Getron’dan ilk albüm: Zaman içinde demlenmiş şarkılar

Arat Dink ve Herman Artuç, Getronagan Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında başladıkları müzik çalışmalarından ürünlerini, Cansun Küçüktürk’ün de katılımıyla, ‘Çiga/Yok’ adlı albümde bir araya getirdi.

KÜLTÜR SANAT SERVİSİ

Kalan Müzik etiketiyle yayımlanan albümde, ağırlıklı olarak, sözü ve müziği Arat Dink’e ait şarkılar yer alıyor. Yaptıkları müziği ‘alternatif’ olarak tanımlayan Artuç ve Dink’le, albüm ve 25 yılı aşkın bir süreden beri devam eden müzikal yolculukları üzerine konuştuk.

‘Getron’un ‘Getronagan’la bağlantısından başlayalım...

Arat Dink: Getronagan Lisesi, çıktığımız yer. Baruyr Kuyumciyan, Herman ve ben sınıf arkadaşıydık. Üçümüzün de müzikle ilgisi vardı. Sınıfta, boş zamanlarımızda müzik keyfimizi birleştiriyorduk. Üç sesli şarkı söylemeyi seviyorduk. Gomidas’ın düzenlemelerini söylerdik mesela, biraz da manipüle ederek. Ben Edvin Galipoğlu’nun yönettiği Karasun Mangants Korosu’ndaydım. Daha sonra Rafi Arslanyan’dan gitar dersi almaya başladım, Baruyr da gitara başladı.

Herman Artuç: Ben de caz davulcusu Feyyaz Çakmak’tan ders almaya başladım. Aslında enstrüman öğrenmeye, Arat’ın bestelerini ortaya çıkarabilmek için başladık. Baruyr ve ben Hagop Mamigonyan şefliğindeki Lusavoriç Korosu’ndaydık. Sonra Arat’la tanıştık, onun bestelerini sevdik ve birlikte müzik yapalım dedik.

Başka hangi müzikal kaynaklardan beslendiniz?

AD: Ben müzik dolu bir evde büyüdüm. Mamamın ninnileri, Kilise Müziği... Babam bağlama çalardı, misafirler geldiğinde onlara türkü söylerdi. Piyano da çalardı. Mamam söyler, babam piyanoda ona eşlik ederdi. Kamp Armen’de de müzik her zaman vardı, Ermenice ağırlıklıydı tabii. Apostolik Kilise’nin müziklerinin yanı sıra, Protestan Kilisesi’ne özgü, Ermenice sözler yazılmış Klasik Batı Müziği eserleri… Bunlar çocukluğumda dinleyip etkilendiğim müzikler. Sonra 90’ların sevdiğimiz şarkıcıları geliyor. Bir tarafta Bülent Ortaçgil, Ezginin Günlüğü, diğer tarafta Ahmet Kaya, Zülfü Livaneli... Batıda da Eric Clapton, Sting gibi isimleri dinliyordum.

HA: Arto Tunçboyacıyan ile Ara Dinkjian’ın Night Ark grubunu, Van Morrison’ı ve Dire Straits’i de çok dinlerdik.

Albümde hem tarz hem de sound açısından bir çeşitlilik var. Bu bir arayışın yansıması mı?

AD: Albümde her şarkıyı tek başına değerlendirdik, fazla süsleyip püslemek istemedik, özel bir sound arayışına da girmedik. Ezgi ve söz neyi gerektiriyorsa onu yapmaya çalıştık, biraz primitif bir ses aradık aslında. Dolayısıyla, bulunmuş, bitmiş bir ‘sound’umuz yok. Arıyoruz, deniyoruz. Bundan sonraki çalışmalarımızda daha kesin, oturmuş bir ‘sound’ ortaya çıkabilir belki.

HA: Başlarda tarzımız daha sadeydi; gitar, davul ve basgitar eşliğinde, vokal ağırlıklı bir grup havamız vardı. Albümde düzenlemeler için Cansun’la çalıştık; onunla yaptığımız fikir paylaşımları sonucunda böyle bir sound oluştu.

Albümde hangi şarkıların yer alacağına nasıl karar verdiniz?

