Hakikat için çok çalışmamız lazım!

Şenol Kantarcı’nın dört saatlik sesli kitabı ‘Ermeniler Çalışıyor’, resmi tarih tezlerini savunmakla yükümlü görevlilerin bile artık dile getirmeyi bıraktığı görüşlerden oluşuyor. Remzi Kitabevi’nde ise en güzide yerler bu kitaba ayrılmış.

NAYAT KARAKÖSE
nayatk@gmail.com

Geçtiğimiz günlerde Remzi Kitabevi’nde kasanın önündeki raflarda ‘Ermeniler Çalışıyor’ adında bir sesli kitap gözüme çarptı. Zaten konumlandırılışı sebebiyle göze çarpmayacak gibi değildi. Kitap acaba ‘Ermenilerin çalışkanlığını yüceltmek için mi çıktı?’ diye saf saf düşünmek isterdim, lakin kapaktaki kan damlalı motif, sesli kitabın bambaşka bir içerikte olduğunun ipucunu hemen verdi. Kitabın tanıtımda nasıl da etkileyici ve hizaya getirici bir giriş kullanmış sesli kitabın yazarı Şenol Kantarcı: “Anadolu’nun önemli bir kehaneti vardır. O da, bu coğrafyayı bir defa elinden çıkartan veya bir şekilde kaybeden bir medeniyet, bir daha onu asla elde edememiştir.”  Adriana Lima olsa, “Vay vay vay!” derdi; o derece!

Şenol Kantarcı’nın Leonard Cohen’den  ‘Dance me to the end of love’ şarkısıyla açılış yapan websitesine girdiğinizde, Kantarcı’nın özgeçmişiyle Türkiye’nin makbul bilim insanlarından birisi olduğunu hemen anlıyorsunuz. http://www.senolkantarci.com.tr/

Merakıma yenik düşüp, sesli kitabı alıyorum. ‘Osmanlı bürokrasisi içinde Ermeniler’, ‘Ermeni sorunu nasıl ortaya çıktı’ gibi bölümlerle başlayan Mehmet Atay’ın sesinden dinlediğiniz 37 bölümlük 4 saatlik koşu, sonlara doğru ‘1915’te neler oldu’, ‘Diaspora’ gibi bölümlerle hızlanıp ‘Ermeni terörü’ ile finali zirvede yapıyor. Kitap sayesinde neler neler öğrenmiyorum ki. Ermenilerin Bizans’a nasıl ihanet ettiğini; Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin yüz binlerce kadını, çocuğu nasıl katlettiklerini, hatta isyana katılmayan Ermenileri de öldürmekten çekinmediklerini; bu koşullar altında Osmanlı’nın sevk ve iskan kanunu çıkarttığını, bu kanunun amacının Ermenileri imha etmek değil devlet güvenliğini sağlamak ve korumak olduğunu;  tehcir sırasında Ermenilerin nasıl rahat ettirildiklerini, yeni yerleşim yerlerine yerleşmek için kredi dahi tahsis edildiğini; Urfa, Lübnan, Şam gibi yerlerde yetimhaneler açılıp öksüz, yetim Ermeni çocuklarına en güzel şekilde bakıldığını; son yıllarda  filmler, kitaplar, sergiler vesilesiyle nasıl bir soykırım endüstrisinin oluştuğunu bu güzide çalışma sayesinde öğrendim. 

Kitap şu rahatlatıcı cümlelerle sonlanıyor: “Osmanlı devletinin yönetim anlayışı hoşgörü ekseninde gelişmiştir, tarihin hiçbir döneminde Türkler özellikle kendi hükümdarlıkları altında yaşayan hiçbir topluma, değil katliam gibi uygulamalar asimilasyona dâhi gitmemiştir.” Bu cümleyi dinleyince bugüne kadar çektiğiniz of’lar oh’a dönüşüyor resmen!

