“Sokağın başındaki minik birahane ya kapanırsa?”

Pangaltı’dan sapıp Dolapdere Caddesi'nden aşağı doğru indiğinizde, sağdaki 5 binalık küçük sokakta, belki de Pangaltı'da görmeye hiç alışık olmadığınız PiST/// Disiplinlerarası Proje Alanı ile karşılaşırsanız şaşırmayın. Burada ve özellikle de Suren Amca'nın eski bakkal dükkanında bulunmak, onlar için bilinçli bir tercih. PiST///’in iki kişilik ekibi Didem Özbek ve Osman Bozkurt'la mekan, kentsel dönüşüm ve özellikle de Pangaltı üzerine sohbet ettik.

Tamar Nalcı
tamar.nalci@gmail.com

Öncelikle, PiST///’ten bahsedelim.

D.Ö.: Biz Mayıs 2006’dan beri buradayız, bilinçli olarak Pangaltı’dayız. Bu sokak bizim için bir Bermuda şeytan üçgeni gibi. 24 saat yaşıyor. Biz bir proje alanıyız. Güncel sanat odaklıyız. Özellikle de kamusal alan ve özel alan çatışmasının yoğun yaşandığı bu sokaktayız. Kendi pratiğimiz ve başka sanat profesyonelleriyle ortaklaşa gelişen bir pratik bu.

O.B.: Çokdisiplinli projeler üzerinde çalışıyoruz ve çoğunlukla sanatçıların burada ürettiği işleri sergiliyoruz. Klasik anlamdaki sergileme yöntemleri dışında, yeni diller arıyoruz. Yaptığımız projelerin her biri bunu amaçlıyor.

D.Ö.: Ya da üretim sürecini sorguluyoruz. O sorgulama ve bir bakıma deneysel süreç, daha sonra birlikte çalıştığımız kişiler için de ürettikleri işi bir sonraki aşamaya taşımaları için yardımcı oluyor. Kendi program sürecimizde çoğu zaman konuşma yapabiliyoruz. Daha görünür yüzümüz konuşmalar, yoğun etkinlik programları arasında gösterimler yapabiliyoruz. Aylık sergi programımız olsun gibi bir endişemiz yok. Daha çok bir iş oluştuktan sonra sergilemeyi ya da o süreci sergilemeyi amaçlıyoruz.

O.B.: Anlık tepkiler verebiliyoruz gidişata göre. Yabancı ülkelerden gelen sanatçılar dışında, Türkiye’den de sanatçıları misafir etme arzusu içindeyiz. Sadece sanatçı değil küratör, yazar, eleştirmen. İlk kez geçtiğimiz yılın başında Hera Büyüktaşçıyan’ı davet ettik, dört ay boyunca misafir sanatçımız oldu.

Hera Büyüktaşçıyan, Sanatçı Konuşması, Mart 2012

Bilinçli olarak Pangaltı’dayız dediniz. Neden Pangaltı?

D.Ö.: Benim babamın iş yeri buradaydı. Çocukluğumdan beri bildiğim ama hiç yaşamadığım bir yerdi. Şehrin merkezi. Benim için bir imkandı, olasılıktı burası 70’lerden bu yana. Şu anda, bu oturduğumuz dükkan Suren Amca’nın bakkal dükkanıydı. Benim için o da çok önemlidir. Her geldiğinde sana gofret hediye eden ya da pastırma tattıran birinin dükkanıydı burası. Bizim hâlâ dükkanın içinde duran ve hiç dokunmadığımız bu askılar Suren Bey’in pastırmalarının. Bütün bu hafıza her zaman için tazeliğini koruyor kendi dönüşümü içerisinde.

Biz burayı mekan olarak seçtiğimizde, burası terk edilmiş bir bakkal dükkanıydı ve neredeyse 9 ay hiçbir bütçemiz olmadığı için bakkalın eşyalarını kullanarak bu mekana dönüştürdük.

PiST/// Pangaltı'daki Eşref Efendi Sokak'la Dere Sokak köşesinde yer alıyor.

O.B.: Zaman içerisinde bu hale geldi. 6 sene sürdü. Projeden projeye dönüştü mekan. Köşe dükkan bakkal olduğundan burada buzdolaplarımız, raflarımız vardı. Rafların üzerinde sanatçıların çizimlerini sergiliyorduk. Hâlâ bisküvi fiyatlarının etiketlerinin durduğu yerde gazeteler, kitaplar, yayınlar duruyordu. Ekmek vitrininin üzerinde enstalasyonlar sergilenebiliyordu. Hâlâ koltuklarını kullanıyoruz. Böyle bir ortamdı.

Yan taraflar boş olmasına rağmen bir tanesi elektrikçiydi, en sondaki dükkan da lokantaydı. Lokantada da bir kaç eşya vardı. Onları da kullandık ama terk edilmiş bir görüntü vermiyor değildi. Bakkal, özellikle çok daha yaşayan bir şeydi. Buranın daha derin bir hafızası vardı, zamanla el değiştirmiş, çok eski bir bakkaldı. Bakkal halkla daha yakın ilişki içerisinde olan, herkesin girip çıktığı, ayağının alıştığı bir yerdir. Biz çalışmaya başladığımızda da ‘burası acaba ne olacak’ diye insanlar bir sorguladılar, önerilerde bulundular. Biz de farklı iş kollarının yazdığı bir poster hazırlayıp vitrine asmıştık. İnternet kafe açmayı da önermişlerdi, ‘iş yapar’ diyenler oldu ama tabii kimse bir sanat mekanı olması arzusunda değildi. Beklemiyorlardı. Biz de ufak ufak mahalleye sızdık o anlamda.


 

Türk Pavyonu, Eylül 2007

Bugünkü tepkiler nasıl?

O.B.: Şu an bu bölgede yaşayan, sanatla ilişikisi olan çok insan var. Bir kısım izleyicilerimiz zaten mahalleden, civardan. Mahalle derken tabii Kurtuluş’u, Nişantaşı’nı da dahil etmek istiyorum. Kısmen esnaflardan da ilgi gösteren var ama daha mesafeli. İlginç geri dönüşleri oluyor tabii. Sanat gözü olanların daha farklı yaklaşımları oluyor. Onun dışında çok uluslararası diyebileceğim bir izleyici kitlesini de buraya çekebiliyoruz. Yabancı sanatçı misafirlerimiz de oluyor tabii. Profilimiz geniş.

D.Ö.: Sanat mekanı başlatmanın bir itici gücü olabiliyor, bundan korkuyorduk. Sen bir şey yapıyorsun, sonra başka sanatları mekanları açılabiliyor arkandan. Olabilirdi tabii, güzel de olurdu. Sen öncü güç oluyorsun. Bizim en büyük artımız ve cesaretimiz bu sokakta yaşamanın ve yıllardır bilmenin verdiği bir tanıdıklıktı. Buradaki binalardan birinin üst katında otururken aşağı inmemiz hem daha görünür, hem de daha tanınır kıldı bizi esnaf açısından. Çünkü günün sonunda zaten burada ikamet eden insanlardık. Başka mekanlardan gelmedik. Sokak dinamiğinin vahşi bir tarafı da oluyor kabullenme açısından.

Sergi Kurulumu İçin Açığız, Eylül 2012

O.B.: Bizi hâlâ besleyen, İstanbul’un kurtarılmış bir alanı diyebilirim burası için. Hâlâ çok zengin, yaratıcı... Belki de İstanbul’un en kozmopolit yerlerinden biri burası, hâlâ... O açıdan ilginç karşılaşmalar olabiliyor. O da bizi çok besliyor.