AD: Lise ve üniversitedeki yoğun dönemden sonra birkaç yıl ara verdik, dönem dönem tekrar yan yana geldik. Ayda birkaç kez buluşuyor, çalıp söylüyorduk. Albüme son zamanlarda söylediğimiz şarkıları koyduk. Başka bestelerimiz de var tabii. “Geldik gidiyoruz, elimizdeki şarkıları toparlayalım, şekle şemale sokup ortaya koyalım” dedik. Yoksa kaybolacaklardı.

HA: Birkaç albüm yapacak içeriğimiz var şu an. Arat beste yapma konusunda çok verimliydi. Hepsini çok sevdiğimiz için ayıramıyoruz ama bir yerden başlamak gerekiyordu. Amacımız o besteleri kaydetmek ve tabii onlara yenilerini eklemek.

Düzenlemeler için Cansun Küçüktürk’le nasıl bir çalışma yürüttünüz?

HA: Bizim, şarkılarımıza dair düzenleme fikirlerimiz vardı zaten yıllardır. Albüm için kolektif çalışma yapabileceğimiz bir aranjör olsun istiyorduk; Arat’ın, sözleri yazarken ve bestelerken hissettiklerini, onların etkisini bozmamalıydık. Dolayısıyla iyi anlaşabileceğimiz, hem etnik müziği, hem Batı Müziği’ni bilen, şarkı sözleri üzerine çalışma deneyimi olan, alternatif işler yapmış birini bulmamız gerekiyordu. Tüm bu kriterleri sıralayınca Cansun geldi aklıma. Her aranjör, yaptığı işlerde kendi tarzını ortaya koymak ister ama Cansun’la çalışmamız öyle olmadı. Müzikte kolektif çalışmak kolay değil; egolar var, “benim dediğim olsun” tavırları var... Cansun, sağ olsun, bazı noktalarda bizim tercihlerimize müdahale etmedi, belli noktalarda da biz izin verdik değişiklik yapması için.

Hrant Dink’in bir şiiri üzerine yapılmış bir beste de var albümde. Şiir yazar mıydı babanız?

AD: Müzikle uğraşmaya başladığım yıllarda, babamın kitaplığını karıştırırken, ona ait birkaç şiir bulmuştum. 12 Eylül döneminde, gözaltındayken yazmış. O şiirlerden üçünü bestelemiştim. Albümdeki ‘Penceremin Aptalları’, bunlardan biri. Bir kayıt cihazı vardı, okuyup kaydederdi babam şiirlerini. O kaydı da bulamadım ama yazdığı başka şiirler olduğunu biliyorum. Bir dönem öyle bir şair yönü vardı ama hayat kavgası, iş güç derken, onlar orada kaldı.

Albümdeki şarkıların hepsi zaman içinde demlenip ortaya çıktı, ‘Penceremin Aptalları’nın da tam olarak hangi tarihte bestelendiğini söylemem zor. Fakat bu şarkıyı Osman Kavala’ya ve diğer siyasi tutuklulara armağan etmek istedik. Albüm bitti, basılmadan arkadaşlarımızı da aldılar içeri. Albüm kitapçığında da dediğimiz gibi, hiçbir paslı demir engel olamayacak onların ışığına.

Peki, Sabahattin Ali’nin şiirini bestelemeye nasıl karar verdiniz?

AD: Sabahattin Ali’nin eserlerini lisedeyken, bir hocamın yönlendirmesiyle okumaya başlamıştım. Hikâyesini merak ettim. Devletin yargılamalarla, hapislerle, hedef göstermelerle nasıl üzerine gittiğini ve yurtdışına çıkmaya çalışırken bir kuytuda nasıl katledildiğini öğrendik. ‘Rüzgâr’ adlı şiirinden çok etkilenip bestelemiştik, basit bir ezgiyle. Eşim en çok bu şarkımızı sever; albüme özellikle koymak istedik. Sabahattin Ali’nin telif haklarının kalktığı ve tüm yayıncıların bir anda eserlerinin üstüne üşüştüğü bir ortamda bu besteyi yayınlamak konusunda çekincelerim vardı. Kızı Filiz Ali gibi bir müzik otoritesine “Ben zamanında böyle bir şarkı yapmıştım” demenin zorluğu da vardı. Filiz Abla yüce gönüllülükle karşıladı, buradan bir kez daha teşekkür edeyim.

