OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Karabağ ve Türkiye’de muhalefet

Azerbaycan’ın insan haklarına ve özgürlüklerine, azınlık haklarına saygılı bir hukuk devleti olduğunu ve güvencenin de bu olduğunu söylemek komik bile değil. Karşımızda gerçekten iyi niyetli bir yönetim olsa, Karabağ Ermenilerinde güven duygusunu tesis edecek önlemleri, örneğin, entegrasyon süreci boyunca uluslararası gözlemcilerin Karabağ’da bulunmasını kabul ederdi. Fakat biliyoruz ki Aliyev rejiminin Ermenileri Karabağ’da tutmak gibi bir niyeti yok.

Baştan söyleyeyim, “muhalefet” derken ne ana muhalefet partisi CHP’yi ne de bir iki istisna hariç düzenin partileri olan siyasi partileri kastediyorum. Onlardan bir beklentim yok. Buradaki kastım daha ziyade sisteme, düzene, Türkiye’deki hâkim ideolojiye, siyasi düşünme biçimine ve kültüre muhalif olduğunu iddia edenler.

Karabağ’daki Ermeni nüfusun temizlenmesi ya da seyreltilmesi, konuyla ilgilenen herkesin beklediği biçimde adım adım uygulamaya kondu, konuyor. Aliyev, dünya ülkelerinden aldığı aktif ve pasif destekle yaptığı askerî operasyonlardan istediği sonucu aldı. Bu olurken, Ermeni sivil halk evlerinden sürüldü, öldürüldü. Üstelik, bu operasyon on aydır herkesin gözünün önünde yaşanan; çoluğu çocuğu, yaşlısı hastasıyla yüz binden fazla kişiden oluşan bir topluluğu açlıkla tehdit eden; ilaç dâhil, temel ihtiyaç maddelerinden yoksun bırakan bir kuşatmanın ardından geldi.

Geldiğimiz noktada, Karabağ Ermenilerinin şimdilik on binlercesi yurtlarını terk etmeye mecbur kaldı. Kimileri bunun “gönüllü” bir ayrılma olduğunu söylüyor. Buna inanılmasını beklemek, ancak karşındakini aptal yerine koyarak mümkün. Aliyev’in yıllardır verdiği tehditkâr beyanatlar ortadayken, Azerbaycan toplumunda Ermeni karşıtı ırkçılık arşa çıkmışken, 2020’deki savaştan infaz ve işkence görüntüleri ortadayken, on aydır abluka altında yaşanmışken vs. Karabağ Ermenileri Aliyev rejimine neye dayanarak güvenecek? Azerbaycan’ın insan haklarına ve özgürlüklerine, azınlık haklarına saygılı bir hukuk devleti olduğunu ve güvencenin de bu olduğunu söylemek komik bile değil. Karşımızda gerçekten iyi niyetli bir yönetim olsa, Karabağ Ermenilerinde güven duygusunu tesis edecek önlemleri, örneğin, entegrasyon süreci boyunca uluslararası gözlemcilerin Karabağ’da bulunmasını kabul ederdi. Fakat biliyoruz ki Aliyev rejiminin Ermenileri Karabağ’da tutmak gibi bir niyeti yok. Onun için de, gitmelerini sağlayacak şartları oluşturuyorlar.

Tüm bunlar yaşanırken, Türkiye’deki yukarıda belirttiğim anlamda muhaliflerden, 123 imzalı bir bildiri ve sosyal medyada bir iki bireysel çıkış hariç hiç ses çıkmadı. Başka konularda çok cesur muhalefet yapanlar, iş ‘Ermeni’den yana’ görünmeye gelince o kadarına cesaret edemedi. Burada sözünü ettiğim, Karabağ ihtilafında Ermenileri haklı bulmak veya ‘Karabağ kimin toprağıdır?’ sorusuna taraf olup bir cevap vermek de değil. Karabağ ihtilafında haklı tarafın Azerbaycan olduğunu, Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu da düşünebilirsiniz. Fakat bu, olan bitende hiçbir sorun olmadığı anlamına gelmez. Burada söz konusu olan, temel insan hakları değerlerinin savunusunu yapmaktır. Yok, bu olanlarda temel insan hakları değerleri açısından bir sorun görmüyorsanız veya o insanların bunu ‘hak ettiğini’ düşünüyorsanız o zaman da muhalif değilsiniz, Türkiye’de siyasete, siyasi değerlere, insana dair hâkim bakış açısını benimsemişsiniz demektir.

Bu ‘hak etme’ hissiyatının üzerinde biraz duralım, çünkü gördüğüm kadarıyla ‘sesini çıkarmama’ hâlinde bu hissiyatın payı büyük. İnsanlar bu yaşananların 30 yıl evvelsinin bir karşılığı olduğunu düşünme eğilimindeler. 30 yıl evvel ne olmuştu, Ermeniler ne yapmıştı, ne yapmamıştı, Hocalı’da katliam olmuştu da Bakü’de ve Sumgayit’te neler olmuştu, onlara hiç girmeyeceğim. Şu olmuştu, bu olmuştu… Peki, 30 yıl önce olanların acısını o gün doğmamış çocuklardan veya o gün çocuk olanlardan da mı çıkaracaksınız? O gün olanlar bugün yapılanları meşru kılıyorsa bugün olanlar da yarın olacakları meşru kılacak mı? Bunun bir sonu olacak mı? Tarihi kendi ömürlerinin ve akıllarının yettiğiyle sınırlı sananlar kendi şahit olduklarını ‘son’ zannedebilirler (Ermenistan’ı ve Karabağ’ı bu 30 yıl boyunca yönetenler de öyle sanmıştı; işlerin bu hâle gelmesinde sorumlulukları çok ama çok büyük). Ama tarih çok daha uzun bir zaman dilimidir.

Bir de, Ermenilerin Karabağ’dan çıkarılmasında yanlış bir şey olmadığını, çünkü Ermenilerin Karabağ’a sadece 30 sene evvel gelmiş işgalciler olduğunu ileri sürecek kadar konudan bihaber olanlar var! Karabağ şu devletin veya bu devletin toprağıdır, tartışılır ama tartışılmayacak bir şey varsa Ermenilerin yüzyıllardır Karabağ’da yaşayan topluluklardan biri olduğudur. Dolayısıyla, Ermenilerin Karabağ’dan sürülmesi işgalcilerin işgal ettikleri topraklardan değil, bir halkın yurdundan çıkarılmasıdır.

Meselenin tarihinin ne kadar karmaşık ne kadar içinden çıkılmaz bir kördüğüm olduğunu görmek isteyenler Ayşe Hür’ün konu hakkında Agos’ta yayımlanan iki yazısına bakabilirler. Bu öyle bir tarih ki Karabağ defalarca el ve şekil değiştirip durmuş ve bu öyle bir tarih ki herkes bugün kendi pozisyonunu doğrulamak için oradan malzeme bulabilir. Uzun lafın kısası, o tarih hiçbir derdin devası olmaz, ancak ayak bağı olur. Karabağ ve benzer meseleleri çözmek için kritik olan doğru bakış açısını yakalamak, doğru siyasi, ahlaki ve hukuki ilkeler üzerinden ilerlemektir. Örneğin, meseleyi ötekini dışlayan bir toprak sahipliği veya egemenlik anlayışından çıkarmak lazım. Başka bir deyişle “Karabağ kimin?” sorusu yanlış bir soru ve bu yanlış soru tartışılarak doğru bir yere varılamaz. Onun yerine öncelenmesi gereken, insan hak ve özgürlüklerini temel alan, azınlık haklarına saygılı bir toplumsal ve siyasi düzen kurmaktır. Bunların olduğu bir ülkede insanlar mutlu yaşayabiliyorsa devletin adı şu olmuş bu olmuş, çok da önemli değil. Meseleye bu değer ve ölçütler açısından baktığımızda ortadaki soru şudur: Karabağ Ermenileri neden kendine muhalif Azerilere bile eziyet eden bir tek adam otokrasisi altında yaşamayı istesinler ve buna mecbur bırakılsınlar ki?