırlara endeksli, erkek karakteriyle özdeşleştirilebilen bir tarım. Kadınların Çatalhöyük döneminden itibaren tarımda çok aktif olduğunu biliyoruz. Bir anlamda başka bir tarımın bizden binlerce yıl önce yaşanmış olduğunun küçük kalıntıları. Tükenmiş ama çok çok az kalmış, noktasal olarak her yerde var. Doğu’da var, Karadeniz’de var Ege’de var. Bir tarlada marul, yanındaki tarlada zeytinlik var gibi değil. Her şey bir arada üretiliyor. Zeytinin altında ot yetiştiriliyor, buğday ve diğer bitkiler bir arada yetiştiriliyor. Sınır kavramı hiçbir ölçekte yok. Bir çok ürünün beraber yan yana yetiştirildiğini görüyoruz. Çok azalmış bir şeyden bahsediyoruz.

Hrant Dink Vakfı’yla nasıl bir çalışma yaptınız? Adana ve Divriği’de nasıl bulgular ortaya çıktı?

Hrant Dink Vakfı’nın bölgede yürüttüğü çalışmalar vardı. Çeşitli karşılaşmalarımızda çalışmalarımızla ilgili bulguları paylaştık. Divriği ve Adana’da, kadim üretim havzaları, projenin bir ayağı olarak gerçekleşti. Kısa süreli bir saha çalışması yapılabildi. Ama elimizde ön bulgu olmamasına rağmen, bu tarz üretim yerlerinin hem Divriği de hem de Adana’da var olduğunu gördük. Bazı yerlerde birkaç kişi, bazı yerlerde birkaç aile kalmış bu sistemin farkında olan. Kadim üretim havzalarında kuşaktan kuşağa aktarılması ya da öğrenilmesi için gereken ilişkileri görebilen üreticiler olması gerekiyor. Bu tarım alanları, sıradan tarım alanı olarak görüp geçilebilen yerler olabiliyor, bu yüzden fark edilmiyor. Biz bu gözle bakmadığımız için nereye gitsek bu kalıntıları görüyoruz.

Büyük bir çeşitlilik var. Bulgularımızın tamamı harekete dayalı tarımlar. Statik değiller. Başka dönemlerde başka alanlarda oluyorlar. Tamamı yağmura dayalı alanlar. Yükseklikle alakalı olarak daha fazla buğday daha fazla meyve üretildiği alanlar bulduk. Örneğin Anadolu’da üzüm çok temel bir ürün. Yüksek yerlerde yetişir. Bağ üretiminin çok çok büyük kısmının kaybolduğunu biliyoruz. Şaraba dayalı, üzüme dayalı kültürü olan toplulukların, Hıristiyan topluluklarının kaybolmasıyla ciddi bir azalma olduğunu biliyoruz. Biraz meşakkatli ve el emeği gerektiren bir şey. Sadece kültürel ve inançsal bir değişimden dolayı biraz da günlük pratik gerektiren iş olduğu için bağlar, zeytinliklere göre daha hızlı kaybolmuşlar. Bağların yaşaması için çok ciddi bir ustalık gerekiyor, el ustalığı gerekiyor. O yüzden gittiğimiz pek çok yerde bağların yerine buğday gibi ürünlerin yetiştirilmeye başladığını gördük.

Ermenilerin Anadolu’da yaşamıyor olmasının nasıl bir etkisi var?

Ermenilerin Anadolu’da artık yaşamıyor olması, çok büyük bir kesinti. Ondan evvelki halklardan Ermenilere geçiyor ve bir halk binlerce yıl tarımı sürdürüyor. Birkaç sene içinde bunun ortadan kalktığını düşünün. Çok geniş alanların, binlerce yıldır devam eden bir kültürle anılmaktayken bir anda neredeyse tamamen terk edildiğini düşünün. Bu diğer halklar için de aynı. Mübadelede de aynı şeyler gerçekleşiyor. Cumhuriyetin ikinci yarısında kırsaldan kente göçün aşırı hızlanmasıyla beraber de gerçekleşiyor. Son dönemde hidroelektrik santraller bu tarz tarım alanlarının olduğu yerde yapılıyor ve bunların hepsi birbiriyle bir ilişki içinde.

Buna bir süreç olarak bakmak lazım. Her süreçte bunların hepsi birbiriyle bağlantılı şeyler. Anadolu her süreçte biraz daha fakirleşiyor. Çoraklaşıyor, eksiliyor ve kendi kimliğinden uzaklaşıyor. Üzümün kaynağı olan, ilk olarak tarıma konu olan bu coğrafyada üzüme dair hemen hemen hiç bilgimiz yok. Ne duyuyorsak ona inanıyoruz. Oturmuş bir kültürü yok. Üstelik düşünün her il için ayrı bir kültür var. Bunları anlamaktan çok uzağız. Biraz araştırılsa bir miktar kalıntıdan geçmişe dair çok şey bulunabilir. Ama bu da yapılmıyor.

Kadim üretim havzaları bizlerin Anadolu’da yaşayan insanların yeniden Anadolu’yu tanıyabilmeleri için elinde kalan yaşayan en son kanıt. Bunlar çok küçük kalıntılar, yaşıyorlar, asıl olarak bu coğrafyada, insanların hem kendi içinde hem de diğer canlılarla beraber nasıl bir hayat kurması gerektiğini buradan öğrenebiliriz.

Bu alanlar nasıl korunabilir? Bir politika geliştirmek gerekiyor mu?

Dünya’da bunu fark eden başka oluşumlar var ama Türkiye’de henüz yeni bir çalışma. Dünya bunun hızlı bir şekilde ayırdına vardı. Tarımsal miras alanları  deniyor ama bizce mirasın çok ötesinde bir şey var. Bunlar diğer kültürel miras alanlarından farklı. Bunlar yaşıyor. Efes’teki antik kente baktığınızda heyecanlanıyoruz ama burada farklı. Bu kütüphanenin içinde insanlar var. İnsanların halen girip çıktığı bir şey düşünün. Kadim üretim havzaları bu kadar heyecanlı bir şey. Zamanın donduğu yer. Bu alanlar korunabilir. İnsanları uzaklaştırarak değil oradaki kadime saygı duyan bir koruma olması lazım. Bu sistemi sürdüren insanların değerli bir şey yaptıklarını hissettirmek gerekiyor. Türkiye’de tarıma dair çalışan sivil toplum kurumlarının, alternatif üretim biçimlerini savunan kişilerin fikir önderlerinin de bunu fark etmeleri gerekiyor.

(Güven Eken)

Kategoriler

Genel Güncel Türkiye



Yazar Hakkında

1985 doğumlu. Güncel politika, insan hakları, azınlık mülkleri ve Kürt meselesi üzerine haberler yapıyor. Musa Anter Gazetecilik Ödülleri 2008 yılı en iyi haber ödülü sahibi.