D.Ö.: Bir sanat mekanınının burada açılmasından ziyade, sanatçılar bu bölgeye taşındı zamanla. Son 1-2 yıl içerisinde o kadar çok sanat profesyoneli, sanatçı, küratör bu bölgede oturmaya başladı ki artık. Hepimiz meslektaşız. Aynı sosyal çevreden olmamıza rağmen buraya taşınmaları onların PiST///’e gelmesine sebep olmuyor, o ayrı bir konu. İnsanlar buraya taşındı, çünkü artık Cihangir bölgesi çok pahalı. Aynalıçeşme’de evin yoksa Tarlabaşı bölgesini unut. Şehir hep değişiyor. Burası çok merkezi. Metroyu baz alırsak eğer, Pangaltı ulaşım olarak, İstanbul’un her yerine, karşıya dahil tek vasıtayla gidebileceğiniz kadar merkezi bir yer.


 

Jeremy Johnston, Nikolaj Bendix Skyum Larsen, Didem Özbek ve Osman Bozkurt

O.B.: İstanbul’un her yeri kadar burası da dönüşüyor. Kısmen soylulaştırma süreci burada da devam ediyor. Dolapdere, Feriköy, Bomonti... Talimhane, oteller bölgesi tamamen dolunca yatırımcılar hem aşağı hem de yukarı doğru kaymaya başladı, çünkü bu kadar merkezde başka alan yok. Burası da çok merkezde ama göz ardı edilmiş bir alandı. Potansiyeli olan bir yer. Buraya doğru geliyor yatırımcılar.

Bu bölgedeki dönüşüm bizi tabii ki ilgilendiriyor ve endişelendiriyor. Ne yapabiliriz diye düşünüyoruz bununla ilgili. Dolapdere ve özellikle oto tamircilerinin, buzdolapçıların olduğu bölge bir anda değişecek. Burası uzun zamandır pavyonlar ve gece kulüpleriyle ünlüyken şimdi değişmeye başladı. Nevizade kıvamında bir ortam oluşmaya başladı. Pavyonlar kapanmaya, ocakbaşına, meyhaneye evrilmeye başladı. Bölgesel bir rol değişimi de yaşıyoruz. Bunlar da soylulaştırmanın bir parçası olarak devam ediyor.

Bugün iki haber okudum yine, Okmeydanı’nı komple yıkacaklarmış, binlerce yeni ev yapacaklarmış. İkinci bir haber de İnci Sineması’nın olduğu bölgenin 9 katlı bir bina olacağı.

İnci Sineması, PiST/// olarak bizim uzun yıllardır hayalini kurduğumuz projeydi. Orası yıkılmadan orada bir şey yapmayı çok isterim. Vakıfla 4-5 yıl önce bağlantıya geçmeye çalışmıştık. O zaman, izin sürecinden vs. bahsediliyordu. İnci Sineması’nın bölge tarihi açısından önemli bir hafızası var. Bunu bir şekilde hatırlatmak istiyorduk açıkcası.

D.Ö.: Konu bir tek Emek Sineması değil. İnci Sineması da aslında yıllardır bir pasajın arkasında, bir naylon torbayla giriş kapısı saklanmış yıkılmayı bekliyor. Belki bir yandan da oranın vakıf düzeyindeki mülk sahiplerinin de hakkını düşünmek lazım. Aynı Surp Agop Hastanesi’nin durumu gibi, Şan Tiyatrosu gibi... Bir okulun geleceği için, çocukların daha yeni binalarda, iyi imkanlarda yetişmesi için, hastanenin daha iyi koşullarda varlığını sürdürebilmesi için kullanılacaksa bu yatırımlar eğer –çünkü bu kısa vadeli bir beklenti olmamalı– olacakları belki de herkesin kabul etmesi gerekiyor.

Ama yine de bir ikilem içinde kalıyorsunuz.

D.Ö.: Türkiye’de hafıza çok hızlı silindiği için, evet.