Albümde bir tek geleneksel şarkı var...

AD: ‘Yes Bılbul Em’, evde mamamdan çok dinlediğim bir şarkı. O şarkının orijinalinde ‘um’ (kime) kelimesi var, ben onu mamamdan hep “ur” (nereye) diye duyduğum için, özellikle öyle bırakmak istedim. Hatta ezgisinde de, orijinali ile mamamın söylediği hâli arasında ufak farklar var; ben yine ikincisini tercih ettim. Çok seslendirilmeyen birkaç diğer geleneksel Ermenice şarkıyı da, evde söylendiği hâlleriyle kaydetmek istiyoruz.

Ermenice şarkılar da yazıyor musunuz?

AD: Çok iyi yazamıyorum ama deniyorum. Çocuklarım için yazdığım oyunlu, ninni gibi şarkılar var ama çok ilkel bir Ermenice. İlk çocuğum doğduğunda birdenbire Ermenice konuşmaya başladım ve sonrasında yaptığım şarkıların çoğu Ermenice oldu. Evet, burada baskın dil de, entelektüel dil de Türkçe, ama temel duygularla karşılaştığında Ermenice derinlerden bir yerlerden dudaklarına geliyor insanın. Doğumla ve ölümle karşılaşma, o temel duygu insanı anadiliyle buluşturuyor. Ermenice yazan şairlerden şiirler de bestelemeyi düşünüyoruz.

Sizin açınızdan, albümün başarılı olup olmadığını ne gösterecek?

AD: İhtiyacımız olan, kayıtların temiz, derli toplu bir hâlde elimizde olmasıydı. Yıllardır yapmadığımız şey buydu. Dolayısıyla, kayıtlar tamamlandığı an ben şahsen amacıma ulaşmıştım aslında. Bundan sonrası için nasıl bir yol izler, göreceğiz. Buradaki ezgiler birilerine ilham verirse, şarkıları birileri söylemek isterse de başarılı olmuş olur. Aslında önce bunun için de çabaladık, birkaç arkadaşımıza şarkıları okumalarını önerdik. Her biri, haklı olarak, hikâyeleri fazla özel buldukları için şarkıları öncelikle bizim seslendirmemizin daha doğru olacağını söyledi. Biz şimdi başlangıcı yapmış olduk, belki bundan sonra birileri çalıp söyler, farklı şekillerde yorumlar. Bestelerimizin farklı formlarda yorumlanmaya müsait olduğunu düşünüyorum, biraz eskiz gibi bırakıldıklarını da söyleyebilirim. Başka profesyoneller o boşlukları farklı şekilde doldurmak isterlerse seviniriz. Bence en güzeli o olur.

HA: Ben de özellikle Arat’ın söylemesini istiyordum. Çünkü besteleri yapan o, o özü duymamız lazımdı. Bir de, “Hobi olarak yapıyorum” dese de belli bir becerisi ve deneyimi olan, kendi şarkılarını söyleyebilen bir şarkıcı; onun ortaya çıkması önemliydi benim için. “Başkalarına söyletelim” dedi, hatta bana söylememi teklif etti, ben ısrarla onun ikna olacağı zamanı bekledim. Şarkıyı ilk olarak onu üretenin yorumuyla dinlemek gerekiyor bence. Sonra isterse başkaları alıp düzenlesin, söylesin; mutlu oluruz tabii ki.

Konser verecek misiniz?

AD: Cansun da, Herman da profesyonel müzisyenler ama benim sahneye çıkabilecek düzeyde bir müzisyenliğim yok. Onun için zaman lazım. “Derleyip toparlayalım, kayıt altına alalım” dediğimiz besteler var, biraz onlara yoğunlaşmak istiyoruz. Zamanla becerilerimi geliştirebilirsem, canlı performansta zorlanmayacak bir noktaya getirirsem kendimi, neden olmasın.

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik