Roni Margulies’i anarken

Özgür Filistin savunusundan asla geri adım atmaz, kendisini anti-siyonist tanımlardı. Sırf bu yüzden defalarca “self-hater” damgası yemişti. Yani “kendinden nefret eden Yahudi”ymiş Roni. İşte buna her seferinde çok gülerim. Ona bu etiketi layık görenler Roni’nin bu ülkedeki antisemitizmi geriletmek için verdiği mücadelenin onda birini bile vermemiştir.

Ölümünden sonra dostlarının olağanüstü kıymetli çabası sayesinde Roni’nin sesini duymaya devam ettik. Biri şiir diğeri polisiye öykü olmak üzere 2 kitabı yayımlandı.

Kendi tabiriyle tam zamanlı devrimci ve edebiyatçı dostumuz Roni Margulies yaşam sırasını savalı 2 yıl oldu. Onu 2023’ün 19 Temmuz’unda kaybettik. 2 yıl kimileri için çok uzun, kimileri içinse çok kısa sayılabilir. Zaman hepimizin aynı anda içinde olduğu bir nehir gibi akıyor olsa da görecelidir ve zamanın geçtiğini ancak hatırlarken fark ederiz. Bir şeyleri hatırlar ve bir şeylerin geçtiğini anlarız.

Ölümü de tekrar tekrar idrak ederiz. Ben de Roni’nin artık aramızda olmadığını bu 2 yıl içerisinde tekrar tekrar idrak ettim. Mesela aklıma gelen bir panel fikrinde artık Roni’nin konuşmacı olamayacağını, ya da yazdığım bir yazıya çok yakışacağını düşündüğüm bir şiir bulduğumda, o şiiri Roni’ye gönderemeyeceğimi, veyahut anti-faşist imza kampanyalarına onun adını ekleyemeyeceğimi anladığım pek çok an oldu.

Roni aramızdan ayrıldığında 68 yaşındaydı. Ama ben onun 68 yaşında olduğuna hiç ihtimal vermiyordum. O hep Robert Koleji’ne giden lise talebesiydi. Ruh yaşını hayatının o döneminde muhafaza ediyordu sanki. O günleri anlatmaya ve yazmaya bayılıyordu. Sonra liseden mezun olup üniversite okumak için uzaklara, İngiltere’ye gidiyor. İngiltere’de de birkaç on yıl deviriyor Roni ama o dönemi aynı coşkuyla aktarmamıştır sanki. Aileden, dostlardan, mahalleden, yazlıktan hasılı her şeyden uzakta olmak, büyümek ile ilgili olsa gerek. O dönemi ancak Roni’nin şiirlerinde yakalayabiliyoruz.

Yine de nüfus kağıdına göre öldüğünde 68 yaşındaydı ve içerisinde bolca 5 sayısının olduğu bir gün ve yılda doğmuştu. 5 Mayıs 1955. Ayrıca 5 Mayıs fikirlerini aktarmak ve daha iyi bir dünya kurabilmek için savunduğu Karl Marx’ın doğum günüydü. Bu da evrenin Roni’ye fiyakalı bir kıyağı olsa gerek.

Aşkenaz baba, Sefarad anne, seküler bir Yahudi

Roni İstanbul’da baba tarafı Aşkenaz, anne tarafı ise Sefarad bir ailede dünyaya gelmiş seküler bir Yahudiydi. Akılcı ve pozitivist düşünme tarzını Doğu Avrupalı olan baba tarafından aldığını söylerdi. Anne tarafı Akdenizliydi ve ona göre duygusaldı. Roni anne tarafının huyundan suyundan hiç etkilenmediğini iddia ederdi. Gündelik hayatta bu dediği doğruydu belki lakin yazın dünyasında Akdeniz etkisi vardı bence. Zarafetle işlediği şiirleri gözlerimizi kim bilir kaç kere buğulandırmıştı. En isyankâr köşe yazılarını bile tüylerimizi ürpertecek cümlelerle donatmışlığı hiç de az değildi.

Çoğu zaman kendi kendime sorduğum bir soru vardı: Roni herkesin sustuğu yerde, cesurca ve hiç çekinmeden konuşmak için dünyaya gelmiş olabilir miydi? Ezilen kimse daima onun yanında olurdu. Irkçılığa karşı pes etmeyen bir mücadeleyle yılları geçmişti. Tektipçi, hamasetle dolu, şoven ve ayrımcı düzenin değişmesi için çabalamış, ülkede gerçek bir demokrasinin ancak soykırım ve pogromlarla yüzleşerek oluşabileceğini savunmuştu.

Özgür Filistin’i savunmak

O ateş hattında olmaktan kaçınmazdı, dünyayı düzeltmek şiarıydı. Kapitalizm ve emperyalizm ile de kavgalıydı. Özgür Filistin savunusundan asla geri adım atmaz, kendisini anti-siyonist tanımlardı. Sırf bu yüzden defalarca “self-hater” damgası yemişti. Yani “kendinden nefret eden Yahudi”ymiş Roni. İşte buna her seferinde çok gülerim. Ona bu etiketi layık görenler Roni’nin bu ülkedeki anti-semitizmi

geriletmek için verdiği mücadelenin onda birini bile vermemiştir. Anti-semitizmin bir ırkçılık biçimi olduğunu her zaman yazmış çizmişti. Kendi ailesinin bir bölümünü kaybettiği Holokost hakkında da yine yazıları hatta şiirleri vardır. Yine anti-semitizm ve Holokost temalı birçok panelde konuşmacı da olmuştu.

Roni Margulies'in gençlik yıllarından

Ölümünden sonra dostlarının olağanüstü kıymetli çabası sayesinde Roni’nin sesini duymaya devam ettik. Biri şiir diğeri polisiye öykü olmak üzere 2 kitabı yayımlandı. “Harfiyat Kamyonları” isimli şiir kitabı başlık itibariyle onun mizahi yönünü bize hatırlatmadı desem yalan olur. Hafriyat değil de Harfiyat. Ama söylemeliyim ki bu sözcük oyunun içerisinde mizahın aksine Roni’nin son dönem şiirlerinin hüzünlü çarpıcılığı var.

“Çok Şeker Armud” isimli polisiye öykü kitabı ise onun pandemi zamanında yükselmiş polisiye okuma merakının yazıya dönüşümü olmuş. Öykülerinde siyasi mizahi göndermelerin olduğu bu kitapta cinayetleri çözmeye çalışan komiser Muzaffer Entürk’tür ve bir bakmışsınız ki Pangaltı’da Üstüntürk Apartmanındasınızdır.

Mesela “Fındık Feramuz Efendi’nin Kayıp Lugatı” isimli öyküde Roni’nin ırkçılıkla mücadele etme yöntemi olarak alaycılık düsturunu nasıl ustaca edebiyata kattığına dair güzel bir örnek var:

“Şeyhlerinden Habbuş Baba diye söz edip birbirlerine habbuş diyerek hitap etmeleri, araştırmacı Küçük Yalçın Bey’in dikkatini çekmiş ve habbuş kelimesinin Ermenice “abuş” (aptal) kelimesinden geldiğini düşünerek Habbabilerin gizli Ermeni oldukları iddiasını ortaya atmasına yol açmıştır. Ancak, habbuş’un ilk hecesi ‘hab’ ile İbrani’nin ilk hecesi ‘İb’ arasındaki ses benzerliği nedeniyle, Habbabilerin gizli Ermeni değil gizli Yahudi olduklarını iddia eden saygın tarihçiler de yok değildir.”

“Şu çok güldüğüm satırları ne şahane yazmışsın be Roni” diyemeyecek olmak. İşte bir yokluk idraki daha.

Böylece geçiyor zaman, böylece geçti 2 yıl. Hatırlamakla, anmakla ve unutmamakla.

Kategoriler

Toplum



Yazar Hakkında