OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

İstanbul’u seyretmek değil seyreltmek lazım artık

Dar gelirli, kiracı veya tek bir evi olan yüzbinlerce ailenin böyle bir durumda çaresiz kalması söz konusu. Evet, devlet binaların depreme dayanıklılık testini zorunlu tutmalı ama dar gelirli vatandaşlara da hem bu testi yaptırma konusunda, hem de sonrasında tahliye veya güçlendirme zorunluluğu doğarsa bu konularda destek olmalı. Alternatif konut sağlamak, kira yardımı yapmak gibi... Evet, tüm bunlar para, zaman ve iş gücü olarak devasa kaynaklar gerektiriyor ama büyük devlet böyle olunuyor.

Bugünlerde depremden başka bir şey konuşmak, yazmak, anlatmak tuhaf geliyor, insanlar onulmaz acılar yaşar, büyük zorluklardan geçerken başka şeylerden bahsetmek uygunsuz bir iş yapıyormuş hissi uyandırıyor. Öte yandan, herkesin bu konudan bahsetmesi de genel tekrarlara düşülmesini kaçınılmaz kılıyor ama konu o kadar hayati ki bazı şeyleri tekrar etmek uygunsuz olmadığı gibi faydalı da. 

Bu konulardan biri de yerel ve merkezî yönetimlerin deprem öncesinde ve sonrasında yerine getirmesi gereken sorumluluklar. Bu başlık altında birçok iş sayılabilir. Depremin yıktığı şehir ve bölgeler ayrı, deprem beklenen bölgeler için ayrı planlar olması gerektiği açık. Misal, yıllardır beklenen Marmara depremi. Yapılacak o kadar çok iş var ki. Öncelikli işin güvensiz, depremde yıkılması olası binaların tespit edilmesi olduğunu söylemek için deprem uzmanı olmaya gerek yok. Burada vatandaşa da sorumluluk düşüyor, zira herkes evinin depreme karşı dayanıklı olup olmadığını kontrol ettirmeli ama devlet devreye girmezse bu işin yapılması mümkün değil. Aslında evlerin deprem kontrolünü yaptırmak vatandaşın tercihine veya inisiyatifine bırakılmamalı, devlet bunu mecbur tutmalı ama bu konuda her türlü desteği vatandaşına sağlamalı. Şöyle ki, vatandaşların geniş bir kesimi evlerinin deprem kontrolünü yaptırmaktan birkaç sebepten dolayı çekiniyor. Birincisi, doğru dürüst, güvenilir bir sağlamlık testinin maliyeti. Herkesin maddi gücü bunu karşılamaya yetmeyebilir. İkincisi, evin güvensiz çıkması hâlinde boşaltma zorunluluğu. Dar gelirli, kiracı veya tek bir evi olan yüzbinlerce ailenin böyle bir durumda çaresiz kalması söz konusu. Evet, devlet binaların depreme dayanıklılık testini zorunlu tutmalı ama dar gelirli vatandaşlara da hem bu testi yaptırma konusunda, hem de sonrasında tahliye veya güçlendirme zorunluluğu doğarsa bu konularda destek olmalı. Alternatif konut sağlamak, kira yardımı yapmak gibi...

Evet, tüm bunlar para, zaman ve iş gücü olarak devasa kaynaklar gerektiriyor ama geçen haftalarda da söylediğim gibi, büyük devlet böyle olunuyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti bu kaynağa sahip; asıl soru, bu kaynağı başka alanlardan bu işlere aktarmayı tercih edip etmeyeceği. Her şeyi bir kenara bırakalım, gelecek 60-70 sene içinde (kim bilir, belki de yarın) yaşanması son derece muhtemel olan Marmara depreminin, eğer hiçbir önlem alınmazsa, Türkiye’nin iki kuşak boyunca belini doğrultamaması anlamına geleceği akılda tutularak, bu kaynak deprem önlemlerine aktarılmalı.

İstanbul söz konusu olduğunda binaların kontrolünün yanı sıra deprem önlemi olarak yapılması gereken bir başka bariz iş de şehrin iktisadi ve demografik olarak ve konut stoku bazında seyreltilmesidir. İstanbul’un durumu tam olarak, tüm yumurtaların tek bir sepete doldurulması örneğine denk düşüyor. İstanbul, dile kolay, 75 senedir devamlı göç alıyor, şiştikçe şişiyor. İstanbul’un nüfusunu azaltmanın yollarını düşünmek gerekiyor. Depreme karşı alınabilecek en önemli bireysel önlem, İstanbul’u terk etmenizdir. Birçok kimse için bunun mümkün olmadığının farkındayım ama bu işin hafife alınır yanı olmadığı da sanırım artık anlaşılmıştır. İmkânı olan herkesin, kendisi ve ailesinin iyiliği için İstanbul dışında hayat kurma seçenekleri üzerine ciddi ciddi düşünmesi gerekiyor. Tamam, Türkiye’nin birçok yeri deprem bölgesi, hiç depreme yakalanmayacağınız bir yer bulmak zor ama İstanbul, depreme yakalanmak için çok kötü bir yer. İlk anda eviniz yıkılmasa bile sonrasındaki kaosta başınıza ne geleceği belli değil. Felaket tellalı gibi konuşmak istemiyorum ama 25 gündür olup bitene bakıp büyük ve yıkıcı bir depremde İstanbul’da olacakları tahayyül etmeye çalışın; son depremlerin, Marmara depreminin ancak fragmanı olacağını da unutmayın.

Tabii, bu seyreltme işi de gene sadece vatandaşın inisiyatifiyle olabilecek bir şey değil. Devletin burada örneğin vergi indirimi gibi teşvik mekanizmalarını devreye sokması, insanlara alternatif yer, iş ve yaşama imkânları için seçenekler sunması şart. Ama işte, böyle bir niyet ve proje var mı, soru o.