Ateş Alpar’ın kişisel hafıza ile kolektif belleği buluşturan “İmkân ve İhtimal” başlıklı kişisel sergisi, kolonyal izleri, gündelik nesneleri ve suskunlukları politik bir anlatıya dönüştürüyor. Küratörlüğünü Melih Aydemir ve Yıldız Öztürk’ün üstlendiği sergi, 5 Temmuz 2025’e kadar Depo’da. Sergi vesilesiyle Alpar’la, tarihsel tahakküm biçimlerinin sanata nasıl sızdığını, nesnelerin ne zaman politikleştiğini ve görünmeyen ihtimalleri konuştuk.
Sanatçı Ateş Alpar’ın işleri, yerinden edilen, kaydedilmeyen, susturulan ya da kasıtla silinmiş anlatıların izini sürüyor. Üretimleriyle karşı karşıya geldiğinizde biraz durup bakıyor, yakınlaşıyor, uzaklaşıyor ve bu ihtimalleri tekrarlıyorsunuz. Depo’da açılan kişisel hafıza ile kolektif belleği buluşturan “İmkân ve İhtimal” başlıklı kişisel sergisinde de benzer bir deneyim yaşıyor izleyiciler.
Bireysel hafıza ile kolektif belleğin gerilimli sınırlarında konumlanan bu üretimler, gündelik objelerin nasıl ve ne zaman politikleştirildiğine dair sorularla ilerliyor. “İmkân ve İhtimal” yalnızca belgelenmiş olanı değil, kayda hiç geçmemiş olanı da düşünmeye çağırıyor aslında ziyaretçileri. Nusaybin doğumlu sanatçı, sınırların çizdiği siyasal ve kültürel koordinatlara doğrudan temas eden bir yerden üretiyor. Alpar’ın işleri, tarihle hesaplaşmanın steril müze salonlarında değil; kırılmış, kopmuş, bastırılmış olanın içinden geçerek yapılabileceğini hatırlatıyor. Bu hatırlatma, tam da serginin başlığında olduğu gibi, imkânlarla olduğu kadar ihtimallerle de ilgili.Sergiyi ve yaratım sürecini Ateş Alpar’dan dinledik.
Biraz serginin isminden ve ortaya çıkış sürecinden bahsedebilir misiniz? Sizin için daha farklı bir iş var mı sergide?
Sergiyi uzun zamandır düşünüyordum, serginin küratörleriyle projeyi paylaştım. Böylece oldukça heyecan duyduğum bir sergi sürecine girmiş olduk. Sergide temel olarak tartışmaya açmak istediğim birkaç mesele vardı. Örneğin kolonizasyon süreçlerinin bireylerde topluluklarda nasıl etkileri vardır sorusundan yola çıkarak tarihsel sürekliliğe işaret etmek istedim. Tahakküm ve güvenlik politikalarının özellikle bölgede ne şekilde yankı bulduğuna baktığımda kültürel, ekolojik, toplumsal, ekonomik veçhelerinin iç içe geçtiğini gördüm. Bununla birlikte mülksüzleştirmenin sadece fiziksel yoksunluktan ibaret olmadığını kültürel ve toplumsal alanda da karşılık bulduğunu güncel sanatın üretim formları aracılığıyla - fotoğraf, video ve yerleştirme gibi – anlatmaya çalıştım. Serginin öne çıkarmaya çalıştığı bir konu da yoksun bırakma pratikleri karşısında bireylerin ve toplulukların aldıkları önlemler ya da direnme pratikleriydi. “İmkân ve İhtimal” ismi olumsallığa gönderme yapan, silme pratiklerine karşı var olma ihtimallerini hatırlatan bir başlık olduğu için tercih ettim. Üretim süreci benim için oldukça organik işledi, çünkü anlattığım benim, ailemin tarihi bir yandan da. Sergiyi bir bütün anlatı olarak görüyorum ancak özellikle aile tarihimle ilgili olan işlerin etkisi bende farklı oldu.
Sergide gündelik nesnelerle kurduğunuz ilişki dikkat çekici. Bu nesnelerin politikleştiği anları nasıl belirliyorsunuz? Sizce bir nesne ne zaman ve nasıl direniş imkânına dönüşür?
Sergi hazırlama sürecinde küratörler Yıldız ve Melih’le bölgeye ziyaretlerde bulunduk. Ekiple yaptığımız araştırmalar dışında bu süreçte ben sıklıkla bölgeye gidip geldim. Gündelik nesneler, özellikle “turistik bölge” olarak pazarlanan alanlarda kolonyal bakışın turistik bakışla örtüştüğü alanlar. Biliyorsunuz toplulukları silme pratiklerinin çeşitli aşamaları vardır. İnkâr ilk aşamasaysa sonrasında kendine mal etme ve onu piyasa kurallarıyla uyumlaştırıp tekrar sunma gelir. Buluntu nesnelere gri sprey boya ile müdahale ettim. Böylece zaten kimliksiz olan nesneleri bir kez daha kimliksizleştirdim ve anonimleştirdim.
“Taşıdıklarımız” aslı seriniz aslında bir susmak zorunda olma hali. Konuşmak, haykırmak kadar sessiz kalmak ve susmak da bir direniş biçimi olabilir mi Sessizliğe özellikle vurgu yaptığınız bu çalışmada, konuşmama hâli bir bastırma mı, bir direnç biçimi mi? Sessizlik sizin için nasıl bir politik alan yaratıyor?
Kürtçe ana dilini kamusal alanda konuşamayan bir insanın susmayı tercih etmesini ve buradaki sessizlik tercihinin politik olabileceğini düşünüyorum. Sessizlik, izleyicinin görsel olana odaklanmasını belki de kendi dünyasındaki seslerle görüntüleri birleştirme ihtimali barındırıyor. Bu noktada da görüntünün işgal ettiği anlamlar dünyasına eklenen sesler ya da eklenmeyen sesler politik alan yaratıp yaratmayacağını belirliyor.
“İmkân ve İhtimal” hem bugüne hem de geleceğe yönelik bir önerme gibi okunabilir. Bu sergide görünür kılmaya çalıştığınız “ihtimaller” neler?
Sergi girişindeki iki çalışma, tahakküm politikalarının en görünür imgesi olan barikat ve protesto görüntüleri hegemonik mücadelelerin diyalektik olduğunu gösteriyor. Dünyada güvenlik politikalarının bir eğilimi olarak kentte ya da kırda sıklıkla karşılaştığımız barikatlar karşısında, dünyanın herhangi bir bölgesine ait olabilecek protesto görüntülerini görüyoruz. İtiraz biçimlerinin ortaklaştığı formlar mevcut. Bu itirazların yayılmasıyla ve görünür olmasıyla dünyanın bir ucundaki toplulukların birbirlerini etkileyeceğini düşünüyorum.
Kişisel hikâyenizi kolektif hafızayla kesiştirmek serginin temelini oluşturuyor. Kendi hikâyenizi anlatmanın riskleri ya da imkânları neler?
Bu sergi oldukça organik bir süreçti benim için. Diğer projelerimde de olduğu gibi kendi hikâyemi anlatıyorum, dert ettiğim konulara odaklanıyorum.
Mekânla kurduğunuz ilişkiyi merak ediyorum. Depo’nun fiziksel özellikleri ya da kurumsal geçmişi üretim sürecinizi nasıl etkiledi?
Mekânın girişine konumlandırdığımız “Barikat” yerleştirmesi ve “Protesto” videosu ile sergi ziyaretçileri üzerinde mental ve fiziksel olarak sıkışma hissiyatı oluşturmak istedik. Depo’nun mekânsal özellikleri bize bu olanağı sundu. Biliyorsunuz sergi mekânında çok sayıda kolon mevcut, kolonları da serginin bir parçası olarak kullanmayı istedik ve tercihlerimizi bu yönde yaptık. Örneğin oryantalist bakışla üretilen ve piyasaya özgün bir turistik obje olarak sunulan sabunlardan oluşan bir yerleştirme ile turistik nesneleri yok-mekândan esinle yok-nesneye dönüştürdüğümüz yerleştirmeyi kolonların etrafında konumlandırmayı tercih ettik.
Seyirciyle nasıl bir karşılaşma hayal ettiniz? İşlerin karşısında durmak mı, içinde dolaşmak mı yoksa görmeden sezinlemek mi daha önemli sizin için?
Her ziyaretçi kendi tarihini ve o günkü ruh halini de sergiye taşıyor. Özellikle şu duyguyu hissetsin gibi bir hayalim olmadı. Fakat küratoryal metinlerimizi okunmasını ve anlatmaya çalıştığımız meseleler üzerine tartışma açılmasını çok isterim. Herkes kendi biricik deneyimini yaşıyor sonuçta sergide. Nasıl iyi hissediyorsa öyle yapsınlar, sessizliği dinlesinler, sabun kokusunun onları götürdüğü düşünce dünyasında dolaşsınlar, barikatın arkasından ya da önünden protestoları izlesinler, nasılsın diye kendilerine ya da başkasına sorsunlar…