O.B.: Oradaki yapının bizim için anlamı farklı tabii. Mimari açıdan çok önemli bir yapı olduğunu sanmıyorum ama toplumsal hafıza açısından, kültürel açıdan önemli. Sonuçta şehirler değişiyor, dönüşüyor, bu kaçınılmaz bir şey. Şimdi çok daha büyük ölçekli şeyler yapılıyor ve kimse bir şey diyemiyor. Komple bir ilçeyi yıkıp yeniden yapabiliyorlar. Okmeydanı gibi... Depremi bir bahane olarak kullanmak daha kolay hale getirdi bunu. Orası birinci derecede deprem alanıymış. Tabii nasıl yapılacağı önemli. Tepeden inme, dayatmacı projeler işlemeyecektir. Sulukule örneği ortada. Orada yaşayan halkı yok sayamazsınız. Tarlabaşı da çok konuşacağımız yerlerden biri.

Kentsel dönüşümle iligli projeler var mı PiST///’in gündeminde?

D.Ö.: “Yürüme Mesafesi” isimli bir projemiz var gerçekleştirmek istediğimiz. Çevremizde –burayı bir merkez olarak baz alırsak, Elmadağ, Kurtuluş, Feriköy, Bomonti, Nişantaşı bütün bu çevrede çok büyük değişiklikler oluyor. Ve hepsi yürüme mesafesinde... Birçoğu bilmediğimiz zenginlikleri hafızasında saklıyor. Ben bilmiyorum ama benden önceki 1-2 nesil belki hala biliyor, konuşuyor. Eğer bir şekilde kayda geçmezsek, benden sonraki nesil hiç bilmeyecek. Herkesin hafızası farklı. Hangisi doğru, hangisi yanlış, o da soru işareti.

Dolayısıyla 2013’te, belki önce konuşma serisi olarak programlayabiliriz. Sonra belki bir yayın olabilir, bir sergi ya da bitmiş sanat projesi olarak nihayetlenebilir. Gerçekten bu projenin zamanı geldi. Mesela biz her seferinde PiST///’te etkinlik yaptıktan sonra, hâlâ çok sevdiğimiz, Dolapdere’nin başında, bizim sokağın sonunda bir birahane var, bir dolmuş büyüklüğünde, minicik, minibüs gibi... Her seferinde, belki bir daha gidişimizde onu yerinde bulamayacağım korkusuyla yaklaşıyorum oraya. O kadar hızlı değişecek ki… Onun karşısındaki ve yanındaki binanın satıldığı ve otel olacağıyla ilgili bir takım konuşmalar geçiyor. Rivayet mi gerçek mi bilmiyorum tabii...

Rivayet de olsa, orada yaşayan insanların gerçekliği bu.

D.Ö.: Evet bir gerçek. Bu bölgedeki binaların birçoğunun kat irtifakı olmadığından binanın sahibi öldüğünde, varisleri daha cenaze kalkarken binayı satma telaşına girişebiliyor... Çünkü bu bölgede birçok binanın aslında tek bir sahibi var. Birçok bina aslında 70’lerde, 80’lerde bir anda el değiştirmiş. 60, 70, 80... Bu dönemlerin Türkiye tarihinde referansları var. Ya da birçoğu vakıf binası. Bu sokağa da oteller açılıyor. Artık apartman yerine otel inşa ediyolar. Bazen ben bile, bütün bölgeyi otel olarak hayal etmekten başka bir seçeneğim kalmadığını düşünüyorum ve otellerin bu kadar çok olduğu yerde, orada yaşayan bir halkın olmayacağını biliyorum.

Bu bölgede yapılan binaların çehresi de değişmedi mi zaten?

D.Ö.: Mimari olarak her 10 yılda bir kullanılan malzemeler var. Son birkaç senedir Fransız balkonu –ki bu bölgede hep vardır– yapılıyor alüminyum profille. Aynı Fransız balkonu Üsküdar’da da var. Aynı malzemeden yapılmış. Yine de buranın tarihine, geçmişine bakarsak, ormandan birkaç katlı bahçeli evlere, ondan sonra da bitişik nizam apartmanlara dönüştüğü süreçte, İstiklal’in, Pera’nın kopyası gibi değil ama burada da yaşayan Levantenlerin ya da buranın gerçekten daha geçmişte yoğun olan nüfusunun yaşam biçimini temsil eden sosyal arka planını görüyorsunuz. Fransa ya da İtalya kopyası, kendine has karakteri olan binalar... Rinaldo Marmara’nın Pangaltı kitabından referans alarak konuşuyorum, İstanbul’daki ilk grid sistem, ızgara plan sokaklar burada. Avrupa’dan gelenlerin inşa ettiği bir ruh var burada ya da ben öyle düşünüyorum.

Son Arapgirli: Varsen Oruncakcıel kitabını okudum mesela bu yaz. Çok keyifliydi. Birkaç yıl önce Arapgir’den transit geçtiğimden oradaki fotoğraflara baktığımda ya da kitabı okuduğumda bugüne göre daha modern ve medeni bir hayat yaşandığını gördüm. Anadolu’nun birçok kasabasında bir zamanlar olduğu gibi... Hem estetik ve mimari açıdan, hem de yaşam biçimi olarak... Tüm bunlar nasıl bir anda yok oldu? Her şey nasıl tekinsizleşiyor? Göç o anlamda çok önemli. Bu bölge de o göçü çok yoğun yaşayan, kendi hafızasında bunu saklayan ama hiçbir zaman da içine hapsettiği sıkıntıyı dışarıyla paylaşmayan, konuşmamayı tercih eden bir semt olmuş. O yüzden burada aslında yapılacak çok iş var.

 Merve Ünsal, Belirlilik Üzerine, Eylül 2012

2006’dan bu yana, bu bölgede gördüğünüz bir profil değişikliği, yoğun bir göç oldu mu?

O.B.: Son 4-5 yılda Afrikalılar ve Asyalılar daha çok yerleşmeyi tercih ediyor buraya. Bunun birçok nedeni olabilir tabii. Ama benim düşüncem, şehrin farklı yerlerine göre daha rahat edebilecekleri bir ortam sunuyor burası onlara. Mahalle baskısının daha az olduğu bir alan belki de burası.

D.Ö.: Burada bir transit geçme kültürü var, herkes harıl harıl yürüyor, göz kontağının sıfır olduğu bir yer, herkes birbirine değmeden kendi yolunda ilerliyor. Türkiye’de başkalarının hayatına çok fazla müdahale eden, bir göz teması ilişkisi var aslında. Konuşmasa da bakar ve hesap sorar insanlar bakışıyla senden.

PiST///’i Tophane’de açmayı düşünmediniz mi hiç?

D.Ö.: Tophane’yle hiçbir bağımız yoktu. Biz zaten burada başlamıştık, burada yaşıyorduk. Gerçi bu hayatımızı kolaylaştıracağı anlamına gelmiyor. Biz bir sanat mekanıyız ve bizim için görünürlük çok önemli. Mesela uzun yıllar komşu dükkan sahipleri, kendi dükkanlarının önününü boş tutmak adına bizim kapının önüne araçlarını park ettiler. Mazeretleri de bizim arabamızın olmamasıydı. Bu yaz Şişli Belediyesi buradaki kaldırımları genişletip yolları parkeye geri dönüştürdü. Aslında kaldırımların genişlemesi daha çok buradaki lokantaların rahatça işgal edebilmesi için de gerekliydi, yoksa yayaysan gene kaldırımda yürüyemiyorsun. Bu durumun farkında olarak biz de Belediye’den rica ettik, görünürlülük ihtiyacımız ve bölgedeki tek sanat mekanı olduğumuzu anlattık, onlar da ilgi gösterdiler ve bu sayede zaten kısacık olan sokağımızın kaldırımı da genişledi ve araba park edilemez hale geldi. 6 senedir buradayız ve nihayet yoldan geçenler PiST///’i fark edebiliyor. Tophane’de mazeret içkiyse, bizde de araba parkıydı. O noktada iletişim çok önemli. Özellikle bir sanat mekanıysan ve o semtte sanat birincil öncelik değilse –ki bizim sokağımızda da, birincil öncelik değil... Her ne kadar buranın sosyal çevresinin sanata daha çok ilgi göstereceğini düşünsen de, çoğunluk ya Beyoğlu bölgesine ya da daha popüler olana gidebiliyor. Burası onlar için yaşanan yer. Bu semtte bir sanat etkinliğine katılmaya veya sosyalleşmeye alışık değiller henüz. İhtiyaç duyulan bir açılış sonrası Beyoğlu hudutlarında takılmak, yemek, içmek. Biz her etkinlik sonrası komşu mekanlara giderek sosyalleşiyoruz. Esnaf ve sanatkârlarla birlikte…

İstanbul Modern’e ulaşan Tophane aksında bir sanat mekanı açtığında benzer iletişimi kurabilmen gerekiyor. Orada diğer dükkan sahibi ya da yaşayan insanlarla sanatın dışında bir iletişim kurabilmen gerek. Bizim burada yaptığımız bazen sohbet bazen kavga, dinamik neyse o kendini hissettiriyor ve iletişimi de oradan kuruyorsun. Biz bağımızı bu semtle kurarak PiST///’i başlattık. Hiçbir zaman Tophane’ye taşınma ihtiyacı duymadık.

Arrow Factory @PiST///, Ocak 2011

O.B.: Öte taraftan PiST///’i bir anda şimdiki haliyle de monte etmedik mahalleye. Zaman içerisinde değişti/dönüştü. Tophane bir anda hızlandı. Orada çekim alanı yaratacak iki tane odak vardı. Bir tanesi İstanbul Modern, öteki de Antrepo veya Bienal. Sonra Depo açıldı. Bir odak yarattı bütün bunlar, o açıdan orada mekan açmak isteyenleri teşvik etti bu sanırım. Kiraların düşüklüğü de bunda etkili olmuştur tabii. Bütün bu dönüşüme içeriden bir tepki de oluştu ki patlama yaşadı. O tepki de hâlâ tartıştığımız bir mesele. Ama üstü çabuk kapatıldı konunun. O sıçrama döneminde açılan birçok ticari galeri bugün başka yerlere, yukarılara taşındı.

D.Ö.: O dönemde Tophane’de açılan galerilerin hepsi gelişmekte olan yeni galerilerdi. Üç yılda Tophane’de bir kurumsal yapıyı hızlıca oluşturabiliyorsun. Çünkü bugün bir uluslararası sanat fuarına katılmak istediğinde, senin en azından iki yıllık bir galeri olup olmadığına bakıyor başvurunu sürecinde. Dolayısıyla, Tophane yeni galeriler için ortaklaşa yaratılmış bir zemindi. Belki de artık büyüdüklerini göstermek için şimdi İstiklal Caddesi tarafına, Beyoğlu’nun yukarısına, Taksim’e geçtiler. Şu anda Sıraselviler Caddesi ve Mısır Apartmanı özelinde bir toplanma var. Tophane’nin deniz tarafı zaten ikamet alanı değil ve Galata Port başladı bile. İstanbul Modern’in bile akıbetinin ne olacağı belli değil. Karaköy’e kayanlar oldu ama o bölgeyi belirleyen de SALT Galata’nın ihtişamıdır. Ama şehrin sanat haritasının gelişimine orada yaşayan insanlar karar vermiyor. Aynı bu bölgede yapılan birçok yeni otel gibi... Bize sormuyorlar otel istiyor musunuz istemiyor musunuz diye. Hepsi emlak politikalarıyla ilgili.

Bir sınır kayması da yaşanıyor aslında, Nişantaşı neresi? Şurada Nişantaşı Meslek Yüksekokulu var. Pangaltı Meslek Yüksekokulu desen daha düşük puanla mı alacaksın? İlla böyle isimler vermek zorunda mıyız? Bu tip kaymalar yaşanıyor.

Peki, PiST///’te önümüzdeki aylarda neler olacak?

D.Ö.: Danimarkalı Nikolaj Bendix Skyum Larsen’in mülteciler üzerine bir video enstalasyonu var “Vaat Edilen Ülke”, şu an onu sergiliyoruz. New Yorklu sergi tasarımcısı Jeremy Johnston’la ortaklaşa gerçekleştirdiğimiz bir seri atölye çalışması ve sergilerin parçası olarak.

Nikolaj Bendix Skyum Larsen, Vaat Edilen Ülke, Eylül 2012

Aslında artık İstanbul’da da karşımıza çıkan birçok Afrikalı, Çinli artık burada çalışıyor ve hayatlarını idame ettirebilmek zorundalar. Günlük hayatımızda hep teğet geçiyoruz bu yaşamlara. Bazısı belki ileride, aynı Türklerin de Avrupa’da yaptığı gibi bu ülkede temelli hayatlar kuracaklar. Belki ileride bizim çocuklarımızın Çinli ya da Afrikalı sınıf arkadaşları olacak. Şu anki resmi durum bu yüzleşmeye izin vermiyor. Caritas’taki göçmen çocuk okulu mesela… T.C. bu çocuklara eğitim imkanı vermediği için mültecilerin çocuklarına Vatikan’ın eğitim vermesini tercih ediyor, bu sayede kendi sorumluluğundan bir nebze kurtuluyor. Bu sayede eğitim alan çocuklar çok şanslı gerçi. Aralarından kaç tanesi İstanbul’da yaşarken okula gidebiliyor ki?

Göçmenlerin, mesela Avrupa’ya yerleşmek isteyenlerin ortak bir hedefi var. Nikolaj da işte bu insanlarla bir film yapmış.

Jeremy Jonhston'ın sergi kurulumu üzerine gerçekleştirdiği atölye çalışmalarından, Eylül 2012

‘Sergi Kurulumu İçin Açığız’ projesi dahilinde yayın da yapabilmek istiyoruz aslında ama bunun için destek bulmamız gerekiyor. Ekim ayı boyunca Fransız sanatçı Jean-Baptiste Maitre’nin ‘Gündüz Sineması’ isimli video enstelasyonunu PiST/// 7-24’de sergileyeceğiz. Burası Eşref Efendi Sokak cephesindeki vitrin alanını kullanarak, yoldan geçerken 7 gün 24 saat sanat izleme imkanı yarattığımız bir alan.

Kasım ayında Kuveyt’te yaşayan Filistinlilerin tarihi üzerine kurgulanmış uluslararası bir sergiye ev sahipliği yapmak için çalışmalarımız devam ediyor. 2013’de ‘Yürüme Mesafesi’ projesini gerçekleştirmek planlarımız arasında.

Konuşmacı ya da izleyici durumuna göre tartışma/konuşma programınızı İngilizce gerçekleştirmek durumunda kalsak da, her zaman Türkçe özet desteği vermeye çalışıyoruz. Ama şehirle ilgili gerçekleştirmek istediğimiz bir araştırma/tartışma serisinin tam tersine Türkçe gerçekleşip İngilizce özetlenmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Burada detayı tartışabilmek önemli. Ayrıca, ‘Pazartesi Konuşmaları’ ve gerektikçe açılacak yeni sergilerle PiST/// projelerine devam edecek.

Fotoğraflar © PiST/// Arşivi'nden

 


Bu haftanın Şapgir'i

 
06.10.2012
29.09.2012
22.09.2012
15.09.2012
 

 

 

Kategoriler

Şapgir