Gelin görün ki bu ülkede hoş gören taraf hep azınlıklar oluyor. Birisi size “Şimdiki Ermeniler iyi ama” diyor, hoş görüyorsunuz; sizin elinizden kek, börek yemek istemiyorlar, hoş görüyorsunuz; “Ermeni’yim” deyince “Estağfurullah”  diyorlar yine hoş görüyorsunuz. Bu aşırı hoşgörüyü Osmanlı’dan mı miras aldık bilmem ama hoş gördüklerimiz biraz da hakikati görseler ne güzel olurdu… Hakikat için daha çok çalışmamız lazım, çok!

Kantarcı’nın playlistine bir şarkı da benden gelsin: John Lennon’dan “Gimme Some Truth” (Bana biraz hakikat ver).

Gran Canaria’da Kuzey Avrupalı olmak

BAWER ÇAKIR
bawercakir@gmail.com

Üç yıl önce Barselona’ya taşındığımda uzun vadeli tatil planları yapan ve bir yıl önceden ucuz uçak bileti alıp beklemeye koyulan insanları görünce hep “Üç günlük dünyada bu neyin rahatlığı, ölümlü dünya, bugün varız yarın yokuz, alınır mı öyle teee bir yıl önce uçak bileti” diye konuşuyordum. Daha sonra Angela Merkel’i bile kıskandıracak bir hızla entegrasyon sürecimi tamamladım ve “bir yıl kadar önce”, 2012’yi bitirdiğimiz şu günler için İspanya’nın Kanarya Adaları’ından biri olan Gran Canaria’ya bilet aldık.

Avrupa’nın kuzeyi karlara ve soğuk havalara esir olmuşken Barselona’da hava serin ama güneşli seyrediyordu. Bu manzara, tropik iklime sahip olan Gran Canaria’ya gitme fikrini iyice cazip hale getirdi. Zira bu adada hiç kış olmuyormuş dediler.

Havamız batsın, tropik adaya gidiyoruz diye incecik şeyler almışız yanımıza. Ben iner inmez titremeye başladım ama sabah serinliğine vurdum olayı, bozuntuya vermedim. Ancak öğlen saatlerinde Las Palmas’da hava sıcaklığı 25 dereceyi gördü. Benim burun kıvırdığım bu sıcaklık elbette ki Avrupa’nın kuzeyinden koşa koşa adaya gelenler için cennetle eşdeğer. Manita, ben ve Las Palmas’lıların ince ceketler, pantolonlar ve ayakkabılarla dolaştığı ada sokaklarında İsveçli, Alman, Norveçli, Britanyalı kardeşlerimiz parmak arası terliklerle, mayolarla, şortlarla ve kolsuz tişörtlerle dolaşıyor; fukara güneşi Banker Kastelli sanıyorlar. Plajlar tıklım tıklım dolu. Parmak ucumla kontrol ettiğim Atlas Okyanusu karpuzu at buz gibi olsun, sonra ye kıvamında. Değil yüzmek, plajda yürümek bile üşütüyor beni lakin, işte gel de bunu Kuzey Avrupalı süt beyazı arkadaşlara anlat. Sabah dokuz itibariyle plaja koşuyor, akşam güneş batana kadar güneşleniyor, denize giriyorlar. Ben ise onları camdan hayret ve biraz da acımayla izliyorum. Hepi topu yılda bir ay güneş gören bu insanları hor görmemek lazım. Bırakalım Kanarya Adaları’nın kış mevsimini onlar yaz sanıp eğlensinler. Sevaptır...

Kamu Spotu: Las Palmas (Palmiyeler) İzmir’den hallice bir şehir. Sahil boyunca palmiyelerin bulunduğu, tarihi yapısı bir elin parmaklarını geçmeyen palmiyeler kenti turistler için güneş, deniz ve plaj demek. Ne gece hayatı aman aman bir eğlence vaat ediyor ne de tarihi olarak bir numarası var. Tek avantajı İzmir’deki gibi Kemalistlerin, ulusalcıların yaşamıyor oluşu, balkonlara bayrak asılmaması ve çekirdeğe çekirdek demeleri... İspanya’ya bağlı olduğu halde daha çok Kübalılara benzeyen ve sürekli “tatlım, bebeğim, canım” diye konuşan halkı ise bonusu.

