Argo / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı 'lensler konuşabilseydi' başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Sonunda kendi hâlime gülmüş, ne yalan söyleyeyim, epey de rahatlamıştım.

1980 Darbesi hakkında, insanların sabah uyandıklarında nasıl mahallelerinin her yerinde askerler gördüğüne dair bir sürü hikâye dinlemişliğim vardır. Anlatanlar belli ki hayatlarının en büyük şokunu yaşamışlar; tıpkı benim, yıllar önce, bir Kasım sabahı yaşadığım gibi. Beylikdüzü’nde oturuyorduk. O sabah epey erken kalkmıştım; şehrin daha merkezî yerlerine gidip fotoğraf çekecektim. İlk durağım Kapalıçarşı olacaktı. İstanbul’a yeni taşınmış olduğumdan, pazar günleri kapalı olduğunu bilmiyordum.

Kapalıçarşı’nın ana kapılarından birine giden dar geçitlerden birine girdim ve ne görsem beğenirsiniz – koyu renk cübbeler içinde, ileri yaşlarında iki hoca ve onların etrafında, kamuflaj kıyafetleri giymiş, silahlı genç adamlar... Hepsinin bakışlarında büyük bir ciddiyet... O halleriyle bir portrelerini çekmeyi çok istesem de, bana öyle tehditkâr ve korkutucu bir şekilde bakmaya başladılar ki, hemen dönüp o geçitten çıktım, aceleyle çarşının bir başka ana kapısına gittim. Fayda etmedi. Bir sonraki kapıya giden geçidi, sivil kıyafetler giymiş silahlı adamlar tutmuştu. Bu kez hoca yoktu ama yine aynı sert bakışların insafına kalmıştım.

Bu insanların kim olduğuna, Kapalıçarşı’ya giden geçitlerin neden silahlı milislerle dolu olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Başarısız bir darbe girişimi miydi acaba? Ya da, dinî bir ayaklanma? Öyleyse, Beyazıt’ta trenden indiğimde neden her şey normal görünüyordu? Geçitten çıkarken yan taraftan sıra halinde geçen silahlı adamlar gördüm ama dükkân sahipleri bir panik havasında değildi, tuhaf da davranmıyorlardı. Öyle olunca rahat bir nefes aldım ve dedim ki, olan biten her ne ise, fotoğraf çekmeye başlamam lazım. En fazla, içlerinden biri eliyle fotoğraf makinemin objektifinin önünü kapayabilirdi.

Fakat ben deklanşöre bastıkça, işin aslının bambaşka olduğu ortaya çıktı. Sert görünümlü milislerden biri, gülümseyerek poz vermeye başladı. İnsanlar fotoğraflarının çekildiğini fark ettiklerinde, bazen içinde bulundukları ciddi ya da acıklı durumu bir an için unutup, gülümseyerek poz verebiliyorlar. Ömrühayatında bir dakikalığına şöhret olma isteğinin getirdiği, insanın elinde olmayan, dürtüsel bir tepki... O adamın gülümsemesinden, bir şekilde, ortada herhangi bir tehlike, paniğe kapılmak için herhangi bir neden olmadığını anladım. Ben de gülümseyip, “Ne oluyor burada?” anlamında bir el işareti yaptım.

Ağzından sadece ‘film’ kelimesi çıktı; bir gözünü kapayıp, elinde bir kamera varmış da, kameranın kolunu çevirirmiş gibi yaptı. O zaman anladım olan biteni – figüranlar film setine gidiyordu. Muhtemelen bir savaşla ya da devrimle ilgili bir film çekiliyordu. Adamları takip ettim ve o gün, figüran olarak tutulmuş sayısız insan gördüm. Filmin adının ‘Argo' olduğunu söylediler. Epey uzun bir süre vizyona girmesini bekledim. Sonunda girdi ama ancak birkaç ay önce, televizyonda izledim. Çok kötüydü. Kuzey Amerikalıların Ortadoğululardan daha zeki olduğunu gösteren, Hollywood tarzı, sıradan bir siyasi gerilim...

İngilizceden çeviren Altuğ Yılmaz.



Yazar Hakkında