OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Twitter çağında siyaset rallisi

Şu geride bıraktığımız hafta, Twitter çağında siyasetin ne demek olduğuna dair de iyi bir örnek oldu. Bu olaylar bundan diyelim ki 15 yıl evvel yaşansa muhtemelen böyle sonuçlanmazdı. Twitter’ın ‘yeni kamusal alan’ olarak siyaset, özellikle de parti siyaseti üzerinde bir etkisi olduğu net biçimde görüldü. Tabii ki, her şey Twitter’da olup bitmiyor.

Son bir haftada kelimenin tam manasıyla siyasi bir ralli yaşadık, lunaparklardaki hız trenleri gibi hızla indik, hızla çıktık, savrulduk; yarı mecaz yarı gerçek, başlar döndü, mideler bulandı; sonunda görünüş itibariyle bir durulma oldu. Peki, ne oldu, neden oldu? Doğrusu, dışarıdan bakan birçok yorumcuyu da ters köşe yapan bir süreç yaşandı, zira özellikle İYİP yetkilileri kafası kesik tavuk gibi o kadar bir oraya bir buraya koşturdular, günler hatta saatler içinde birbiriyle çelişen o kadar çok şey söyleyip yaptılar ki dışarıdan buna tutarlı bir açıklama getirmek kolay değil, hele kapalı kapılar ardında olup da bizim bilgisine vâkıf olmadığımız unsurlar olduğu da düşünülürse... Tabii, haklarını yemeyelim, bu sadece ve sadece onların kabahati de değil. Altılı Masa bir senedir bunları konuşmayıp ne konuşuyordu da, seçime çeyrek kala böyle bir kriz patlak verdi, insan bunu da merak ediyor. Yani, bunca zamandır konuşuyorsunuz, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı, İmamoğlu ve Yavaş’ın cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı senaryo hiç aklınıza gelmedi mi? Yoksa, geldi de, biriniz ve birkaçınız razı olmadı, ancak bu krizden sonra geri adım mı attı?  

Geri dönüşten sonra anlamsızlaşmış gibi dursa da, Meral Akşener’in masayı devirdiği, ittifak ortaklarına karşı hakaretamiz konuşma yaptığı süreci, hem kayda geçirmek için hem de bundan sonrasına dair veri olması açısından ele almakta fayda var. Yukarıda da söylediğim gibi, Akşener’in beş gün içinde takındığı tutumları tutarlı bir çizgiye oturtmak zor. Önce, 2 Mart’taki Altılı Masa toplantısında “Ortak Cumhurbaşkanı adayımız ve geçiş süreci yol haritası konusunda ortak bir anlayışa ulaşmış bulunuyoruz” diyen metni imzaladı; üzerinden 24 saat geçmeden, 3 Mart’ta ortaklarına zehir zemberek bir dille Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının partisine dayatıldığını söyleyerek masadan kalktı. O da yetmedi, ittifak ortağının iki belediye başkanına Kılıçdaroğlu’na karşı aday olma çağrısı yaparak, CHP’nin içine pimi çekilmiş bombayı bıraktı, CHP’yi bölmeye kalktı. Velhasıl, o konuşma hiç de geri dönmeye niyeti olan birinin konuşması değildi. 

Peki, 2 Mart’ta o belgeyi imzalayıp 3 Mart’ta o konuşmayı yapmak nasıl bir iştir? Hadi, aradan bir zaman geçse diğer ortaklar sözlerinde durmadıkları için İYİP de masadan kalktı denebilirdi ama öyle bir zaman da geçmedi. Kimileri, o metinde aday ismi belirtilmediğini, dolayısıyla Akşener’in metni imzalamakla Kılıçdaroğlu’nun adaylığına evet demediğini ve gene dolayısıyla ortada bir tutarsızlık olmadığını iddia ettiler. Peki, o metindeki mutabakat adayın ismi üzerinde değilse neyin üzerineydi? Yoksa, bunca senelik ittifaktan sonra nihayet ortak bir aday çıkarmaya karar verdiğinizi mi söylemeye çalıştınız?!! Ama, ona da tamam. Metindeki mutabakatın ortak adayın ismi üzerinde olmadığını da kabul edelim. O zaman niye hemen ertesi gün, sanki adayın ismi üzerinde anlaşılmış, kesinleşmiş ve size dayatılmış gibi açıklama yaptınız? Cumhurbaşkanı konusunda uzlaşılanın ortak anlayış olduğunu söylüyorsanız, o anlayışın hayata geçmesini beklemeden neden masadan ayrıldınız? Hem o metindeki mutabakat adayın ismi üzerinde değildi diyorsunuz, hem de Kılıçdaroğlu’nun ismi kesinleşmiş gibi açıklama yapıyorsunuz. Nereden baksan tutarsızlık. Kaldı ki, Akşener Fatih Altaylı’ya verdiği mülakatta 2 Mart toplantısındaki havanın bir uzlaşma havası olmadığı, bilakis kendisinin diğer beş lider tarafından izole edildiğini söyledi. Öyleyse, başladığımız noktaya dönüyoruz: Madem uzlaşma havası yoktu, ortak bir anlayışa ulaştığınızı söyleyen metni niye imzaladınız? İmza ciddi bir iş, malum.

Sonuçta eğrisi doğrusuna geldi diye niteleyebileceğimiz bir duruma geldik, çünkü Kılıçdaroğlu’nun Akşener’i taltif eden son sözlerinin de sayesinde, artık elimizde, başka bir sürpriz olmazsa, en büyük krizini öyle veya böyle uzlaşmayla atlatmış, dolayısıyla güçlenmiş olması beklenecek bir ittifak var. Nitekim, kavgadan sonra gelen uzlaşı, muhalefet cephesinde hem umudu hem heyecanı yükseltti; iktidar cenahında da, belediye başkanlarının cumhurbaşkanlığı yardımcılığına ve HDP’yle görüşme ihtimaline yapılan saldırılara bakılacak olursa, bir telaş hasıl oldu. Eh, bu da iyi bir işaret ama tabii burası Türkiye, haftaya çok başka bir durumdan söz ediyor olabiliriz.   

Bunların yanı sıra, bu sürece dair bir başka hususa daha dikkat çekmek istiyorum. Şu geride bıraktığımız hafta, Twitter çağında siyasetin ne demek olduğuna dair de iyi bir örnek oldu. Bu olaylar bundan diyelim ki 15 yıl evvel yaşansa muhtemelen böyle sonuçlanmazdı. Twitter’ın ‘yeni kamusal alan’ olarak siyaset, özellikle de parti siyaseti üzerinde bir etkisi olduğu net biçimde görüldü. Tabii ki, her şey Twitter’da olup bitmiyor, Twitter tartışmalardaki tek belirleyici değil. Öte yandan, yaşadığımız örnekte Twitter, İYİP’in masayı devirip kalkmasına verilen tepkinin, özellikle de parti içinde verilen tepkinin çarpan etkisiyle daha da görünür olmasını sağladı. Twitter olmasa, sesi bu kadar duyulmayacak tepkiler birleşti ve yüksek tonda bir itiraz oldu. Tabii, Twitter’ın bu çarpan ve diğer türdeki etkileri her zaman olumlu olmuyor, çok yanlış, çok sakıncalı, çok tehlikeli siyaset ve ideolojiler de Twitter zemininde büyüyor ve genişliyor. İşte bu yüzden, Twitter da artık savunulması, terk edilmemesi gereken siyasi bir alan. Hoşumuza gitse de gitmese de bu çağın olgusu bu. Baskıcı rejimlerin Twitter’ı zapturapt alma isteği sebepsiz değil sonuçta.