OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Eşref-i mahlukat, esfel-i mahlukat

Böylesine mahşerî bir ortamda, günlerdir kendileri, aileleri, çocukları aç susuz kalmış insanların, dükkânların kapılarını, pencerelerini kırarak yiyecek almalarına kimsenin söyleyecek bir sözü olamaz. Öte yandan, bu ortamdan istifade ederek elektronik eşya, beyaz eşya gibi acil ihtiyaç olmayacak eşyaları veya doğrudan depremzedelere yapılan yardımları çalanlar, şüphesiz, yukarıda belirttiğim insanın alçalabileceği mertebelere örnektir. Gel gelelim, kimse televizyon veya çamaşır makinesi çaldı diye infaz edilemez, işkenceye uğratılamaz. Yargısız infaz ve işkence hiçbir şartta, hiç kimse için kabul edilemez.

Çok büyük bir alanda yıkıcı etki yapan Pazarcık ve Elbistan merkezli depremlerden sonra geçen günler boyunca, insanlığın yükselebileceği ve alçalabileceği mertebelere aynı anda şahitlik ettik. Yurtiçinden birçok kişi ve kesim büyük fedakârlıklarla depremzedelerin yardımına koştu. Madenciler, arama kurtarma ekipleri, itfaiyeciler, gönüllüler kendi hayatlarını tehlikeye atarak enkaz altında kalanları kurtarmaya çalıştılar ve göz yaşartıcı, mucize denebilecek birçok durumda da başarılı oldular. Yurtdışından da, Meksika’dan Tayvan’a kadar 70 civarı ülkeden, sayıları 10 bine yaklaşan arama kurtarma ekibi mensupları, sağlık görevlisi vs. Türkiye’ye geldi, onlarca kişinin hayatını kurtardı. Bunlar insan denen mahlukun yükselebileceği mertebelere delalet etti.

Ne yazık ki, tüm örnekler böyle insanı arşa yükselten durumlar olmadı; birçokları da bize insanın ne kadar alçalabileceğini gösterdi. Bu durumların birçoğu ‘yağmacılık’ konusunda yaşandı. Kimilerinin ‘yağmacılar’ için vur emri çıkartılması talebinde bulunduğunu gördük. Böylesine mahşerî bir ortamda, günlerdir kendileri, aileleri, çocukları aç susuz kalmış insanların, dükkânların kapılarını, pencerelerini kırarak yiyecek almalarına kimsenin söyleyecek bir sözü olamaz. Öte yandan, bu ortamdan istifade ederek elektronik eşya, beyaz eşya gibi acil ihtiyaç olmayacak eşyaları veya doğrudan depremzedelere yapılan yardımları çalanlar, şüphesiz, yukarıda belirttiğim insanın alçalabileceği mertebelere örnektir. Gel gelelim, kimse televizyon veya çamaşır makinesi çaldı diye infaz edilemez, işkenceye uğratılamaz. Yargısız infaz ve işkence hiçbir şartta, hiç kimse için kabul edilemez. Evet, felaketin boyutları çok büyük fakat bu barbarlığa dönüşün gerekçesi olamaz, olmamalıdır. Oysaki bizi utandıran ve öfkelendiren birçok örnek de, yağmacı dahi olsa insanların yargısız infazını, işkenceye uğramasını onaylayan, hatta talep eden kişilerdi. Sosyal medyada takip ettiğimiz üzere, bu kişiler arasında doktor gibi, önceliği insan hayatı, avukat gibi, önceliği adaletin hassas terazisi olması gereken meslek gruplarına mensup kişilerin de bulunması, Türkiye’ye dair umut kıran başka bir gösterge oldu. Nitekim, yağmacı olduğu düşünülen kimileri polisin veya vatandaşın elinde işkenceye uğradı ve hatta öldürüldü. O da yetmedi, polisin elinde öldürülen kişi için tutanak tutmak isteyen avukatlar “Sizin de başınıza gelir” diyerek tehdit edildi. 

Bir şeyi aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor: Bir toplumda her tür hukuksuzluk aynı bütünün, aynı düzenin, aynı zihniyetin bir parçasıdır. Yargısız cezalandırmayı öven, doğru bulan, haksız yere hapiste tutulanlara, bir gecede KHK ile işinden olanlara, kurduğu hayat elinden alınanlara, haber yaptı diye tutuklanan gazetecilere –ve belki de kanunsuzca ertelenecek seçimlere– itiraz ettiğinde kendiyle çelişir. Türkiye’de bir türlü huzurlu bir toplum düzeni kurulamamasının en önemli sebeplerinden biri de zaten hukuk bilincinin bu toplumda yerleşmemiş olması, dolayısıyla arkasında geniş bir halk desteği olmayışıdır. Herkes, güçlünün güçlü olduğu bağlamda kendi doğruluk kriterlerine göre istediğini yapabilmesini normal karşılıyor. Bu, barışçıl bir toplum düzeni için kanserdir. Ülke çapında güçlü sizseniz, hukuk dinlemeden binlerce kişiye hapse gönderiyorsunuz, ‘yağma’ ortamında güçlü sizseniz istediğinizi, istediğiniz gibi cezalandırmayı kendinize hak görüyorsunuz. 

İnsanın sefilliğine bu ortamda örnek oluşturan bir başka durum ise enkazda kalanların kurtarılması sırasında yaşandı. Her ne kadar deprem ânında sağ kurtulup, enkaz altında kalan birçoklarının daha sonra ölmesine yol açmış olsa da, sözünü ettiğim şey ihmaller silsilesi değil, bu başka bir ‘seviye’. Deprem bölgelerinden gelen birçok ifade ve tanıklık şunu söylüyor: Bir grup saatlerce uğraşıp bir depremzedeyi enkazdan çıkarma noktasına gelince, başka bir ekip kameralar eşliğinde ortaya çıkıp diğer ekibi uzaklaştırıyor ve kameralar kayıttayken enkazdaki kişiyi çıkarıyor! Mala mülke çökmeyi biliyorduk; bu kişiler ‘sayesinde’, itibara çökmek neymiş, onu gördük! ‘Sayelerinde’ literatür genişledi! İnsanın alçalabileceği seviyeye dair görgümüz arttı! 

Bir de, esfel-i mahluka örnek olabilecek bu ortamda dahi, hâlâ “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” diyenler, yardıma gelenleri potansiyel casus olarak göstermeye çalışanlar, fırsat bu fırsat diyerek Suriyelileri hedef gösterenler var ama onlara başlı başına bir yazı ayırmak gerekiyor.