'Normale dönüş, felakete dönüş demek...'

Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs nedeniyle can kayıpları dünya ölçeğinde gitgide yükselirken uygulanan sokağa çıkma yasakları ve işletmelerin kapatılması farklı tepkilere neden oluyor. ABD’de bu yasaklara ve sınırlamalara karşı geniş protesto hareketleri görüldü, geçtiğimiz hafta. Öte yandan salgının devlet-toplum ilişkilerinde ve toplum-içi ilişkilerde yeni yönelimlere yola açıp açmayacağı da tartışılıyor. Devletin kontrolünü daha da genişletmesi de söz konusu. ABD’de yaşayan yazar-psikolog Gündüz Vassaf ile bu son gelişmeleri konuştuk. Vassaf “Eski düzenden kurtulmak istiyorsak bu bizle başlayacak. Bizim eğilimlerimiz, davranışlarımız kriz sonrasını yönlendirecek. Eskisi gibi tüketmeyin.” diyor.

Koronavirüs nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri’nde bazı eyaletlerde sokağa çıkma yasağının da dahil olduğu kimi  önlemler uygulamaya kondu. Ancak  bu önlemler kimi bölgelerde yaygın ve sert  protesto hareketleri ile karşılandı. Önceliği ekonomiye veren bir kesim var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Biliyorsunuz ABD federatif devlet. Valilerin yetkileriyle başkanın yetkileri farklı; bazen anlaşıyor, bazen çakışabiliyorlar. ABD gibi birçok yerde önce ekonomi diyen devletlerle, önce sağlık diyen bilim dünyası çakışıyor. Tekrar sokağa çıkmak isteyen kişiler çok. Ferahlık özlemindeler, işlerini kaybetmek istemiyorlar. Gecikmiş tedbirlerinden hepimizi  bu  uzun süre boyunca dışarıda yaşamdan yoksun bırakan devletler, bizleri evlerimize tıktıktan sonra unuttu. Kendi olanaklarımızla birliktelik kurmaya çalışıyoruz. Korona günlerinde ev yaşamımız   da bir kamu sağlığı, ruh sağlığı sorunu. Burada en çok sanatkârlar önde, devlet ve medya sıfır konumunda. Sabah akşam virüs hakkında bilgi vermekten öteye gidemediler. Ülkede nice  kültür zengini insan  var. Müzisyen var. Tiyatrocu, şair, ressam var. Hiç olmazsa devlet televizyonundan bizlere seslenmeleri, hastalıktan öte pencere açmaları sağlanmalı. Müzeleri dolaşalım, şairlerimizi dinleyelim, edebiyatçılarımızla tanışalım. Ülkenin kültür varlığını ekranlarda  sergileyelim. Bırakın onları seferber etmeyi, virüsten  korktukları kadar kültürden korkuyorlar.      

Devlet tarafından topluma belli yardımlar yapılıyor.
Devlet işsizlik maaşı veriyor  Ama bu herkes için geçerli değil. Bu, işsizlerin yüzde 5’i ile 10’u belki. Bilemiyorum. Milyonlarca göçmen. İstanbul gibi büyük şehirlerde bir odada beş, on kişi yaşıyor belki de.  Hastalanmalarını beklemeden, alın sağlıklı insanları Yassı Ada’da boş binalara, Heybeli’de Diyanet İşleri’ne devredilen boş sanatoryuma, boş otel odalarına yerleştirin, bulaşıcılığı engellemek için. Benim az önce kastettiğim sosyal yardım değil, sosyal girişimcilik. Devletin kişilere yaptığı maddi yardım değil. Çocuklara yönelik eğitim programları geliştirmek, psikologların, sosyologların, oyun uzmanlarının evde neler yapılabileceği konusunda programlar geliştirilmeleri. Bunlar yok. ‘Ben şunları yapıyorum, maskelerim var,’ gibi kendi propagandalarını yapmaktan öte, devletin kamuoyuna ulaşmak için girişimi sıfır. 

Bu sorum genel olacak. Devlet ile toplum arasındaki ilişkiler de konuşuluyor. Yeni devlet-toplum ilişki biçimini konuşmak mümkün mü yoksa daha erken mi?
Birçok kişi Nostradamus’u oynuyor. Ekranı boş  buldular,  havanda su dövüyorlar. Önemli olan ailede bireylerin atomize olmaması. Tarihte muhafazakâr bir kurum olan aile, neo-liberal ekonomide dağılıyor. Çift maaşa zorlananlar,  ay sonunu getiremediklerinden  kredi kartından kredi kartına geçenler... Çocuklar kreşlere, yuvalara, bakıcılara ya da sokaklara bırakılıyor. Türümüzün tarihinde ilk kez aile  uzun süre için kapalı ortamda birlikte. Evlilikler sınanıyor, yeni diller geliştirmeleri, onların çocuklarını çocuklarının da onları tanımaları için bir fırsat. Ailenin bireyleri  atomize olduğu takdirde, buradan daha otoriter çıkacak olan devletin -bu kaçınılmaz- bireyler üzerinde propaganda etkisi ve kendi safına alma etkisi çok daha fazla olacak. Aile parçalanmazsa,  ortak  bir sağduyunun direnci, özgür alanlarımızın korunması  söz konusu.  Bu sivil toplum örgütleri için de geçerli. Ayakta kalmaları lazım. Projelerini erteleyerek değil, dijital ortamda projelerini hayata geçirmeleri gerekiyor. Evde kaldık diye lakayt kalır, birlikteliklerini askıya alırlarsa otoriter devletin uyumlu kulları konumuna düşeriz. Krizden dağılarak değil güçlenerek çıkması lazım. Benzer ivmeyi bir daha sağlamak yıllar alır.  

Otoriterleşmeyi de konuşmamız için erken mi?
Devletin daha güçlü çıkacağı kaçınılmaz, vücutlarımızı kontrol ediyor olacaklar. Cep telefonları veya bazı cihazlarla bilgi ediniyor olacaklar. Bu kaçınılmaz. Burada topluma sorulacak asıl soru normale dönüşten neyi beklediğimiz. Çünkü normale dönüş felakete dönüş demek. Eski düzene dönüş demek. Bizi bu döneme hazırlıksız getiren eski düzen. Alışveriş merkezlerine krediler veren, toplumun temel gereksinmelerini göz ardı ederek göz boyayıcı  mega projeler peşinde giden devlet temel sorumluklarını ihmal etti. İstanbul’da deprem olduğunda sokağa kaçmak dışında ne yapacağımızı bile bilmiyoruz.  Salgında da hazırlıksız yakalanan devletler oldu. Unutmayalım, tarihimizi salgın değil, salgına geç kalmış tepkimiz yazıyor.  Dolayısıyla bu sıkıntıları biz çekiyoruz. Eğer biz aynı tüketim hırsıyla sokaklara dökülürsek normale dönüş bu olacak. İklim krizine neden olan bizim tüketim patolojimiz. Bu devletten ziyade bize kalmış bir şey; eğer tüketim patolojimizi dizginleyebilirsek o zaman yeni bir düzen kurulabilir. Daha az marka tapınmasına gideceğiz, daha az gömlek alacağız daha çok gömlek yıkayacağız, daha çok çorap yıkayacağız. Tüketim çılgınlığını minimum düzeye indirmemiz lazım. 

Salgın sonrası tüketim çılgınlığına yönelik bir değişim olabilir mi?
Bize bağlı. 

Peki devletler için?
Tüketim patolojimizi  dizginleyebilirsek bizi reklamlara müptela haline getiren  birçok şirket batacak. Bunların yerine, toplumsal gereksinmelerimize yönelik  yeni şirketler, yeni hizmetler çıkacak. Yeni ekonominin gelişmesi bizim elimizde. Öfkemizi, tedirginliğimizi devletlere, şirketlere yöneltmek yerine ilk önce kendimize yöneltmemiz lazım. Güney Afrika’daki ırkçı rejim protestolarla, silahlı eylemlerle, parlamento muhalefetiyle değil, dünya çapında gençlerin ekonomik boykotuyla çöktü. Dünya çapındaki şirketlerin ülkenin mamullerini almaması sonucu çöktü. Eski düzenden kurtulmak istiyorsak bu bizle başlayacak. Bizim eğilimlerimiz, davranışlarımız kriz sonrasını yönlendirecek.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
 “Eskisi gibi tüketme!” 






Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında