OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Meşruiyet erozyonu

KHK’yla işinden attığınız binlerce kişiye toptan “terörist”, “FETÖ’cü” dedin mi, başka bir şeyi ispat yükümlülüğün kalmamış oluyor. Toplumda da bu, büyük ölçüde kabul edilmiş durumda. Kimi, iktidarla aynı düşüncede olduğundan, kimi “Başıma ne gelir" korkusundan itiraz edemiyor, hatta iktidarın dümen suyuna giriyor. Bunun başını da konumu itibariyle bu tür hukuksuzluklara en çok itiraz etmesi gereken ana muhalefet partisi CHP çekiyor, maalesef.

Türkiye’de demokratik, insan haklarına ve özgürlüklerine saygılı, insanların birbirinin ayağına basmadan yaşadığı, huzurlu bir düzen kurmanın çok çok zor olduğunu söylemek özgün bir keşif olmayacaktır.

Bunun onlarca nedeni var. Kanımca en önemlilerinden biri, Türkiye’de sosyal ve siyasal hayata, insanın insana yapabileceklerine, hukuka dair en temel ölçütlerin artık kaybedilmiş olmasıdır. Milyonlarca insana bu temel ölçütleri, neyin meşru, neyin gayrimeşru olduğunu yeni baştan öğretmeniz gerekiyor. O kadar ki, işe ‘meşruiyet nedir, meşru-gayrimeşru ne manaya gelir’den başlamanız gerekiyor. Sokaktan rasgele yüz kişi çevirseniz en az yarısı meşruiyeti size tarif edemez.

Genellikle sanılanın aksine meşruiyet, içeriğe veya esasa dair değil, yönteme veya usule dair bir niteliktir. Mesela, bir konuda söylediğinizin veya tarafınızın doğru olması size karşı tarafa istediğinizi yapabilme hakkı vermez. Hâlbuki Türkiye’deki genel anlayışa göre bir şeyi yapabilmenin tek şartı onu yapabilmeye muktedir olmaktır. 

Hukuk alanındaki ve somut olarak mahkemelerdeki dekadans bundan ayrı düşünülemez. Meşruiyetin tecelli etmesi gereken esas mekânlar olan mahkemeler meşruiyetin en büyük ihlalcisi konumuna gelmiş. Beri yandan, üst mahkeme konumundaki Anayasa Mahkemesi sözünü alt mahkemelere ve yürütmeye dinletemiyor. Usul yani meşruiyet oradan da yara almış.

Aynı şekilde, Türkiye’nin hükümeti ve mahkemeleri Türkiye mevzuatında üst mahkeme olarak kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımıyor ve uygulamıyor. Bunların kitlelere verdiği mesajın hukuk düzeninin yerleşmesine hizmet etmediği açık; mahkemenin bile mahkemeyi dinlemediği yerde vatandaş niye hukuka güvensin, mahkemelerin adaletine inansın? Her zaman söylediğimiz gibi hukuk yalnız kanun işi değil, belki ondan da önce kültür işidir, yani insanların belli değer ve normları benimsemiş olması gerekir ki bu da bizi tekrar usul ve yöntem meselesine getirir. Hukukun en yerleşik kabullerinden birinin “Usul esasa mukaddemdir” yani “usul esastan önce gelir” olması boşuna değildir. 

Hukuk düzenine ve dolayısıyla demokrasiye dair değerlerin ve normların aşınmasına onlarca örnek verilebilir. Yıllardır gündemde olan KHK meselesi bunlardan biri. Binlerce kişi sadece yürütmenin bir kararıyla işinden atıldı, binlerce kişinin hayatı altüst oldu, kimi kahrından hastalanıp öldü, kimi hiç bilmediği ağır işlerde çalışırken can verdi ve bunlar sadece bir imzayla yapıldı. Bırakın ‘Delilsiz ceza olmaz’ ilkesini, bu insanlara mahkemesiz ceza verildi, yargısız infazları yapıldı.

Yukarıda zikrettiğim hukuk kültürünün yerleşik olduğu toplumlarda böyle bir durum karşısında yer yerinden oynar, itirazlar arşa çıkar. Fakat, Türkiye’de KHK’lıların hikâyesini anlatan bir belgesel dahi Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gösterilemedi. Bırakın itirazı, geniş halk kitleleri bu yapılanları destekliyor. İşte bu milyonlarca kişiye ‘Delilsiz ceza olmaz, yargısız infaz yapılamaz’ gibi temel bir doğruyu anlatmak zorundasınız ve bunlar ‘yaşken eğilecek’ yaşı çoktan geçmiş kişiler. 

Türkiye’de, ‘terör’, ‘FETÖ’, ‘PKK’ gibi anahtar kelimeleri doğru yerlere yerleştirdikten sonra muarızınıza, muhalifinize istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. KHK’yla işinden attığınız binlerce kişiye toptan “terörist”, “FETÖ’cü” dedin mi, başka bir şeyi ispat yükümlülüğün kalmamış oluyor. Toplumda da bu, büyük ölçüde kabul edilmiş durumda. Kimi, iktidarla aynı düşüncede olduğundan, kimi “Aman başıma ne gelir, ya bana da terörist, FETÖ’cü veya PKK’lı derlerse” korkusundan itiraz edemiyor, hatta iktidarın dümen suyuna giriyor. Bunun başını da konumu itibariyle bu tür hukuksuzluklara en çok itiraz etmesi gereken ana muhalefet partisi CHP çekiyor, maalesef. Kendi milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu’nu bizzat kendileri hedefe oturttukları gibi, CHP’li Antalya Büyükşehir Belediyesi de KHK belgeseline, dolayısıyla ifade özgürlüğüne sahip çıkamadı. Doğrusu festivali yapıp filmi göstermekken, filmi göstermemek için 60 yıllık festivali iptal ettiler. Böylece, zımnen de olsa ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının sacayaklarından biri de CHP olmuş oluyor.

Zaten haddinden fazla uzun süren bu dönem ne zaman sonlanır bilemiyorum ama takip eden zamanda en zor işlerden biri, zihinlerde yarattığı tahribatı tamir edip temel doğruları, meşruiyet ölçütlerini tekrar o zihinlere yerleştirmek olacak.