Amy çağına DVD ile yolculuk

Amy Winehouse hakkında yazılabilecek sayfalarca yazı var ve ne yazsak hep eksik kalacak gibi. BBC bunun farkına varmış olacak ki Amy Winehouse Vakfı ile işbirliği içinde mükemmel bir DVD seti piyasaya sundu.  Amy Winehouse at the BBC başlıklı DVD seti, 3 DVD ve canlı kayıtlardan oluşan CD’den oluşuyor.

DVD’ler, BBC’de 20 yıldır Cuma geceleri ‘Later with Jools Holland’ programını gerçekleştiren müzisyen Jools Holland’ın sunumuyla açılıyor. İçeriklerinde ise 2003-2007 arasında Amy’nin Jools Holland’ın programına konuk olduğu pek çok görüntü var. İlk DVD 2003’te Amy’nin Later programındaki “Kim bu kadın, bu nasıl bir ses?” dedirten harika ‘Stronger Than Me’ performansıyla açılıyor. Her bir yorum ayrı ayrı çarpıcı ama Paul Weller’la Amy’nin Etta Jones’dan ‘Don’t Go to Strangers’ düetinde, Winehouse’un şarkının ruhuna apayrı bir ruh katarak okuması mükemmel.

İkinci DVD ise Amy’nin BBC ONE Sessions kapsamında Porchester Hall’de verdiği konseri kapsıyor. Yine çok vurucu bir konser fakat o performansta Amy’nin acı çeken haline tanık oluyorsunuz. Amy ağıt yakarmışçasına okuyor bazı şarkıları, aynen Back to Black gibi. Çoğu zaman gözyaşlarını tutup sesini akıtıyor.

Son DVD ise hem Amy Winehouse söyleşisinden derlenen kısa belgeseli hem de Amy’nin İrlanda’nın Dingle adlı kasabasında 2006’da İrlanda TV programı Other Voices kapsamında St. James Kilisesi’nde verdiği konserden performansları içeriyor. Amy hangi müzisyenlerden nasiplendiğini ve kişisel müzik haritasını kimlerin çizdiğini anlatıyor. Salt’n’Pepa grubunun dönüm noktası olması sonrasında abisinin de sayesinde Sarah Vaugin, Aretha Franklin, Dinah Washington, Mahalia Jackson, Ella Fitzgerald, Ray Charles, Carleen Anderson ile tanışan Amy’yi ‘Amy Winehouse’ yapan isimlerin onlar olduğunu öğreniyorsunuz.

Müzik CD’sinde ise Amy’nin şarkılarının yanı sıra muhteşem bir şekilde yorumlanan coverlar var; özellikle Nat King Cole’dan ‘I should care’, Teddy Bears’den ‘To know him is to love him’ yorumları çok iyi.

Amy Winehouse at the BBC çok değerli bir çalışma, Amy’li zamanlara yolculuk edip onun zaman tünelinden geçmek isteyenler için birebir. Amy’nin yokluğu ise bir o kadar kahredici.

ERKAN KOLÇAK KÖSTENDİL (oyuncu)

1- Taksim Trio
2- Rakı Ansiklopedisi
3- Mary and Max
4- DT oyunu olan Sessizlik
5- Yemeksepeti.com


Öğrenciler Vali Mutlu’yu twitterdan kar tatili için ikna eti, sizler Valiyi en çok hangi 3 konu için ikna etmek isterdiniz?

 

 Defne Koryürek
Balık denetimlerine tüm belediyelerin ve zabıta ekiplerinin dahil olması yönünde genelge vermesini #lüferkorumatimi 

 Larissa Babuçoglu
Okullar arasinda yardimlasma 
kampanyalarinin artirilmasi konusunda ikna ederdim

 Melodi
10 ocak tatil olsun 2) 11 ocak tatil olsun 3) 14 ocak tatil olsun.

 Eren Karadağ
Kar yağışı bittiğine göre Vali Mutlu’yu unfollow edebiliriz.

 

“Agos'suz bir tatil düşünemem”

Rita Özodabaşyan - VATİKAN

Siz de Agos’la çekilmiş fotoğrafınızı paylaşmak isterseniz derkenar@agos.com.tr’ye iletebilirsiniz.

 

Kategoriler

Derkenar